YAZDIĞIM BÜTÜN ŞİİRLERİ BENDEN ÇALMIŞLAR GİBİ ÖZLÜYORUM

Sarıkamış 1974, 5 EKİM. şiirler yazmıştım. Ama şimdi, şiir uzak. Uçuşup duran, üst üste gelip birikmeyen şeyler var, içim dolu bunlarla. Biliyorum ki şiir bunlar. Ve şiirin kendindeki huzursuzluk bu. -Çoğu kez şiirin şairden bağımsız olduğunu düşündüm. Bu nedenle olacak şairliğime hiç sahip çıktığım olmadı. Yazdığım şiirlerle ilgili sorularla karşılaştım mı çok rahatsızım. Gide gide her türlü şeyi sorusuna kızıyorum. Neredeyse “dokunmayın şiire” diyeceğim. Çünkü şiir yaptığımız bir şey değildir. Şiir kendisi var. Bir rastlantıyla değil, tersine bir özel iradeyle çıkıyor yeryüzüne. Barajdaki su, kendine bırakılmış kanallardan akar. İnsan bütününün arkasında bekleyen şiirin aktığı kanallar değil mi şair? Şairler olmasaydı, şiir üzerimizden aşar, hayatı besleyemez, seliyle öldürürdü. -Şair şiirin aleti olmalı. Çekici. Birbirine sahiplik ve uyum düzeni içinde çalışmalı ki şiirin zararlı tortuları yeryüzüne gelmesin. Çünkü onun bünyesinde de insandaki gibi ihtiraslar var biliyorum. Şair şiirin bu ihtiraslarını arkadaş edinirse, tahtını bırakıp bir sokak kadınının arkasından giden bir kral gibi, halkının başına utanca eğdirir. Kötü şair çiviye değil aynaya vuruyor. O zaman kırık parçalar içerisinde çehremizi dilimlenmiş görüyoruz. -Diyorum ki şiirle mücadele esastır. Ama bunu belli etmemeli. (Örneğin zorlanmış şiir, alet edilmiş şiir). Şiirin iyi tabiatı ve iyi zamanında ona çekiç ol ve onu kendi haline bırak.

Kendi şiirlerimi bir okuyucu gibi okurum. Özellikle yayınlandıktan sonra. Başka şairlerin getirdikleri şiirleri okuduğum gibi. Ben de şiirimin bir okucusuyum. Tabiî öteki okuyucularla önemli bir farkım var: onlar okuduklarıyla vehmederler. Şiirden aldıkları, büyüttükleri kendi içlerindeki bir kabiliyettir. Gördükleri eğitimle ve meslekleri ile de ilgili olarak çoğalmış veya eksilmiş hatta bitmiş kabiliyet. (Okul kitaplarındaki birkaç gazel kaside koşma ve İstiklal Marşı'ndan başka şiir okumamıştı. 1950'lerden sonra rahatlıkla politikaya atıldı. Bakan. belki hatta Başbakan bile oldu pek yaşamadı.) Ben sana anahtarı Yalnız Bende bulunan bir odaya girer gibi okurum kendi şiirimi. Onun hatıraları bendedir.

Zıtların ortak düşman karşısında yaklaşmaları gibi, inanışları farklı da olsa, şairler arasında gizli bir dayanışma vardır. Ortaktırlar. Ne var ki bunun mahiyetini anlatmazlar. Televizyon aletinin resmi nasıl getirdiğini anlatamaması gibi. Açıklamaktan perdelenmişizdir. Oysa resmi ileten dalgalanın ve aletin hatıralar edindiklerini arifler bilir.

Sanmayın ki hep yüceltiyorum şiiri. Zorlaştırmıyorum da. Sadece ne olduğunu ve bizim ne olduğumuzu bildirmeye çalışıyorum. Kötü şirin, isyankar şiirin, teslimiyetçi şiirin hallerini bilirsiniz. Bunların oluşunu, toplumun yapısıyla ve şairin yaratıcı katındaki yeriyle açıklamak mümkündür desem,deminden beri söylediklerimle çeliştiğim düşünülebilir. Ama çelişki yok, öyledir Düşünün ki bütün oluşlar ilahi takdir icabıdır ve bepsinin de bizim gördüğümüz kadarı ile sosyolojik bir açıklaması vardır. Yeni doğan çocuklar büyüyüp konuştukca, harfleri ve kelimeleri ana babaları ve çevrelerindeki insanlar gibi telaffuz etmedikçe büyümezler. Her yörede başka bir şekilde söylenir kelime. Oysa kelime bunların hiçbirisi değildir. O esasını bilmediğimiz şiir gibi vardır ve bizim duvarlarımızın, perdelerimizin arkasındadır.-

Sinek vızıltılarını rahatlıkla duyan ve bunu beslenmesinin ve hayata devamının başlangıcı yapan kurbağa, bir iki metre ilerisinde gürleyen sahra topunu duymaz, Hayatta bunu bilmekten başka bilgi edinememiş biri bile Allahı hemen tasdik mevkiindedir. Aksi oluşlara ve daha neleri bildikleri halde aksine yönelenlere hayret ederim, Büyük hayret ederim ve bu sima karşısında büyük korku duyarım. -Ve varlığımın derinliklerinde taşadığım "Olmak" hevesimi düşünüp korkuyorum. Bu hevesimin iradesi bulunsaydı ve kendi buyruğu ile var olabilseydi, rezil ve perişandım. - Korkumuzun nedenini araştırmak istemedim. Biliyorum ki oraya erişemeyiz. Ve biliyorum ki ne kadar korksak yine de az korkarız. Biliyorum ki bizi korku duyacağımız düşünce ve varlıklardan saklıyor yaratan, Korkumuz onların sezinlediğimiz etkilerinden ileri geliyor. Onları, o sesleri duysaydık, gerçeklerini düşünebilseydik, onlarla yüz yüze bırakılsaydık hemen ölürdük. Yaşasak bile akıl sahibi kalmazdık. Ve o zaman tebliğe muhatap olamazdık. Bunları düşünüce korkuyorum. Hayretim büyüyor ve sır ve sırrın sahibini biraz daha idrak ediyorum. Ve görüyorum ki yeni idraklerim yeni perdelerdir. Vardıkça hedefin uzaklığı büyüyor. Şimdi geç kaldığımın telaşıyla ruhen çırpanıyorum. Her secdenin ele geçmez bir fırsat olduğunu anlıyor ve "secdede olmadan secdede olmak" larımı ah-vahile anıyorum. Utanç içerisindeyim. 
Şiirle başlayıp, şiirin uzanabildiği yerlere kadar ilerledik.
(Ah şiiri bir de yazılan şeylerden ibaret saymasak.)
Günlük hayatta bile "şiir gibi" deriz. Asırlardır insan içine vuran şiirlerin ötesindedir "şiir gibi" derken işaret edilen bile. Şiir, o ana şiir damarı, tıpkı insan gibi, yaratana doğru gayret etmektedir. Bütün kainat ve içerisinde ecdadımız ve geleceğimizle biz evinden kaçmış gibi, yeniden yuvaya, O'na, eşyanın ve mananın tek mirasçısına varmaya çabalıyoruz. Yıldızlar bu nedenle, içine yüzlerce dünya sığacak kadar büyük, saatler bunun için çalışıyor, ay bu yolculuk içinde ikiye yanıldı.

Şiir tarafından ihmal edildiğim bütün zamanlarda, kendi halime, yalnızlığıma zalimce bir hayranlık duyuyorum. İçim kabarıyor, bıraksalar da ıssızlarda başım önümde, kendime gömülerek dolaşsam. -Yüzüm uçsuz bir çöle dönük dursam, korksam. Hemen arkamda kentler, yeşillikler, insanlar ve ilişkiler olsa bile. Yazdığım bütün şiirleri benden çalmışlar gibi özlüyorum. Onların sahibi olmadığımın bundan daha inandırıcı delili olabilir mi? Hiç olmazsa yalnız bana ait bir tek şiirim bulunsaydı. Var olmak hevesim işte böyle başkaldırıyor. Fakat masum olmasına, bağışlanabilmesine çalışıyorum Onu eğitiyorum. Onu okuyarak yatıştırıyor ve kalın parmaklıkları aralıyarak ağına düştüğü insanperestlikten özgürlüğe kurtarıyorum.

Cahit Zarifoğlu 
Yaşamak