"Önce Refah Partisi’nin, sonra da AK Parti’nin ortaya çıkışı ve yükselişi, işte bu sorunun cisimleşmiş ifadesi, siyasî yansıması. Toplum bu partilere İslamcı oldukları için değil, ama Kemalist olmadıkları için oy verdi. Doksan yıldır sırtında taşıdığı Kemalist devlet yükünün biraz hafifleyeceğini umduğu için verdi."
Türkiye’nin sorunu İslam mıdır?
Yoksa Kemalizm midir?
Gündelik anlamda sormuyorum. Şu veya bu partiye oy vermek, şu veya bu somut politikayı savumak anlamında değil, çok daha genel, uzun vadeli, tarihsel anlamda soruyorum.
Geleceğin toplumunu tasavvur edebilmek açısından, daha adil, daha eşitlikçi, sömürüsüz, baskısız bir toplumun önündeki engelleri kaldırabilmek açısından soruyorum.
Türkiye’de son 15 yıldır yaşanan tüm siyasî gelişmelerin temelinde bu sorunun yattığını düşünüyorum da, o nedenle soruyorum.
“Yok yahu!” diyeceksiniz. Binlerce başka önemli konu sayacaksınız, ayrıntılı şeyler anlatacaksınız, meselelerin çok daha karmaşık ve çokyönlü olduğunu söyleyeceksiniz.
Elbette öyledir.
Ama sayacağınız konuların hepsinin temelinde, kökünde bu soru ve toplumun bu soruya verdiği cevap yatıyor.
Örneğin, AK Parti’nin üç kez seçim kazanmasının ve Başbakan’ın 2023’e kadar iktidarda olmayı planlamasının kökünde bu soruya toplumun çoğunluğunun verdiği cevap var.
CHP’nin çok uzun zaman iktidara gelemeyecek olmasının ve küçük ulusalcı “sol” partilerin silinip gitmiş olmasının kökünde bu cevap var.
On beş yıldır Türkiye’de yaşanan tüm keskin saflaşmalarda safları tayin eden, bu soruya verilen cevap.
Şeriat geliyor mu, gelmiyor mu? Necmettin Erbakan’ın başbakan olma hakkı var mıdır, yok mudur? Abdullah Gül cumhurbaşkanı olabilir mi, olamaz mı? Başörtülü bir kadın Çankaya’da oturabilir mi, oturamaz mı, Tapu Kadastro dairelerine girebilir mi, giremez mi? Tehlikenin farkında mısınız, değil misiniz? Ergenekon var mıdır, yok mudur? Genelkurmay’da darbe planları yapılmış mıdır, yapılmamış mıdır? Lav silahı lav silahı mıdır, boru mudur? Islak imza ıslak mıdır, kuru mudur? Silivri’de yatanlar vatan kahramanı mıdır, suçlu mudur? Anayasa, az da olsa çok da olsa, değiştirilmeli midir, değiştirilmemeli midir? 19 Mayıs törenleri tank, top ve tüfeklerle yapılmalı mıdır, yapılmamalı mıdır? Orhan Pamuk vatan haini midir, romancı mıdır? Azınlık vakıflarının devlet tarafından gasp edilen mülkleri iade edilmeli midir, edilmemeli midir? Yalçın Küçük zır deli midir, dünya çapında bir aydın mıdır? Soner Yalçın ırkçı ve Ergenekoncu bir ideolog mudur, Türk gazeteciliğinin onuru mudur? Suriye’de Esed emperyalizme karşı savaşan bir kahraman mıdır, eli kanlı bir diktatör müdür? Mısır’da devrim olmuş mudur? Darbe olmuş mudur? İyi mi olmuştur, kötü mü olmuştur?
Daha sayfalarca devam edebilirim. Ama gerek yok herhalde.
Hemen hemen hiç kimse bu soruların cevabını düşünürken, “Dur bakalım, Türkiye’nin sorunu İslam mıdır, yoksa Kemalizm midir? Ona göre karar vereyim” dememiştir elbet.
Ama insanlar aptal olmadığı için, bu toplumun büyük çoğunluğu, ayrıntılı ve değişken görüşleri ne olursa olsun, doksan yıldır nasıl yaşadığını, ceberrut ve silahlı bir devlet tarafından nasıl yaşattırıldığını biliyor. Ve belli ki bundan hoşlanmıyor.
Bu büyük çoğunluğun İslam’la, dinle, dindarlıkla, başörtüsüyle hiçbir sorunu yok. Ama kendisine Kemalizm adı altında dayatılan yaşam ve düşünce tarzıyla, bunların dayatılma tarzıyla, sopa kullanılması ve aba altından sopa gösterilmesiyle sorunu var. Yani Kemalist devletle sorunu var.
Önce Refah Partisi’nin, sonra da AK Parti’nin ortaya çıkışı ve yükselişi, işte bu sorunun cisimleşmiş ifadesi, siyasî yansıması. Toplum bu partilere İslamcı oldukları için değil, ama Kemalist olmadıkları için oy verdi. Doksan yıldır sırtında taşıdığı Kemalist devlet yükünün biraz hafifleyeceğini umduğu için verdi.
Ve yukarıda sıraladığım bütün saflaşma noktalarında aynı sağduyuyla davrandı. Resmî ideolojinin değil, onu eleştirenlerin yanında saf tuttu.
Bu saflaşmada Kemalist devleti, bu devletin derin ve sığ yapılarını, resmî ideolojisini eleştirmeyenler, başka hiçbir şeyi eleştirme hakkını kazanamaz. Başka eleştirilerini, örneğin AK Parti eleştirisini, geniş kitlelere dinletme şansını kazanamaz.
Bu nedenledir ki, CHP hem sayısal hem sınıfsal hem coğrafî anlamda dar bir yere sıkışıp kaldı, dar bir kitle dışında kimseye hitap etmiyor, kimseyi ikna edemiyor.
Aynı nedenledir ki, ulusalcı “sol”, halkın gözünde anlamsız bir hâle geldi, çaktırmadan CHP’yi desteklemek dışında yaptığı, yapabildiği hiçbir şey kalmadı.
Oysa sosyalist bir bakış açısı çok basittir: Başta AK Parti olmak üzere, parlamenter siyasette her şey gelip geçicidir; Kemalizm ise bu devletin temelidir. Hükümet politikalarına karşı mücadele etmek gerekir, elbette, ama aynı zamanda devletle mücadele etmeyene de sosyalist denmez.
Halkın gözünde, sorun İslam değil Kemalizm.
CHP’nin ve ulusalcı solun gözünde, sorun Kemalizm değil İslam ve dolayısıyla AK Parti.
Devletle, devletin resmî ideolojisi ve kalıcı kurumlarıyla sorunu olmayanlar, tek düşmanın hayalî bir “gerici İslam” olduğuna inananlar, kısmen çaresiz oldukları, halk desteği bulamadıkları için, kısmen de zaten Kemalist devlete inandıkları için, AK Parti’ye karşı muhalefeti bu devletin değerleri üzerinden, Kemalizm ve milliyetçilik temelinde yapıyor.
Bir iki örneğe bakalım. Andımız ve 19 Mayıs törenleriyle ilgili yaptırımlarına ve muhalefetin tepkisine bakalım.
Türk bayraklarıyla kültür fizik hareketleri
Bir zaman önce, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik şöyle dedi “Türkiye’de yaşayan yabancılar vardır. Mesela Bodrum’da yaşayan İngilizler var. Alanya’da oturan Almanlar var. Yabancılar bana mektuplar yazdılar, bakanlığımın ilk aylarında. ‘Biz Türk değiliz, biz Türkiye’de yaşıyoruz ve çocuklarımız Türk okullarına gidiyor. Her sabah çocuklarınızı sıraya geçiriyorsunuz ve onlara and içiriyorsunuz.’ dediler. İnsanî mi bu peki, doğru bir şey mi?”
Durum vahimdi.
Hem ‘Andımız’ tehlike altındaydı, hem de Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi.
Şeriat düzenine doğru adım adım ilerliyorduk.
Türk, Kürt, Ermeni, Rum, İngiliz ve Alman çocukların her sabah “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” diye bağırmadığı bir ülkede şeriatın gelmesine ramak kalmıştır, değil mi?
Bilimsel olarak da kanıtlanmıştır bu. Yapılan araştırmalara göre, bir çocuk, kökeni ne olursa olsun, haftada en az beş kez “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” demez ve en az iki kez “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözlerini duymazsa, sık sık “Allah, Allah, Allah” diye bağırmaya başlar ve damarlarındaki kan asaletini kaybedip Suudi Arap kanına dönüşür.
Bu dönüşümün kimyasal temeli henüz tam olarak anlaşılamamış olmakla birlikte, kanı dönüşen çocukların durup dururken namaz kılmaya başladığı belgelenmiş.
Daha bir yıl kadar önce, 19 Mayıs törenlerinin futbol sahalarında değil sadece okullarda yapılacağı ilan edilmişti.
Düşünebiliyor musunuz?
Zaten varlığını Türk varlığına armağan etmeyi artık düşünmeyen çocuklar, bir de ellerinde Türk bayraklarıyla kültür fizik hareketleri yapmazsa, o çocuklar ne olur!
Şeriatçı olur tabii. Her yıl en az bir kez birbirlerinin omuzuna çıkıp insan piramidi oluşturmayan çocuklar başka ne olabilir ki? Elbet şeriatçı olacaklar.
Tam da bu nedenledir ki, dünyada dindarlığın yaygın olduğu ülkelerde 19 Mayıs Bayramı kutlanmamaktadır.
Allah’tan, tehlikenin farkında olanlar, halkımızı ikaz edenler var.
CHP’li Muharrem İnce, “AKP iktidarı bizleri bütünleştiren değil, ayrıştıran, ortak geçmiş ve ideallerden uzaklaştıran, ulus bilinci ve vatan sevgisinden yoksun bırakmak isteyen bir iktidar olduğunu göstermiştir” demiş.
MHP’li Oktay Vural, Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’e “Adama bak, sen kimsin? İnsanın tüyleri diken diken oluyor” demiş.
Özgürlükçü, kitlesel bir muhalefet
CHP ile MHP’nin yanı sıra, sendikaların da tehlike karşısında uyanık olması insanın içini rahatlatıyor.
KESK’e bağlı Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız’ın “Milli Eğitim Bakanlığı Neyin Peşinde?” başlıklı açıklaması özellikle güzel.
“19 Mayıs’ın hedef alınmış olması, akıllara başka sorular getirmektedir” diyor Yıldız. “AKP’nin politikaları rejimle hesaplaşmasının bir ürünüdür. Bu hesaplaşma toplumun dinsel referanslarla yeniden inşa edilmesini amaçlamaktadır... AKP, Türk-İslam sentezi doğrultusunda İslamî vurgunun daha öne çıkarıldığı bir sistem ve yaşam biçimi yaratmayı hedeflemektedir.”
Anlaşılıyor ki, Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız “toplumun dinsel referanslarla yeniden inşa edilmesine” karşıdır.
Çok güzel. Ben de karşıyım.
Ama buna karşı çıkmak için, CHP ve MHP ile birlikte 19 Mayıs törenlerini, Andımız’ı, Gençliğe Hitabe’yi ve Mustafa Kemal kültünü savunmak mı gerekir?
AK Parti’ye muhalefet etmek için, sırtını Türk bayrağına ve mevcut devlete dayamak mı gerekir? Atatürk büst, heykel ve anıtlarının önünde poz vermek, ikide bir Silivri’ye gitmek mi gerekir?
Ne yapmak gerektiğini Gezi direnişi gösterdi: Ne Mustafa Kemal’in askeri ne de AK Parti’nin ahlak ve namus bekçisi olan, ne CHP’nin milliyetçiliğini ne de AK Parti’nin neoliberalizmini kabul eden, özgürlükçü, kitlesel bir muhalefet inşa etmek.
Oysa bu memlekette “sol” olduğunu iddia eden muhalefet, temel mücadelenin “İslamî vurgunun daha öne çıkarılmasına” karşı olduğuna ve bu mücadelede temel gücümüzün Kemalist devlete sarılmaktan geldiğine inanıyor. Hâlâ.
Muhalefet böyle olduğu sürece, ne CHP kalır, ne sendika kalır, ne de Ünsal Yıldız’ın üye olduğu türden bir “sol” kalır.
Ve AK Parti ilelebet başımızda kalır.
Roni Margulies
3 Ocak 2014
altust.org