Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Böyleydi Şair

Şair gül yapraklarından yerdi Söğütlerin dibinde uyurdu Sonra "Arap Asrı" geldi. Şairlerin Diktatörlerin kucağında uyuduğu... Nizar Kabbani

İşitme engelli bir bebeğin anne-babasını duyduğu ilk an (şaşkınlık ve sevinci görülmeye değer)

De ki: "Sizi yaratan, size kulaklar gözler ve gönüller veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz!"   67/23

Yaşamak Bundan Sonra

Yaşamak bundan sonra, katlanılmaz eziyet! Bir ey istemiyorum artık ne zevk, ne para, Kaybolmuş baharıma beni götür, hâtıra, Hâfızam avut beni, beni kurtar ey şiir! Yaşamak bundan sonra, katlanılmaz eziyet. Bir şey istemiyorum, ne teselli, ne umut: Hareket edeceğiz!.. Kalbim dünyayı unut, Dağlar, taşlar, elveda; gün, hakkını helâl et! 1940 Ziya Osman Saba Bu şiir 15 Şubat 1940'ta Sevet-i Fünun'da "Yaşamak Artık Rabbim"  başlığıyla yayımlanmıştır. Dergide şiirin ilk dizesi: "Yaşamak bundan sonra, kalbe ne eziyettir"; ikinci dörtlüğün ilk dizesi ise, "Artık her şey orada: Sonsuzluğum, hürriyet, / Gökler maviliğinde bembeyaz açan bulut." şeklinde yer almaktadır. Ziya Osman Saba / Cümleniz / Can Yayınları

Yalnız

Kalbim, seninle bir gün yalnız kalacağız, Şu daha birkaç yıllık mihnetin sonunda Bir dere kenarında, çimenler koynunda, Seninle hayallere, yalnız dalacağız. Kalbim, sen çocuk kaldın, tanımadın kini, Memnun olacağım senden bir baba kadar. Derken, ürperecek bir rüzgârla kavaklar, - Seher! Dinleyeceğiz, sonsuz musikisini... 1939 Ziya Osman Saba Cümlemiz / Can Yayınları

Gün Gelir

Gün gelir, hatırlamak bile bir acı olur. Gençlik aşkı, sevinci, daha dünkü ümidi... Yumruklasan göğsünü bir boş yankı duyulur. Gün gelir, en gür çeşmeler damla damla kurur. Bakarsın, bir yazın ağaçlarında şimdi Üç-beş kuru yaprak çırpınır durur. Ziya Osman Saba

Kim Bilir

İlk yağmur damlası düştü Kuru yapraklarına güzün. Ardında kış kıyamet, Dert, hüzün. Alınyazısı hepsi.... Kısmet.... Ha yazı, ha kışı geceyle gündüzün, Kim bilir kaç günü kaldı Ömrümüzün? Ziya Osman Saba

Ölmek Konusunda

Ha üç gün önce, ha beş gün sonra. Geldiğin gibi gidişin. Nereye gittiyse anan, baban, Peşinden kardeşin. Bir yaprak dökümüdür dört yandan. Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş, Bir sabah gazeteyi açarsın ki: Ölmüş! Daha dün gibidir hepsi. Evlendiğin gün çekilmiş resim. Mesutsun bak, çoluk çocuğunla. Geçti kaç mevsim... Gençtin, dinçtin... hepsi bir zamanlar. Nerende şimdi ağrın, sızın? Yatakta mı, yavaş yavaş Ya sokakta ansızın? Birkaç bahar, bir o kadar kış. Ömürdür; uzun, kısa. Ne ise göreceğin; Kısmet ne kadarsa. Hangi yılsa o, hangi ayın hangi günü, Saati çalınca, gelince sıran. Nasıl yaşadıysa habersiz, Nasıl öldüyse bunca insan... Ziya Osman Saba

Hz. Ali'nin Oğluna Nasihatleri

Ey oğul! Hayatımın son demlerindeyim. Günden güne zayıflıyorum. Onun için sana bu öğütleri bildirmekte acele ediyorum. Çünkü düşündüğüm bütün şeyleri sana söylemek için fırsat bulamadan ecelimin gelmesinden, vücudum gibi hafızamın da zayıflamasından, heva ve heveslerin veya dünya fitnelerinin benim nasihatımdan önce kalbine hâkim olmasından; bunun neticesi olarak da huysuz bir ata benzemenden endişe ederek sana nasihatimin bir kısmını yazıyorum. Ey oğul! Benim bu vasiyetimden edineceğin şeylerin en hayırlısı, Allah'tan korkup Ona sığınmak, Onun sana farz kıldığı şeyleri yerine getirmek, ecdadının ve geçmiş iyi insanların izini takip et mektir. Ey oğul! Şimdi sen kendi nefsine nasıl güven ve itimatla bakıyorsan, senden önce gelip geçen ecdadın da aynı şekilde kendilerine güveniyorlardı. Şimdi sen nasıl düşünüyorsan, onlar da öyle düşünüyorlardı. Fakat neticede iyi  ve doğru şeyleri tuttular, vazifelerini noksansız yapmaya çalıştılar. İşte onların neticede vardıkları şeyi...

Dedikoducu

Bana nasılsın diye sorarsan

Beni  Süleymli şairin dediği gibi; Bana nasılsın diye sorarsan, derim ki: Acımasız zamanın acılarına karşı hâlâ umutla direniyorum. Hüznün bıraktığı izlerin yüzümde görülmesine hâlâ dayanamıyorum. Dara düşünce dostun üzüntüsü, düşmanın sevinci hüzne boğuyor beni. (Hz. Ali'nin kardeşi Akil b. Ebu Talib'e yazdığı mektuptan)

sevdiğim gözyaşları biriktiriyorum

Cebimde olanları taşıyorum. şaşırmadan sırasını, tek tek ezberleyerek, kayboluşunu düşenlerin. Ruhumda uzaklara götürmeye, topluyorum yerden, daldan, nereden bulsam. Kalabalıklaşan şehirlerden bulup taşıyıp, ne yapıp edip, sevdiğim gözyaşları biriktiriyorum. Sığ bir bataklık oluşturuyorum kendime; yetmez öldürmeye ayakta dursam. Uzanıyorum… Sahir Üzümcü

Bir kez gönül yıkdunısa bu kıldugun namâz degül

Bir kez gönül yıkdunısa bu kıldugun namâz degül Yitmiş iki millet dahı elin yüzin yumaz degül Erenler gelüp geçdiler dünyâyı koyup göçdiler Havâya agup uçdılar bular hümâdur kaz degül Cân odur kim Hak'a ire ayak odur yola gire Er oldur alçakda tura yüksekden bakan göz degül Münkir ile müdde'îyi sayma buçuga koyanı Git ahûra tak buları her kim (ki) 'âşık-bâz degül Togrı yola gitdünise er etegin tutdunısa Bir hayır da itdünise birine bindür az degül Yunus Emre

Ne varsa harap bir kalpde var

Gönlün varsa gönül kabesini tavaf et. Anlam kabesi, gönüldür; ne diye toprak sanıyorsun onu? Tanrı, sılret Kabe'sini tavaf etmeyi, onun vasıtasiyle bir gönül ele alasın diye buyurmuştur. Bir gönül incittin mi bin kez yaya gitsen de Kabe'yi tavafetsen Tanrı kabul etmez. Malını-mülkünü ver de bir gönül al; al da o gönül, mezarda, o kapkara gecede ışık versin sana. Tanrı kapısına binlerce altın torbası götürsen Tanrı, bize birşey getireceksen gönül getir der. Çünkü der, altın, gümüş, kapımızda hiçbir şey değildir; bizi istiyorsan istediğimiz gönüldür bizim. Senin, bir saman çöpü kadar değer, vermediğin yıkık gönül, Arş'tan da üstündür, Kürsi'den de, Levh'ten de, Kalem'den de. Hor bile olsa gönülü hor tutma, o horluğuyla gene de pek üstünler üstünüdür gönül. Yıkık gönül, Tanrı'nın baktığı varlıktır; onu yapan can, ne de kutludur. Kırılmış, iki yüz parça olmuş gönülü yapmak, Tanrı'ya hactan da yeğdir, umreden de. Tanrı defineleri...

İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir

İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin Ya nice okumaktır Okumaktan mani ne Kişi Hakk’ı bilmektir Çün okudun bilmezsin Ha bir kuru emektir Okudum bildim deme Çok taat kıldım deme Eri Hak bilmez isen Abes yere gelmektir Dört kitabın manisi Bellidir bir elifte Sen elif dersin hoca Manisi ne demektir Yunus Emre der hoca Gerekse var bin hacca Hepisinden iyice Bir gönüle girmektir Yunus Emre

İçerde

Haberin var mı taş duvar? Demir kapı, kör pencere, Yastığım, ranzam, zincirim, Uğruna ölümlere gidip geldiğim, Zulamdaki mahzun resim, Haberin var mi? Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş, Karanfil kokuyor cıgaram Dağlarına bahar gelmiş memleketimin... Ahmed Arif

Yalnız Değiliz

Bir ufka vardık ki artık Yalnız değiliz sevgilim. Gerçi gece uzun, Gece karanlık Ama bütün korkulardan uzak. Bir sevdadır böylesine yaşamak, Tek başına Ölüme bir soluk kala, Tek başına Zindanda yatarken bile, Asla yalnız kalmamak. Şafakları ben balığa çıkarım Akan akmayan sularda Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden Bir bahar akşamı dünyada. Ben dört duvar arasında değilim Pirinçte, pamukta ve tütündeyim, Karacadağ, Çukurova ve Cibalide. Zehirli kör yılanları Ve sıtmasıyla Gün yirmidört saat insan avında Karacadağda çeltikler. Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi - Ayak bileklerinde bir dizi boncuk, Sol omzunda nazarlık, Dağ başında unutulmuş üşümüş, Minicik bir aşiret kızının - Damla-damla, berrak olur pirinci. Kamyonlarla, katır kervanlarıyla Beyler sofrasına gider... Çukurovam, Kundağımız, kefen bezimiz Kanı esmer, yüzü ak. Sıcağında sabır taşları çatlar, Çatlamaz ırgadın yüreği. Dilerse buluttan ak, Köpükten yumuşak verir pamuğu. Külhan,...

Babamın Bavulu

Ölümünden iki yıl önce babam kendi yazıları, el yazmaları ve defterleriyle dolu küçük bir bavul verdi bana. Her zamanki şakacı, alaycı havasını takınarak, kendisinden sonra, yani ölümünden sonra onları okumamı istediğini söyleyiverdi. “Bir bak bakalım,” dedi hafifçe utanarak, “işe yarar bir şey var mı içlerinde. Belki benden sonra seçer, yayımlarsın.” Benim yazıhanemde, kitaplar arasındaydık. Babam acı verici çok özel bir yükten kurtulmak isteyen biri gibi, bavulunu nereye koyacağını bilemeden yazıhanemde bakınarak dolandı. Sonra elindeki şeyi dikkat çekmeyen bir köşeye usulca bıraktı. İkimizi de utandıran bu unutulmaz an biter bitmez ikimiz de her zamanki rollerimize, hayatı daha hafiften alan, şakacı, alaycı kimliklerimize (personas) geri dönerek rahatladık. Her zamanki gibi havadan sudan, hayattan, Türkiye’nin bitip tükenmez siyasi dertlerinden ve babamın çoğu başarısızlıkla sonuçlanan işlerinden, çok da fazla kederlenmeden, söz ettik. Babam gittikten sonra bavulun etrafında b...

Sevgili Dost

Sevgili Dost, Zarfın üstüne ismini yazıp postanedeki memura uzatıyorum. Memurda zarfı geri uzatıyor bana. Bunun üzerine yaşadığın şehrin ismini yazıyorum. Memur başını iki yana sallayıp, geri veriyor zarfı. Bu defa oturduğun semtin ismini ekliyorum. Hayret, zarf yine karşımda.. Cadde ismi de yetmeyince, sokağın adını yazıyorum. Fakat, memur ısrarla kaşlarını havaya kaldırmaya devam ediyor. Bu sefer apartmanın ismini yazmak zorunda kalıyorum. Memur "numarası" diye azarlıyor beni. Apartmanın numarasını da yazıp hışımla veriyorum zarfı. Memur ayağa kalkıyor… Bir adım geri çekiliyorum. "Daire numarasını da yazacaksınız!" diyor, nazikçe.. Daire numarasını da yazıyor, sonra kendimden emin bir şekilde gülümseyerek uzatıyorum zarfı.. Memur önce cebinden bir mendil çıkartıp alnındaki terleri siliyor. Sonra sesini kalınlaştırarak: "Pul" diyor."Pul!" Demek yazdıklarımı sana ulaştırabilmek için küçük bir bedel ödemem gerekiyor. Elimi cebime atıp bozuk p...

Böyle Başlamak İstemezdim

Karbonları silik çıkmayan bir hayat seçtim kendime. Kendimi çok özledim. Bir martının sesini duyarım. Bir çocuğum olur adını gün ışığı koyarım. Aşk dersem sus! Aşk dersem öl! Hep sperma, hep yas, benim mi bu mika aldanış. Sözleriniz ne güzel, gözleriniz sis, lütfen yüksek sesle sevmeyiniz. Sıcacık bir serçe düşer gözlerimden. Uzar akşamların sıkıntısı, uzar ay kılıklı bir aşk, evlere sığmaz... Yalnızlığım yalnız kaldı Güvercin uçuşu bir öpücük alır mıydınız? Saat altı. Hüznün mesaisi bitti. Hadi içelim, şimdi insan olma vakti. Bir adam çekip giderim buralardan ıslığıdır. Çekip gidemez buralardan bu onun dalgınlığıdır. Ey kül rengi kadın sahi siz en pıhtı tanıdığım mıydınız? Gün bir uyanmak gibi gerinir. Neyimize yetmez küf ve su, baharat konuşur. Öpün üşüyen ağzımdan, köpürsün gövdem. Şaşırsın böcek! Konuşsun lamba! Korkunç uyumsuzum. Ey gecelerimin ormanı, düzelt hüznümü, köpürt! Su rengi çiçeğim, kestane saçlım, buğum benim. Gece ve çıplak. Çıngırak ve tomurc...

Narkissos

Teiresias, o ünü her yana yayılmış kahin Aonia şehirlerinden geçerken Soranlara birçok şeyler söyledi kusursuz ve doğru. İlk defa gövel gözlü Leiriope denedi Sözlerinin gerçek ve onun güvenilmeye değer olduğunu. Günün birinde Kephisos sularını döndüre döndüre onu kucakladı, Dalgadan kollarıyla sardı, dileğine erişti. Gebe kaldı o güzel Leiriope ve dünyaya geldiği anda nymphaların bile Gönül vereceği bir çocuk doğurdu, adını Narkissos koydu. Danışanlara, onun yetişkin bir yaşın uzun senelerine Erişip erişemeyeceğini soranlara geleceği söyleyen o falcı "Kendi kendiyle tanışmazsa" buyurdu. Boş sanıldı toyunun uzun zaman sözleri, Sonunda olaylar sevdasının, garipliği ve ölüşü Gösterdi doğru olduğunu dediklerinin. Çocuk olduğu kadar, Kephisos'un oğluna, Bir genç diye de bakılabilirdi on beşine bir yıl daha katan ona. Arzusunu kamçıladı nice kızların, nice delikanlıların; Çıkmadı ama içlerinden ona ulaşabilen ne bir oğlan ne bir kız. (Onun ince vücudunda yatan ...

Kaç, Kurtul Benden

beni mutfak sandalyesine bağlıyorsun sesi tanrılardan çalıp sana getirmem için dışardan martıların seslerini yakalıyorum sadece sen, ben, bugün var.  sadece sen, ben, bugün vardı. ben yapacak daha iyi bir şeyim olmadığı için yaşlanıyorum bugün, herkesin orospusu ve sen, şiir sevmiyorsun çıplak baldırımın üzerinde kırmızı kayış mesela ben senin yalnızlığını sevecekmişim şimdi kış mezarların üzerinden soğuk rüzgârlar esiyor gözlerin yaşlı bir tren gibi yavaşlarken yakalıyorum seslerini: gıcırtılar, gıcırtılar sabah erken, sen tanıdığım en güzel gülen sarhoşsun ve şiir sevmiyorsun altımızdaki sandalye giderek yabancı bir lisandan konuşuyor şekspir bakılmak istiyor kapıyı onun için aralık bırakıyoruz yokluğunu büyütmeye hazırlanırken yıldızlar ve işte bak düşüyoruz ne iyi ne iyi yık gözlerini kır kulaklarını öteler dışarda kalsın çünkü şiir sevmiyosun bir babanın arkasında bir bıçak gibi kendine sakladığı kız bıraksalar götürürdüm seni ...

Helene İçin Sonnet

Siz de ihtiyarlayacaksınız, gün gelecek; Yün bükecek bir mum ışığında, hayran hayran, “Ronsard ne kadar da çok öğmüş bir zaman!” Diyeceksiniz, mısralarımı söyliyerek. Bu söz üzerine hizmetçiniz irkilerek, İşte yorgun düşüp bir kenarda uyuklayan Ve adımı duyar duymaz yerinden fırlayan Hizmetçiniz… Ömrünüze dualar edecek. Kemiklerim bile kalmamış, o toprak altında, Rahat olacağım ben o gün ruhlar katında; Sizse ocak başında çömelmiş bir ihtiyar. Eski günleri o zaman ararsınız, arar; Hemen yaşamaya bakın dinlerseniz beni; Dem bu dem, devşirin hayatın çiçeklerini. Pierre de Ronsard Türkçesi: Orhan Veli

Sone

Bir çiçek demeti gönderiyorum size, Kendi elimle kopardım bu çiçekleri; Yarına kadar hepsi döküleceklerdi, Biri çıkıp akşamdan onları dermese. Size güzel bir ders olmalı bu hadise; İstediğiniz kadar güzel olun şimdi, Kaybedeceksiniz elbet bu güzelliği, Bu çiçekler gibi solacaksınız siz de. Zaman geçiyor sultanım, geçiyor zaman. Zaman değil geçen, en güzel çağı ömrün; O büyük dalga bizi de alacak bir gün. Göçüp gittiğimiz gün biz de bu dünyadan Unutulur sevdiğiniz, sevildiğiniz, Sevmeye bakın geçmeden güzelliğiniz. Pierre de Ronsard Türkçesi: O.Veli Kanık

Han Duvarları

-Osmanzade Hamdi Bey'e-     Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,     Bir dakika araba yerinde durakladı.     Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,         Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...         Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,         Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.         İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!         Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,         Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...         Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,         Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,         Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...         Ellerim takılırken rüzgârların saçına     Asıldı arabamız bir dağın yamacına.         Her tarafta yükseklik, her ta...