Ana içeriğe atla

Kayıtlar

kar yağıyordu karanlığa etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

ÂŞIĞIN SON NEFESİ

Yalnızız, yapayalnız. Şaşkın ve öfkeli gözlerle etrafımıza bakıp tüm bu olup bitene bir anlam vermeye çalışıyoruz. “Gördüğüm ve hissettiğim şey neydi?” diye sayıklayıp cevap bulmak için birilerini arıyoruz fakat anlıyoruz ki eşrefi mahlukat olan insanın hamuru bu şaşkınlıkla yoğurulmuş. Kesin bir cevap yok. Bildiğimiz tek şey geldik ve gidiyoruz. Misafiriz, evimize dönüyoruz. Tüm bu gerçekliğe rağmen insan, kendisini teskin edecek, gönlüne ferahlık üfleyecek bir şeyler arıyor, bir gerçek ya da bir düş. Tüm bu zorlukların, acıların, ayrılıkların ve kayıpların üzerini örtecek bir rüyaya ihtiyaç duyuyoruz. Tam da bu noktada imdadımıza şiir yetişiyor ya da biz her düştüğümüzde “imdat” diyerek kapısını yumrukluyoruz şiirin. Biliyoruz ki o kapının ardında bize iyi gelen, yalnız olmadığımızı hissettiren ve bize ait bir parça var. Şiirin kapısı açılacak, telaşla kendimizi içeri atacak ve salonda örtüsü ağarmış o ikili koltuğa güç bela oturup biraz nefesleneceğiz. Şiir bize kendimizi ikram e...

Kadersiz

O gidiyor gevşek ve titrek adımlarla  O gidiyor, elinde eski bir bavul  Kar başladı ve derin bir gece yeni başlıyor  O işin sonunu böyle bir başlangıca bağladı O gidiyor, ama nereye? Bir dostun semtine mi?  Bir misafirhaneye mi? Ya da akrabalarının yanına mı?  Acaba kim hiçbir şey söylemeden kabul edecek  Onun böylesi karışıklığını, şaşkınlığını, perişanlığını?  Onun her adımındaki uzunluk bir cadde kadar  Tereddütler içinde yüz hikâye bırakıyor yere  Uyurgezer gibi istemeden yürüyen beden  Bir dükkânın tezgâhına geçiyor  Camlarda perişan görüntüsü beliriyor  Gece renkli saçlarına çöken karla birlikte  O tatlı düğün gününü akla getiriyor  Siyah saçlarında tül gibi duran kar  O gün, o çiçek, o tüy ve danteller arasında  Beyaz teni, şirin dudağı büyüleyiciydi  Coşku ve mutluluk içinde göz açıp kapayıncaya kadar  Adı deftere yazıldı eşinin adının yanına Ertesi gün küçük aşk yuvasında  Yüksek arzu...

Ayran

Köyden istasyona giden yol, eriyen karlarla diz boyu çamurdu. İki mızrak boyu yükselen güneş, tarlaları hala örten karların üzerinde pırıltılarla ve göz kamaştırarak yanıyor, fakat yoldaki pis su birikintilerine vurunca donuk sarı bir renk alıp boğuluyordu. Kocaman ve altı çivili kunduralarını çıplak ayaklarına geçirmiş olan küçük Hasan, sağ koluna aldığı güğümü, ara sıra dinlenerek sürüklemeye çalışmaktaydı. Bazan sol elindeki çinko maşrapayı yere bırakarak ağır yükünü vücuduna daha az ağrı verecek bir şekilde kavramak istiyordu. Ağzına kadar ayranla dolu olan güğümün alt kenarı her adım atışında dizlerine vurmakta ve dirseğine kadar geçirdiği sapı, kolundan kurtulup önüne yuvarlanmak ister gibi, ileri hamleler yapmakta idi. Kunduralarının arka tarafı o kadar dışarı doğru eğilmişti ki, çocuğun topukları ayakkabının ökçesine değil, doğrudan doğruya çamura basıyordu. Yaz kış, her gün gitmeye mecbur olduğu bu iki saatlik yol bu sefer daha uzamış gibiydi. Tam yarı yolda...

Edebiyatta kış kokusu

Büyük bir uykunun mevsimidir kış. Yalnızca doğa değil, insanoğlu da onunla birlikte bu uykuya hazırlar -bedenini değilse de- ruhunu. İlkbaharın sağaltıcı neşesi, yazın baştan çıkarıcı enerjisi ve sonbaharın hüznünün ardından, kış bir teselli gibi geliverir. Şimdi ruhu uykuya yatırma zamanıdır. Uyumanın ve unutmanın zamanı… Tıpkı Ahmet Muhip Dıranas’ın da dediği gibi “Beyaz dokusunda bu saf rüyanın/ Göğe uzanır - tek, tenha - bir kamış/ Sırf unutmak için, unutmak ey kış!/ Büyük yalnızlığını dünyanın.” “Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum” der Nâzım Hikmet ise. Çünkü unutabilmek için önce hatırlamamız gerekir. Ve biz o uzun kış ayları boyunca işte en iyi bunu yaparız. Çünkü, Tomris Uyar’ın da “Rüzgârı Düşün” adlı öyküsünde söylediği gibi “ Yağan kar, gerilere sürüklüyor düşünceyi.” Önce her şey onun kokusunu duymamızla başlar. Tıpkı Füruzan’ın “Sabah Eskimişliğin” adlı öyküsünde olduğu gibi; “Havalar birden soğuyacak, sokaklar kış kokmaya başladı.” Ve sonra onun alametlerini görürü...

Kış

Yine kış, Yine şems-i mesâda, ah o bakış, Yine yollarda serseri dolaşan Aşiyansız tuyûr-ı pür-nâliş... Tehi kalan ovalar Sükût eder sanılır mevsimin gumûmuyla Harab olan sarı yollarda kalmamış ne gelen, Ne giden, Şimdi yalnız kavâfil-i evrâk Mütemâdi sürüklenir bir uzak Ufk-ı pür-ıztırâb u nevmide. Yine kış, yine kış, Bütün emelleri bir ağlayan duman sarmış... Ahmet Hâşim

Ağrıyınca Kar Yağıyor

Ağrıyınca kar yağıyor bu seziş saatinde parmaklıklar sessiz ve ıslakken tüm solgunluklar uzaktı oyunların sonuna zaman yaratılmışı kullanan saklı gözlerinden biriyle yol aralarına gizlenmişi düşürüyor yavaştan. Bu nehir sürükleyişiyle ve o ince ıslaklıkla yaşama rengarenk karartılardan ve bir sonbahar ölüsünden tırmana tırmana yüzleri yüzlere gizleyip bir bakıvermekti uzaktan soluk soluğa kapanan gölgelerin aralanmadan yığılan yankısında içten içe - bir denizse kırılıverdi gözlerimde. Geldiğim yer yürürdü ve artık pek dönmeyen göktendi kayıklara çözülüverdiğim külrengi sabahları ertelenen düş gezilerinde ağlarken yazsonları bahçelerden bahçelere sessizlik bırakan bakışın başlayıp tükeniverdiği bir ağaçkabuğunda ismini bulmaktı yazdığın ve durmadan şaşırmaktı yakarışların hertürlü ellerinde bir duygu gibi değişmiyor anlamsızlığı. Herşeyin aranmasında ben bulunmaktım ama bir telaştan gizlenmiştim de korkulu bir yağmur sonrası geçemiyordum birinden diğerine. ...

Evlilik Tabutu

Ve kimi günlerde kar Kadınların yüzüne yas tülleri örter Ben olabilirdim ölen, ama değilim Ara sıra ölmeyi istedim, ama değilim Bir ölü kalkıp evine nasıl gider! Cevdet Karal

Biz Olmadan

Bir sabah Uyandık ki Her taraf kar kar Uyuyorduk hepimiz Ah Nasıl yağar Hiçbirimiz olmadan Cahit Zarifoğlu

Spleen (Melâl)

Bin seneden ziyâde yaşamışım gibi hatıralarım var. Hesap pusulaları, şiirler, muhabbetnâmeler, dâvâlar ve şarkılarla, makbuz kâğıtlarına sarılmış ağır saçlar dolu, çekmeli bir büyük dolap benim kötü beynimden, daha az sır saklar. Bu umumi bir mezardan ziyâde, ölüleri hâvî, bir ehramdır, cesîm mahzendir. - Ben ayın menfur bir mezaristânıyım ki orada vicdan azapları gibi uzun kurtlar sürünür ve dâimâ benim en aziz ölülerimin üzerine savlet eder. - Ben solmuş güllerle mâli eski bir kadın salonuyum; orada bir yığın, mevsimi geçmiş modalar gömülüdür, orada yalnız melûl pasteller, (buşe)nin soluk tabloları, ağzı açık bir şişenin kokusunu teneffüs ederler. Karlı senelerin sık kuş başı karları altında, mağmum meraksızlığın semeresi, melâl, ebediyyet nisbetlerini aldığı vakit, uzunlukta hiçbir şey, kısalan günlere muâdil olmaz. - Bâdemâ, sen ey madde-î zîhayat! sisli bir sahrânın umkunda uyuşmuş müphem bir koku ile muhat bir granit taşından başka bir şey değilsin; gamsız...

Küllenen

karlı ve tipili bir gece yarısı bir eski dost çaldı kapımı bıyıkları mavi buz sarkıtları eskimiş kaputu yırtıklı postalı.     -tak tak, kimdir o      kim, ya gelmişse      gecelerin kara      yüzlü konukları.     -yabancı değilim      benim      sana kalbimi      getirdim konacak yer arayan ürkek bir kuş gibiyim bu aldığım kapı da paslı bir kilitse unutup koştuğumuz delikanlı aşkları kırmızı bir balık yaşamı akvaryumda     -içeri gir      üşümüşsün      sen bizim      türkümüzsün. Dağılınca atkısından Odaya kar parıltıları       -karşılaştı            -bakışlarımız              ...

Kar Kar

Farı, kalbim, farı da Kapına yığılacak karları Kürüyeme! Ben senin necinim, kalbim Kulun, kölen, müneccim İşlerin, açmazlar - - koş aç, koş aç! Rafında kapkacak, torbada un Al bir lenger kar Deve hamurunu kendine kendin! Yokum ben, bıktım, gerçek bıktım Kapan derdinle içerde Acılar mı anılar mı kar kar. Behçet Necatigil

Kış Şiiri

Selamına cevap vermiyor kimse Başlar öne eğilmiş, Cevap vermek ve görmek için dostları Kaldırmıyor başını. Hiç kimse. Bakışlar ayak uçlarında görmüyor başka yeri Ki yol karanlık ve kaygan Ve eğer biri sevgi ile uzatsa elini Zoraki koynundan çıkartarak uzatır Zira, havada yakıcı bir soğuk var. Nefes göğüs boşluğundan gelerek bulut olur karanlıkta Ve bir duvar gibi durur gözlerinin önünde İşte budur nefes! bundan başka nesi var gözün Dostların uzak yakın gözlerinden başka? Ey benim civanmert mesihim! Ey kırışık gömleğiyle yaşlı Mesih nefeslim! Alçakça bir soğuk var havada… ahh…. Nefesin sıcak başın huzurla dolsun. Selamımı sen al aç kapıyı ! Benim ben bütün gecelerin konuğu Bir çingene gibi kederli. Benim ben o tekmelenmiş taş. Benim yaratılışın alçak sövgüsü. Ne Rumdanım ne kumdan, renksizlerin renksiziyim. Gel aç kapıyı, aç, canım sıkkın. Dostlar! Yoldaşlar! Yılların ve ayların misafiri kapının arkasında, Bir dalga gibi titremekte. Dolu yağmıyor, ölüm de...

Başbaşa

İşte bir vazoda açmış iki gül İşte bir saksıda eşsiz kuşkonmaz. Gülleri gördükçe gönlüm bir bülbül Saksıya baktıkça içimde bir haz. Dışarda fırtına, uğultu, tipi Odada sessizlik tutulur gibi. İşte o da geldi, evin sahibi Oturduk, eskiden konuştuk biraz. Dışarda fırtına, tipi... Yerler kar İçerde başbaşa iki bahtiyar. Onları ısıtan eski bir bahar Dışarda yepyeni bir kış, bir ayaz. Ahmet Kutsi Tecer

Yat ve Uyu!

Bu karanlık, bu uzun kış gecelerinde… Soğuk, buzdan bir perdeyle süslerken camı, Dolaşırken birçok siyah gölge odamı, Damarımda kurşunlaşıp donarken kanım; Yine seni düşünmekle geçer zamanım… Bu kimsesiz… Bu mahzun kış gecelerinde… Serpilirken pencereme avuç avuç kar… İçerimde hicranlardan bir nehir akar… Karların da lambam gibi rengi sarıdır… Onlar yırtık bir mektubun parçalarıdır: Rüzgâr, sana yazdığımı geri getirdi… Pencereden dondurucu bir nefes girdi… Rüzgâr yaptı her çatıda ayrı bir makam… Yine senin hayalini gördüm bu akşam… Hançeremden alev gibi çıktı bu çığlık: -Git istemem! .. Git istemem! .. Çık odamdan çık! .. Ah! .. Ne dedim? . Hayır gitme.. Hayır gitme… Gel! .. Ben git dedim, dedim ama sen işitme… Gel! .. Sensin beni en onulmaz yerimden vuran, Fakat sensin yine boş ömrü dolduran… Bu çılgının senden başka muini var mı? .. Gitme… Beni senden başka kimse anlar mı? .. Gözlerimi sen ki başka bir ufka açtın… Nerdesin ya? .. Nerdesin ya? .. Ah neden kaç...

Yalnız

Haykırışan kargalar Darmadağın uçuşuyor kente doğru. Neredeyse yağacak kar Yeri yurdu olana ne mutlu! Donmuş kalakaldın, Hanidir gözlerin arkada! Boşuna kaçışın, ey çılgın, Kıştan uzaklara! Dilsiz ve soğuktur binlerce çöle Açılan bir kapıdır dünya! İnsan senin yitirdiğini yitirse Bir yerlerde duramaz bir daha! Sen şimdi solgun, sarı Kış gurbetlerine lânetli, Hep soğuk gök katlarını Arayan bir duman gibi. Uç git, kuş, söyle ezgini Issız çöl kuşlarının sesiyle! Göm, gizle, ey çılgın, kanayan kalbini Buzların, alayların içine! Haykırışan kargalar Uçuşuyor kentten yana, dağınık; Neredeyse yağacak kar Yeri yurdu olmayana çok yazık! Friedrich Nietzsche Çeviri: Behçet Necatigil

Kar Yağıyordu Karanlığa

sana da yağdı mı kar gözlerine usul usul ince bileklerine kirpiklerine son yapraklarına kalbindeki umutsuz dalların usul usul sallandı mı senin sana da yağdı mı kar Mehmet Can Doğan dışarda kar usulca söylenir içimde gidilmemiş parklar dedesi olmamış çocuklar üşür. Birhan Keskin Damdaki kar içeri akıyor: Odamda ilkbahar. Süreyya Berfe Size bir olay anlatayım, çok kısa Bir kış günüydü, kar yağıyordu Gök sapından boşalmış papatya yaprakları gibi duruyordu Edip Cansever Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu. Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu. Yahya Kemal Beyatlı getirir akla çocukluktan bilinmez hangi soruları kar gecesi uyandırır ölüme değgin korkuları yalnızlık bir samanyoludur genişler düşüncede Attila İlhan Şimdi düşerken kar kefenin, toprağın, kalplerin üstüne Giosue Carducci Birbirine ye's ü havf lâhık Geh kar yağar idi geh karanlık Şeyh Galip bu akşam hüznü zehirliyor artık beni kar yağıyor, kocaman bi...

Kar Mûsıkîleri

Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu. Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu. Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı, Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı, Bir erganun âhengi yayılmakta derinden… Duydumsa da zevk almadım İslâv kederinden. Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta, Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta. Birdenbire mes’ûdum işitmek hevesiyle, Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle. Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık, Uykumda bütün bir gece Körfez’deyim artık! Yahya Kemal Beyatlı

Kar Kasidesi

-prenses zinia'ya... uzun rüzgarlar karanlığın dalgın sansarları atlayıp dağıtırlar telaşlarıyla ürperen karları sihirli bir lambadır bardaktaki güller gecede yıldızlar donmuş göllere düşen buz billurları düşten geyikler kudurtur kızıl buğulu kurtları bir ulumadır kanlı/açlıkları uzar gecede duman dumana kaybolur kar ışığında kısrakları nedir saklı bir özlem midir kızak çıngırakları geçen yüzyıldan kalma bulutlu bir pencerede köpekler mi sarmıştır kar uykusunda koruları yankılanır saltanatlı bir geçmişten av boruları yalan değildir yaşanmıştır kimbilir ne zaman nerede dinmez boşluklarda karın soğuk ve sürekli ısrarı yumuşak hantallığıyla kaplayışı uçurumları kül mavisi bir pus ufka bir perde çeker de kayıp kervanlar belirir uyandırıp korkunç hanları duyulur batmış şehirlerin boğuk sabah ezanları kılıç gibi bir mehtabın yarattığı o depremde getirir akla çocukluktan bilinmez hangi soruları kar gecesi uyandırır ölüme değgin korkuları yalnızlık bir samanyolu...

Güftesiz Beste

Sizi dün bekledim o yollarda Ki gezindikti bir zaman karda, Kararan gözlerimle rüzgarda Sizi dün bekledim o yollarda!.. Sanıyordum unuttunuz adımı; Dediniz hissedince maksadımı: "Beni hala bu genç unutmadı mı Ki bugün bekliyor bu yollarda?" Nice sevdalılarla sevgililer Aşkı yollarda böyle beklediler! Nice sevdalılar da var ki diler Akşam olsun bu kuytu yollarda!.. Yahya Kemal Beyatlı

Guido Piva 'nın ölümü üzerine

Şimdi düşerken kar kefenin, toprağın, kalplerin üstüne ve yaşamın boğulmuş sesi dağılırken soğuk havada, sen, güzel çocuk, göçüp gidiyorsun; belki de solgun bulut karşılayacak seni şuracıkta yalnızlıklarında akşamın ve dağılıverecek senin gibi narin. Bizse ılık güneşlerde yorgun bir arzu ruhları sardığında, çiçekler açtığında ve döndüğünde cam gözlü Proserpina, Bizse, seni düşüneceğiz, delikanlı, dönmeyecek olan seni. Gümüşsü ay ışığında nisanda geçecek gözümüzün önünden sevdiğimiz hayalin bizi selamlayarak. Giosue Carducci Çeviri: Semra Alemdaroğlu