Kayık hafif bir kuğu gibi sakince Sakince gidiyordu Karûn’un üzerinde Güneş sahildeki hurmalığa doğru Ufkun eteğinden çekiliyordu Ufuk sularla oynaşırken Bürünüyordu bambaşka bir görkem ve gize Gelinciklerle dolu ovada sarhoş bir rüzgâr Sanki gidiyordu sendeleye sendeleye Genç, dalgaların bağrında kürek çekip Sürüyordu kayığı ve kayıktaydı canı Hüzünlü sesini bırakmıştı rüzgâra Gönlü tutsak, gam hastası: “İki zülfündür rebabımın teli Ne istersin bu harap halimden Bize yâr olmaya niyetin yokken Neden her gece düşüme girersin” Kayığın içinde gece rüzgârından Dalgalanıyordu hafifçe saçları Kayıktan dalgalara eğilmiş bir kadın Parmak uçlarıyla okşuyordu suyu Ses, gül kokusu gibi rüzgârda Yavaşça yayılıyordu her tarafa Hüznün sıcaklığıyla genç söylüyordu şarkısını Okşayan bir el ararken: “Bana bal değilsen neden zehirsin Yârim değilsen neden yanımdasın Merhem değilsin gönül yarama Neden yaralı yüreğime tuz serpersin” Ses yoktu ve kadının akşam alacasında Gece mavisi rengine bürünüyordu yüzü...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"