BİR ŞEY YAZIYORSAN, ALTINA İMZANI ATACAKSIN. ALTINA İMZANI ATAMIYORSAN, YAZMAYACAKSIN!

Can Yücel’i seven çoktur.
En çok ben severim, diyemem de,
Ben farklı severim.
Sevgimin farkları, başka yazının konusu.

Sene ‘80 küsur.
Darbenin morarttığı izler henüz geçmemiş.
Memleket, en ufak bir toplantıya, bir imza gününe hasret.

Teyide muhtaç hafızamın hatırlattığı; ‘80 sonrası imza günlerini Nişantaşı’ndaki Akademi Kitabevi başlattı.
Sonradan görmüştüm, yarı bodrum kıç metrekare bir dükkandı. Orda ne güzelliklere imza attı.

Sonra Kadıköy’de, Şimdi İş Bankası Yayınları’nın olduğu yerde Gençlik Kitabevi vardı.
Daha Sonra, şimdi Nezih Kitabevi’nin olduğu yere taşındı. 
Galiba Türkiye’nin en büyük kitabevi oldu. Topu topu iki kattı. Her Cumartesi orda imza günleri yaptı.
Onun da altında bir yer daha vardı!
Sonradan, “Metalcilerin pasajı” , “Satanistlerin yuvası” diye yaftalanıp, baskı ve baskınların sonucunda kapanmasa da kararan, 
Akmar Pasajı’nın, üst girişinde bir yer;
Bilim Sanat Kitabevi.

Birgün haber aldım; İşte orda Can Yücel’in imza günü vardı.
Ben, önceden, Can Yücel’e sevgimi anlatan bir şiir yazmıştım.
Ben dediğim de; bir koca şaire şiir yazan, 18 yaşında genç bir çocuk!
Şiir dediğim de, harita metod defterinin elle yırtılmış sayfasına “Bic” kalemle yazılmış.

Şiiri yanıma aldım, soluğu da Bilim Sanat Kitabevi’nde aldım.
Evde daha önceden alıp, naylon şeker torbasıyla kapladığım, Can Yücel kitaplarıyla birlikte imza kuyruğunda yerimi aldım.

Nihayet sıra bana geldi.
Can Yücel kitaplara eğildi, İmzaladı.
Ben cesaretimi topladım.
El yazımla yazdığım şiiri, heyecandan titreyen ellerimle Can Baba’ya uzattım.
Dedim; “ Ben bunu size yazdım”
“Bunu” diyorum; “Bunu”! Şiir diyemiyorum, anlayın.
Can Baba, okudu, okudu, okudu!
Zaman benim için geçmek bilmedi.
Kafasını kaldırdı, çakmak çakmak gözlerini bana dikti.
Bekledi bekledi bekledi!
Ben heyecanla karışık korkuyla titriyorum; Küfürle barışık dilinden okkalı bir küfür bekliyorum.
- Bunu sen mi yazdın? Dedi.
“Şiir” demedi, “bunu sen mi, yazdın” dedi. 
Ne diyim?
- Evet, dedim.
- E, imzala o zaman, dedi.
Önünde, saygıyla, imzalamak için, eğildim.
İçimden, ölsem de gam yemem, Nobel verseler istemem, dedim; 
“Hey yumurtaya can veren Allah’ım, Can Yücel’in imza gününde ben Can Yücel’e şiir imzalıyorum. Daha ne olsun.”
Ben imzayı atarken, fısıldamadı gürledi; Belki herkes duysun istedi. 

Bence her yazarın kulağına küpe olması gereken, mucize bir vecize söyledi
- Bir şey yazıyorsan, altına imza atacaksın! Altına imzanı atamıyorsan; Yazmayacaksın!
- Şiirinizi de paylaşır mısınız?

Maalesef paylaşamam. 
Çünkü el yazımla yazdığım bir şiirdi. Yani tek kopya vardı onu da Can Yücel’e verdim. 
Ezberimde de yok maalesef. 
Ancak birkaç şey söyleyebilirim. 
Son kitaplarından birinde bir şiirini okuyup çok duygulanmıştım. 
Karısı Güler Yücel’e yazdığı bir şiirdi. Yaşlandığından ve ölüme yaklaştığından söz ediyordu. Hatta bir yerinde, “ölümü düzmeye gidiyorum” diyordu. 
Ben de Can Yücel’in öleceğini düşünüp duygulanmıştım. 
O şiire gönderme yapan bir şeyler karalamıştım. Can Yücel’e olan sevgimin ve onun şiirlerinin hep yaşayacağından filan sözeden ve fazlaca can Yücel’in şiir öykünen 10-15 satır. Şiir demeye 1000 şahit ister. 
Yine de ben imzaladıktan sonra katlayıp ya cebine ya bir çantaya koymuştu. Yani 18 yaşında genç bir çocuğun karalamalarını kaldırıp bir kenara atmamıştı.

Müfit Can Saçıntı