Yavrusunu uçurmaya hazırlanan
kuşa sor,
yağmur olup
damla damla gökyüzünden kopan buluta…
Çiçeği meyveye ulanmadan
koparılan dala sor,
doluya tutulmuş kızılcığa
çitlenbiğe
zerdaliye
kiraza…
Tren yollarına sor
telefon seslerine
mektup zarflarına…
Korudaki ispinoza
isketeye, sakaya, ibibiğe,
yuvasına dal arayan kumruya sor,
bahçelere
bayırlara…
Sokağın bütün gürültüsünü silerken gece
hasretin bağrını ateşe veren
rüzgârın sesine sor,
derin gökyüzüne
hırçınlaşan uykuya…
Uzun, upuzun gecelerin
çınlayan, uğuldayan örsünde
daralıp genişlerken yüreğim
kalem uçlarına sor
gözyaşlarına…
Onaran, cesur kılan
incecik sırları olan
bir veda havasıdır bu,
yine de dudağı inciten sözleri var
ardın sıra söylenen şarkıların…
Nefesin titremesin,
avuçların terlemesin,
solmasın sağnaklarda topladığın çiçekler…
Yapraklardan başka çıtırtısı kalmadı şimdi
o mahzun koruların;
gün günü kovaladı, ay güneşi
ve buluştu ayrılık vaktiyle hazan;
kelebekler kadar hafif dudaklarınla
alnıma dağıttığın sıcaklık
ruhumu nasıl da yaraladı…
Usulca uzanırken otlara
derin derin soluyorken yeryüzü seni,
boynunu boynuma alıştırır
nabzını nabzımda kamaştırırken
omuzlarında dinlenirdi bağrımdan kalkan kuşlar…
Dağa, uçansuya, köpüğüne dalganın,
uzayıp giden yollara sor..
Yüreğimde
rüzgârların kopardığı kayalar kadar
yalçın izleri kaldı bakışlarının…
İster yıldızlara sor
ister uçurumlara…
Nihat Behram
1977
-Hayatı Tutuşturan Acılar-