iri puntolarla aklınıza kazıdığınız, insanlık için küçük ama sizin için büyük bazı sahneler vardır. yaşım henüz beşti ve ellerimle masanın kenarına tutunmaya çalışıp parmak uçlarımda durarak, masanın üzerinde olup biteni izlemek için çırpınıyordum: masada rakı vardı. güzel de bir sofraydı. babam rakıyı severdi; annemse kokusundan bile hoşlanmazdı. 1989 yılbaşı gecesiydi ve babam rakısını yuvarlayıp sezen aksu şarkıları dinlerken, ben de babamın içtiği o şeyden içmek istedim. çünkü su katıyordun içine; o şeffaf içecek, bembeyaz oluveriyordu. üstelik içinde cam gibi de buz küpleri vardı. hem de babam içiyorsa bu şeyi, o gerçekten de iyi bir şey olmalıydı. bu rakılı-rokalı yılbaşı ritüelini izledikçe, “içeceğim” diye tutturdum; babam bu isteğime direnince de çılgınlar gibi ağladım. ardından babam -gözyaşlarıma dayanamamış olsa gerek- annemden ince belli bir çay bardağı istedi. bardağın içine rakıyı koydu, suyla karıştırdı ve “iç” dedi. “buz da istiyorum” dedim. çünkü çocuklar iste...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"