Bir nüsha-i kübrâ idin, oğlum, elimizde:
Sen benden okurdun seni, ben senden okurdum.
Yüksekliğin idrâkimi yorgun bırakınca,
Kalbimle yetişsem diye, şâirliğe vurdum.
Şi’rin başı hilkatteki âheng-i ezelmiş...
Lâkin, ben o âhengi ne duydum, ne duyurdum!
Yıktım koca bir ömrü de, baykuş gibi, geçtim,
Kırk beş yılın eyyâm-ı harâbında oturdum.
Sen, başka ufuklar bularak, yükseledurdun;
Ben, kendi harâbemde kalıp, çırpınadurdum!
Mağmûm iki üç nevha işittiyse işitti;
Bir hoşça sadâ duymadı benden hele yurdum.
İstanbul, 4 Temmuz 1334 (1918)
Mehmet Akif Ersoy
Mısır'da Kur'an tercümesine başladıktan sonra, muntazam namaz kılıyordu: Kur'an'ı vak'alaştırmak istiyor gibi.
Bu tercüme onun Kur'an hifzını kuvvetlendirdi. "Tercümeye başladıktan sonra 'demir hafız' oldum" diyordu.
Mısır'da bazen bütün Ramazan bütün Kur'an'la teravih kıldırdı. Fakat bu teravih namazlarına her zaman cemaat bulamıyor, bazen oğlu Tahir'in cemaat diye önüne geçip imam oluyordu. Fakat hatimle kıldırılan bu teravih namazları uzayınca, Akif, "Bazen arkama dönüp bakıyordum, o da kaçmış" diyordu.
Akife, "Tahir'in kaçacağını daha sen söylemeden ben tahmin ettim, çünkü hem hatim, hem teravih... İnsan hikâyesini dinlerken yoruluyor" diyordum, gülüyordu.
Mehmet Akif
Mithat Cemal Kuntay