Mısırlı Romantik Bir Şair: İbrâhîm Nâcî

Mısırlı Romantik Bir Şair: İbrâhîm Nâcî 

İKİMİZ 

Zavallıyız ikimiz, olsun üzülme! Gözyaşlarım seninkileri geçer. 

Sinende bir ateş varsa, benim yüreğimde de aşkın ateşi var. 

Senin saadet yıldızın batmışsa, benimki hiç doğmadı. 


DÖNÜŞ

Şair çocukluğunun geçtiği eve döndü. Ancak evi, çehresi değişmiş ve tanınmayacak bir halde buldu. Bunun üzerine aşağıdaki kasideyi yazdı. 

Tavaf edip durduğumuz ve sabah akşam secde ettiğimiz bu Kâbe 

Ondaki güzelliğe kaç kere secde edip tapmıştık. Şimdi nasıl da yabancıymışız gibi geri döndük

Düşlerimin ve aşkımın yuvası, ilk kez görüşüyormuşçasına karşımıza dikildi umarsızca

Tanımazdan geldi bizi, uzaktan gördüğünde nur gibi gülücükler saçardı oysa 

Çırpınıyor sol yanımdaki kalbim kurbanlık misali, sesleniyorum ben de ona: “Sakin ol ey kalbim!” 

Gözyaşı ve yaralı mazi de cevap veriyor: “Niye geldik? Hiç dönmeseydik keşke! 

Niye döndük? Hani aşkı içimize gömüp, özlem ve acıyı geride bırakıp da; 

Sessizliğe ve huzura razı olduk da hiçlik gibi bir boşluğa mı düştük?” 

Ey yuva! Dost (alışık olduğumuz kişi) uçup giderse şayet, diğeri bilemez akşamların anlamını 

Günleri hazan mevsimi gibi boş, çöl rüzgârlarını da ölüm habercileri gibi görür 

Ah feleğin bize ettiklerine bak! Sen misin yoksa bu yüzü asık kalıntı? 

Başı öne eğik hayal de ben miyim? Ne kadar da çok ıstırap çekerek geceledik! 

Nerede meclisin? Gece sohbetleri nerede? Nerede etrafa yayılmış tanıdıkların ve dostların? 

Ne zaman oraya baksam, buğulanır ve yaşla dolar gözlerim. 

Güzelliğin evine bıkkınlık yerleşmiş, nefesi de havasına işlemiş 

Çöküp yerleşmiş oraya karanlık, hayaletleri de salonda geziyor. 


"Yukarıdaki şiirin içeriğini incelediğimizde Nâcî, evini Kâbe’ye benzeterek sembolize eder ve zamanın her şeyi değiştirmesine yas tutar. Ancak bunu, Ostle’nin de dediği gibi sevgilisinin hatırasına ağlayan klasik Arap şairleri gibi değil, daha çok Fransız romantiklerden Lamartine’in Le Lac “Göl” veya Milly ou La terre natale “Milly ya da Anavatan” adlı şiirlerindeki gibi romantik bir tarzda yapar.75 Bir zamanlar sevgilinin, dostun ve bizzat kendisinin konakladığı yere, gözü yaşlı ve hüzünlü bir şekilde dönen Nâcî, “kalıntı” veya “yıkıntı” temasıyla okuyucuyu âdeta Câhiliyye dönemine götürür. Ancak Câhiliyye döneminden beri süregelen bu gelenek devreye girse de şairin geri dönüp bulduğu şey, çölde göç eden sevgiliye ait kalıntılar değildir. Bu kalıntılar, şairin çocukluk ve gençlik yıllarındaki anılarının kalıntılarıdır. Görüldüğü gibi Nâcî, “kalıntılar” temasını tam olarak klasik şairlerin tarzında işlemese de ustaca bir beceriyle modern şiirde kullanarak eski nazım geleneğini yeniden canlandırmaya ve farklı bir şekilde yorumlamaya çalışır.76 Nâcî bu şiirinde, dinsel imgelerin yanı sıra çöl, yolculuk, gece, kuş gibi romantiklerin kullandığı tabiat imajlarından yararlanır. Bunun yanı sıra “Çöküp yerleşmiş oraya karanlık, hayaletleri de salonda geziyor.” beyitinde doğaüstü unsurlardan da yararlanır.77 Bu şiir sembolizmden izler taşısa da, karakteristik bir romantizm şiiridir.78"

***

ZÂZ 

Ben çölde şaşkın, tek başıma… Bulutlar, susuz çölleri ne zaman hatırlayacak? 

Acı, ey gökyüzü! Ağzım kurudu ve oruçlu boğazımdan bir damla su dahi geçmedi 

Arzu pınarı kurudu. Mahmur gözlerdeki rüya ışıltılarından bir şey kalmadı. 

 Ey gözleri dolu dolu uykuyu tadan kişi, benim gözlerim hiçbir zaman uykuyu tatmadı. 

Beni ağlat, ne yaparsan yap ve istediğin gibi yak. Zulmet, düşmanlık et. 

Bu uzaklık dışında, gecelerinde ölümlerin gölgesi süzülüyor 

Orada hayat bitiyor, tükeniyor. Günler sanki yıkıcı bir balyoz gibi iniyor.

***

VEDA

Ey kalbim, Allah aşka rahmet etsin! Aşk, hayalden bir köşk idi, çöküp gitti. 
Bana şarap ver sen de onun kalıntılarına iç, gözyaşları aktıkça bana anlat; 
Bu aşk nasıl oldu da aşk masallarından bir hikâye oldu. 
...
Asla unutmayacağım seni, dokunaklı, tatlı seslenişlerin çıktığı bir ağızla, 
Adeta dalgaların arasından boğulan kimseye uzanan el misali bana doğru uzattığın el ile 
Ve gece yolcusunun hasret kaldığı bir şimşekçesine beni baştan çıkardığını. 
Heyhat o şimşek nerede senin gözlerin nerede! 
...
Ey sevgili! Bir gün elem şarkılarını söylediğin özlem kuşunun çalılığını ziyaret ettim. 
Sende öyle nazlar var ki güçlü kuvvetli kişileri çeker kendine 
Sana olan özlemim sinemi yakıyor; saniyeler kanımdaki kor gibiyken… 
...
Özgürlüğümü ver bana, bırak ellerimi! Ben her şeyi verdim, hiçbir şeyi geriye bırakmadım. 
Ah! Zincirlerin yüzünden bileklerim kanadı. Niye bırakayım ki! Onlar da bana hiçbir şey bırakmadı. 
Senin tutmadığın sözleri ben niye tutayım. Dünya benimken bu esaret nereye kadar? 
...
Ben nerede o büyüleyici sevgiliye bakmak nerede? Asalet, ihtişam ve hayâ onda; 
Emin adımlarla güzelliğe zulmeden, büyüklük hevesinde bir kral gibi yürüyor, 
Tepelerin esintisi gibi bir seher kokusu, akşam rüyaları gibi yaralayıcı bakışlar… 
...
Ben nerede senin bulunduğun meclis nerede? Uykumun en derin yerinde gördüğüm bir sihirsin.
Aşk, kalp ve kanım ben ve sana yaklaşan şaşkın bir kelebeğim 
Özlem aramızda bir elçi ve kadehi bize sunan içki arkadaşı… 
...
Aşk bizim gibi bir sarhoş gördü mü? Nice kez hayal kurduk etrafımızda! 
Sevincin önümüze atlayıp kabul ettiğimiz mehtaplı bir yolda yürüdük. 
İki çocuk gibi beraber güldük, koştuk ve gölgemizi geride bıraktık
...
Şaraptan sonra kendimize geldik ve ayıldık. Keşke ayılmasaydık! 
Uyanıklık, uykudaki rüyaları yok etti ve artık dost gece sırtını dönüp gitti. 
Işık yükselen bir uyarıcıdır ve şafak, pencereden bakan bir ateş gibidir. 
Dünya bildiğimiz gibi ve her sevgili kendi yolunda. ...
Ey şair! Uyukluyorsun ve o zamanı hatırlayıp uyanıyorsun 
Bir yara kapandıkça anılar yeni bir yara açıyor 
Bu yüzden nasıl unutacağını ve nasıl sileceğini öğren! 
...
Ey sevgilim, her şey kaderdir elimizde değil biz zayıf kullar olarak yaratıldık. 
Belki kaderlerimiz bizi bir araya getirir, görüşmenin zor olduğu o günde… 
Dostun dostu tanımadığı o günde biz iki yabancı gibi rastlaşırız. 
Herkes kendi yoluna gider. Biz böyle istedik deme! Ve bana kader böyle istedi de! 

Yıkıntılar 

Allah rahmet etsin bu sevdaya ey gönlüm
Hayalden bir kuleydi, yerle bir oldu bugün

Kalıntılarının şerefine iç, sun bana da
Anlat halimi, gözyaşları (yanaklarımı) suladıkça

Nasıl bir sevdadır ki bu dönüştü bir söze,
Yürek sızlatan hikayelerden birine

Ve bir yaygıya ki hayalî arkadaşlardan örülü
Sonsuza dek kayboldular gözden, yaygı dürüldü

Ey fırtınası dinmeyen rüzgarlar
Yağı tükendi, lambam söndü;

Yok olmuş bir vehimden beslenirken ben
Sadıkken daima sevdiklerime bu vefasız ömürde

Ne çok dolandım bu ömrün hançerinde
Meyletmedi sevda bana, uyku girmedi gözlerime

Yine de bu kalp hazırdır bağışlamaya
Affeder hançer ne zaman saplansa

Ey damarlarımda dolaşan sevda
Bir kadersin ölüm gibi, yahut ölüm tadında

Bir an dahi geçirmesek de mutlu gününde
Bir ömrü geçirdik mateminde

Ne bir damla gözyaşı koparmak isterim gözlerinden
Ne de zorla bir gülümseme, dudaklarından

Bir bilebilsem nereye kaçacağımı ondan
Nereye gidebilir ki kendi kanından kaçan

Unutamam seni, aklımı başımdan almışken
Tatlı seslenişlerin döküldüğü zarif dudaklarınla

Boğulan birine dalgalar arasından uzatılan
Bir el misali bana uzanan ellerinle

Ayaklarım yolun dikenlerden şikayet ederken
Âh olsun ey onların yöneldiği kıble

Ve ey parıltı, gece yürüyen yolcunun susadığı
Nerede şimdi gözlerindeki o parıltı?

Unutamam seni, aklımı başımdan almışken;
Yüce doruklarla… böylece tutuldum ihtirasa

Sen gökyüzümde bir ruhsun ve ben
Mücerret bir ruh gibi yükseliyorum sana

Ne muhteşem zirvelerdi o zirveler, üzerinde
Buluşur sırlarımızı açardık birbirimize

Burçlarından aralardık gayb perdesini
İnsanları birer gölge gibi görürdük eteklerinde

Güzelliğin, günün hiç batmayacak doğuşu gibi
Benim kârım ise gurûbun hüzünleri

Ve göçüp gitmiş kervanın gölgesinden kalanlar;
Sönmüş bir yıldızın bıraktığı ışıklar

Bıkkın bir kimsenin gözleriyle bakıyorum dünyaya
Usanç hayaletlerini görüyorum çevremde

Sevdanın cenazesi üstünde raks ediyorlar
Feryatları yükseliyor ümit mezarlarının üstünde

Heba oldu bu ömür, artık git
Vaadin bir hayalden ibaretti

Bir sayfa, zamanın küle çevirdiği
Üzerine sevdayı nakşedip sonra silerek

Seyret, neşeyle gülmemi ve raks etmemi
Kalbim paramparça olmasına rağmen

İnsanlar bende uçan bir ruh görür
Kederse beni değirmen taşı gibi öğütür

Vücut bulmuş haliydin hayallerimin, yıkıldın
Ellerim değil onu yıkan, kaderin elleridir

Yazık ona ki bilmiyor neyi harap ettiğini
Tacımı parçaladı, yıktı mabedimi

Ey yapayalnız, umutsuzların hayatı
Ey ıssız kimsesiz viraneler

Ey kendisinde tek bir sırdaşın bulunmadığı
Kavuran çöller, ey sonsuz sükunet

*****

Görebilmem ne mümkün; o büyüleyici
Asalet, azamet ve edeple donanmış sevgiliyi

Kendinden emin, bir sultan gibi yürüyen
Güzelliği acımasız, kibri hoşa giden

Tepelerde esen meltemler misali hoş kokan sihri
Akşamları görülen rüyalar gibi kaçıran gözlerini

Yüzü gören gözleri kamaştırır; dili
Nurun lisanıdır, göğün tabiri

Işıltısı doruğa ulaşmış cazibenle süslediğin
Yerlerde bulunabilmem ne mümkün şimdi 

Ben ki sevdayım, kanım ve kalbim
Sana yaklaşmış şaşkın bir pervaneyim

Aramızda arzudan bir elçi vardır
Ve bir dost bize kadeh sunmaktadır

İçince sunduğu kadehten, silkelendik bir an
Üzerimizde bulunan âdemî tozdan

Bedenin zorba kuvveti nasılmış bildik
Canlıya hükmeden, damarlarında coşan

Bir haykırış işittik ki gürültüsü
Kırbacı sanki bir celladın, azabı bir ilahın

Haykırış emretti bize, bizse isyan ettik emrine
Karşı çıktık kaplanmasına alınların zilletle

Zorba verdi hükmünü: suçlulardandık
Hayatın surları arkasına yollandık

Ey engebelerde yolunu şaşıran 
Diken ve kayaların yaraladığı iki sürgün

Karanlık her çöktüğünde hissettiler
Acıların ürpertisini, bu arındıran sürgünde

Kovuldular o yüce hayalden
Kara talihlere ve kör bir geceye

Kendi ruhlarından edindiler ışığı,
Işığını esirgedikçe dünya onlardan

Sen ne garip bir hale getirdin işlerimi
Tepelerde uçan kuşlar sardı çevremi

Kalbime desem ki bir an olsun kalk 
Leyla’dan başkasını terennüm edelim, reddeder

Örttü gözlerimi örtüler, reddederek senin
Gözlerin dışındaki gayeleri, yoktur başka isteği

Gözlerime örtüyü çeken sensin, sakın
İddia etme bu örtüyü benim çektiğimi

Ümitsizlik ne çok seslendi bana, kaldır at dedi
Alaycı kaderse cevap verdi: bırak olduğu gibi

Nasıl kör bir plandır ki bu, eğer
Azıcık görse gözlerim boyun eğmem ona

Eğer ona uyarsam yazık benim halime
Aksine uymasam, halime yazık yine

Eğildi başım lakin isteseler de onurumu
Tüm güçler satın almayı, yine de satmam onu

Ey sevgili uğradım günlerden bir gün yuvana
Hasret kuşu gibi terennüm etmek için dertlerimi

Sensin latif işvelerden gelen aheste tavırların,
Güç yetiren, müstebid kimsenin ithamlarının sahibi

Oysa sana olan özlemim dağlıyor kemiklerimi
Saniyeler kanımda tıpkı birer kor gibi

Yolunu gözlemekteyim bulunduğum yerde
Ayak seslerine pür dikkat kesilmiş bir halde

Ne zaman bir adım yere değse, kalbim
Kıyısına adım atan bir dalgaya benzer

Ey zalim Allah aşkına söyle daha ne kadar
Gözyaşı dökmeliyim ayaklarının bastığı yola

Sen ki rahmetsin, merhamet etmez misin
Ruhu kimsesiz kalmışa yahut şefkate susamışa

Ey ruhumun devası, ruhum yaratıcısına
Şikayet etmekte tabibinin zulmünü

*****

Özgürlüğümü ver bana, hür bırak ellerimi
Neyim varsa verdim sana, bırakmadım bir şeyi

Ah bana vurduğun bu zincir kanattı bileklerimi
Neden taşıyayım onu, eritip tüketmişken beni

Tutmadığın vaatleri ben tutsam ne çıkar
Yaşayacak bir dünyam varken esaret nereye kadar

İşte kurudu gözyaşlarım, bağışla onları
Dökülmemişlerdi senden önce hiç kimse için

Farz et ki kuş artık yuvandan uçtu
Karlar akın etti, ırmaklar kurudu

Buz tutmuş kalplerden ibaret bu dünya
Alev söndü, kor görünmez oldu

Kalbi saran alevler küle dönüşse
Sorma bana nasıl oldu bu diye

Sorma ve hatırla ateşle ısınan kimsenin ıstırabını
Tutuşturur kalpteki alevi de çıkaramaz kıvılcım bile

Allah merhamet etmesin, bana tüm hayallerimin
Beyhude olduğunu gösteren o amansız geceye

Taparcasına sevdiğimin kalbinin, gözyaşlarımla
Bir düşman gibi alay edişini gösteren geceye

Ne çok bilmek isterdim neler yaşandı da
Hapsoldu ruhun sürgülenmiş bir zindana

Zindanın derin karanlıklarında paslanmış ruhun
İşte böyledir ruhlar, kaplanır pasla

Alemi dapdar bir mezar gibi gördüm
Ümitsizlik ve sessizlik çökmüş üstüne

Gördü gözlerim sevdanın yalan dolanlarını
Bir örümcek ağı kadar güçsüz, kırılgan

(Susuyorsun), derdimi bilip acıdığın halde bana
Evladır dilsiz bir heykel ağıt yaksa gözyaşlarıma

Ayaklarının ucunda sona eren bir dünya,
Ve kapının eşiğinde can veren umutlar var

Çocuk gibisin derdin bana, ne zaman
Sevgim kabarsa, gözlerim buğulansa

Haklısın, bu sevda içimde bir çocuk gibi yaşadı
Ve büyüdü ama hiç akıllanmadı

Gördü ona doğrulttuğun anda darbeni
Koşuyordu öldürmeye susamış gibi

Darbe çocuğu hedef alıp kanattı kalbini
Ve adamın (tam) gururuna isabet etti

Eşiği geçtiğimizde dedim ki kendime
Acele et, elini çabuk tut azmettiğinde

Bırak yükselsin alevler her yanından mabedin
Yutsun içinde diz çökenleri, secde edenleri

Sadakatim geri dönmemi arzulasa da
Yaralı sevda reddeder dönmemizi

Yöneliyorum mabedi sarmış alevlere
Kuru dalın yanınca kıvrılması misali

Unutmuş değilim asla,
Ömrün o anını

Eserken yağmurun raksını
Alkışlayan rüzgar

Hatıralar için dövünen,
Aya içini döken

Coşkuya kapıldığında
Ağaçlarla güreşen

Rüzgarın, işte dinle budur
Şairin kulağına fısıldadığı

Sapkın bir kimsenin öğütleriyle
Aldatmaya çalışarak kalbi

"Ey şair uykuya dalarsın bir an,
Vaadini hatırlar da uyanırsın

Ne de olsa bir yara kapansa
Bir yenisi açılır hatıralarla

Öyleyse öğren nasıl unutulur
Öğren nasıl silinir

Sanır mısın ki aşk her zaman
Affetmek ve bağışlamaktan ibarettir?’’

*****

İşte bak kalplere ve kadınlara 
Kumlar sayısınca

Seç dilediğini
Bir ömür boşa gitti

Yeryüzünde yolunu kaybetti
Göğün çocuklarını arayan kişi

Çamur ve sudan
Nasıl bir maneviyat elde edilebilir ki

Ey rüzgar haklısın ancak
O benim sevdam, hevesim ve ye’sim

O ki ezelde kalbim için yaratılmış
(Daha) güneşim doğmadan o benim için doğmuş

Ona kavuşma emeliyle yumdum gözlerimi
Hatıralarına yasladım başımı

Rüzgar aklını kaybetti ve
Karanlığın şeytanları seslendi şaire

Bitti mi? Nasıl gönlün el verir
Henüz başlangıçta iken bitirmek

Ey yarasını, tekrar tekrar o yarayı
Deşecek sevgiliye teslim eden yaralı

Verseler de kara haberini
Ağlamaz o sevgili

Ey güç kudret sahibi kimse
Bir kadın için yıkılırsın mısın yere?

Nasıl bir haykırıştı o! Şairin kalbinde
Yalnızca ıstırap dolu anılar uyandırdı

Geceyi uykusuz geçirdi yanında ve uyandı
Kırık bir hançerden arta kalan parçalar gibi

Parıldadı nehir ve çağırdı şairi kendisine
Yürüdü şair yamaçtan aşağı, nehire

Azığı tükenmiş bir halde, azıksız çıkılan
Hiçbir yolculuk yoktur bu yolculuktan başka

Ey sevgili her şey yaz kader
Kendi ellerimiz değil bizi yapan derbeder

Belki kaderimiz birleştirir yollarımızı
Bir gün, kavuşmak imkansız görünürken

Eğer dost dostunu tanımaz da
Karşılaşırsak iki yabancı gibi

Her birimiz giderse kendi yoluna
Bir şey deme! Takdir buymuş de bana

Ey ebediyet şarkıcısı ömrünü heba ettin
İnsanoğluna söylenen şarkılarda

Oysa tek bir canlı dahi duymuyor bizi
Öyleyse gel taşlara söyleyelim ezgimizi

Ve idrakten yoksun ufak taşlara
Çukurlarda çürüyen kemik parçalarına

Söyle ezgini, göreceksin ki kıpırdayacaklar
Söyleyene acıyacak, müziğe ağlayacaklar

Ey ne zaman ağzımdan çıksa
Yenilip dönen ve bahtıma çarpan sesleniş

Ve ey temenni dolu şarkılardan bir haykırış 
Bana ağıt ve pişmanlık olarak dönen

Nice güzellik ve yücelik heykeli göründü bana
Hayat karanlık ve kederden ibaretken

Nağme diz çökerek atıldı heykelin önüne
O güzelliğin sağır olduğunu bilmeden

Dindi gece, ey uykusuz sabahlayan, zaten
Düştüğün şaşkınlığı anlayacak kalbi yoktur onun

Ey şair al eline gitarını
Anlat dertlerini dök gözyaşlarını

Yıldızların dans ettiği nice nağmeler vardır
Bulutlarla harp eder, yıldızları kırıp geçerler

Söyle şarkını, üstüne gün doğup
Karanlığın örtüsünü yırttığını görene dek

Ve eğer çiçekler ürkütülürse
Ve görürsen kalplerini korkunun kapladığını

Merhamet göster, yavaşla, onlar için
Narin nağmeler çal ve sil korkularını

Belki de ıstırabın beşiğinde uyumuşlardır
Rablerine yalvararak ağlamışlardır

Ey şair nice çiçek vardır ki bir gün olsun
Suçunu bilmeden cezalandırılmıştır


İbrahim Nâcî (Şâ’irü’l Atlâl)
Çeviren: Emine Sarı