Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Abdülkadir Budak etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

TANIM VE KONUM

Aşk su alan bir tekneymiş, inandım Su alan teknenin içinde kaldım Abdülkadir Budak

ADIN

Adını anıyorum yangın çıkıyor Adını anmadığım zamanlarda üşürüm Bütün gemilerden kovulan tayfayım ben Çünkü güllerimi denize düşürürüm Olmadık zamanlarda geliyor adın Karıştırıyor beni çocukların arasına Yeniden işe alınmamı sağlıyor Ricalarda bulunarak kaptana Saksılı bir pencereden giriyor Gece yatısına geliyor adın Sokuluyor yorganımın altına Güzel şeyler oluyor anlatsam anlatamam Diyelim su doluyor çöldeyken matarama Adın göle inen geyik sürüsü Saklıyor avcıların tüfeklerini Bir kitap dolusu şiir oluyor Çözüyor gecenin dilsizliğini Adın ipek gömleğimin deseni Abdülkadir Budak 

Yedi Eyvah

1/ Fayton koştular diyorum atlara Kırbaçlar yedi fayton, kan ter içinde Bazen olur böyle şeyler Yer değişir inanmakla yetinilen değerler Fayton koştular diyorum atlara Çocuklar bu işe anlam verdiler Ey faytonu fayton, atı sadece at bilenler! Ey faytondan bir at olup inenler! 2/ Tuhaftır, yaprağın yerine geçti rüzgâr Yaprak yerine geçince öğrendi savrulmayı Bir ağaçtan bir daldan uzak düşmek nasılmış Can çekişmek parkta içen sarhoşun ayak altında Güzün simgesi olmak, yaz logosu olmak varken Rüzgâr bunu yaprağa dönüşünce öğrendi Kim ne kadar ders almıştır, bilinmez Bilinir bir rüzgârın kopararak estiği Ey rüzgârken yaprak olup düşenler! Ey yaprakken rüzgârı aşk bilenler! 3/ Usta çıraktan öğrendi dükkan süpürmesini Azar , küfür ve kulağı çekilmek Nasıl acı verirmiş, usta bunu öğrendi Şimdi kuşlar açıyor dükkanını her sabah Yıldızlar kapatıyor akşam olunca Roller değişti birden, değişir bazen Bir çay söylüyor usta bir koşu çırağına Ey her zaman usta olan çıraklar! Ey ustalaştıkça çırak kal...

DÜŞMANIMIN SAYISI ÜÇ

Tabutuma ilk çiviyi kim çakar Doğrusu bunu merak etmiyorum da İlk kim merak eder ayakkabı numaramı Üstelik dünyayı yürümelerden Kurtulduğum sırada        Ayakkabı numaram kalacak, biliyorum        Ayaklarım değil de İlk kim anar adımı yas günlerinden Çıktıktan hemen sonra ve de lanetle Üçten fazla düşmanım olmadı benim Uğraştım, indiremedim sayıyı bire        Düştüğüm kalacak, bunu da biliyorum        Yürüdüklerim değil de Abdülkadir Budak 

Unutulmaz babaların öldüğü / Annelerin ise onlarla gömüldüğü

Ölmemiş olsaydı babam Gülüşünü güz örtmezdi annemin  Dikenler batmazdı küçücük ellerine  Oyuna ara vermiş kardeşlerimin  Ölmemiş olsaydı babam  Raydan çıkmazdı bir tren  Bir vapur batmazdı yolcularıyla  Annemin yastığı dönüşmezdi hiç  Zehrini salan yılana Abdülkadir  Budak *** BABAM VE GÜZ Başlık yanıltmasın sizi, babam yaza benzerdi Ama her zaman için güzden yaprak alacaklı Babam yaza benzerdi, kendine susamam için Gözlerine bakardım, kurumuş kuyu ağzı Yaza benzerdi babam, balkonda çay içmeye Ya bana öyle gelirdi ya bardaklar kanardı Babam bana benzerdi, bir göl manzarasına Aniden fırtına çıkar kayık dediğin batardı Abdülkadir  Budak “ Çok sözünü ettim bunun . Babamla problemleri olan bir çocuktum, belki her çocuğun babasıyla problemi vardır ama sanıyorum benim biraz daha fazlaydı. Babamı yitirdiğimde orta ikideydim. Çocukluk şâirin ana yurdudur denir ya... Sanıyorum öyle, yıllar sonra ben "Babalar ve Oğullar" diye bir şiir yayınladım İzmir...

Vasiyet

Erken öleceğim göreceksiniz  İçimden uzaklaştı bir atın kişnemesi Gül soldurdum, dışlandım bir bahçeden  Duvar sandım bileğime çaktım çiviyi  Kibritimi kaybettim, yoğunlaştı karanlık  Uğraştım, yakamadım güneş sandığım mumu  Bir çığlığı ezberime aldım ben İyiye çıkmayacak tabut yorumu  Kimse bulup getirmedi annemin gülüşünü  Babamın öldüğü gün evden çıkıp gitmişti  Yanlış masal kahramanı olduğumu, tuhaftır  Masalsız büyüyen çocuklar söylemişti  Sokağın öbür ucunda tabelasız bir dükkan  Kör makasın kestiği kumaş parçacıkları  Aşk gömleği dikecekmiş, prova bekliyor  Ustalık trenini kaçırmış terzi çırağı  Kumaşım araya gitti, yenisini alamam  Usta gibi konuşan bir çırağa inandım  Hazırdım okyanusun tuzlu suyunu içmeye  Yağmur birikintisine eğilmek zorunda kaldım  Tabut sözcüğündeki ürpertinin anlamı  Lekesiz beyazlık verir umarım kefenime  Annem öldüğünde öyle yapmıştım  Gül çakın tabut...

Kırgın Arkana Bakma

O şehrin salıncakları düşürdü çocukları İtfaiyecileri sözleştiler yangınla Irmağının kıyısına çadır kuramam artık Elimi uzatamam kapı tokmaklarına Çarşafları kirli artık, yatamam otelinde Çaylarını içemem bildik park kahvesinin Irmağının kıyısına çadır kuramam artık Halam beni bir daha o şehre beklemesin O gün düşürdüm cebimden, getirmesin bulanlar O şehirde çektirdiğim son hatıra resmini Artık her yerim üşüyor, o şehir benim için Avcı duvarında asılı ceylan derisi Bastırılmış duyguların şiirini yazmalıyım Mezun verdi güz okulu bu yıl da Kelebek kanatlarını kopardığı doğrudur Bahçelerini kuşatan dikenli çit tellerinin Sabun arıyor şehir, ellerini yıkayacak Benim içimden gelmiyor başkası versin Bilmiyorum ne kadar sürecek kırgınlığım Yama tutar mı bilemem yüreğimdeki yırtık Arada bir giderdim çocukluğumu bulmaya Gitmek gelmiyor içimden büyüdüm artık Abdülkadir Budak

BABAM VE LİMAN

Limanın anlamını çözer mi yanaşan gemi Bunu denize sorsam daha derine iner Liman bir şey söylemez belki de gemilere Açıklarda içine demir atmışsa eğer Babam limandı belki, yanaşmayan gemi ben Aynı suların açığı, kıyısıydık ikimiz Susmak ona özgüydü eşlik etmekse bana Ben şimdi anlıyorum, martıydı eksiğimiz Abdülkadir Budak  (1952) BABAM VE YOLCU Babamdı içimdeki yolculuklardan biri Uçuruma çıkmasını hangi oğul isterdi? Hadi ben hayırsızım raydan çıkmış trenim Daha acısı baba, yolcu da benim! Abdülkadir Budak

Kalbin Öteki Yarısı

kuşun yeni karılmış zifte konması gibidir kefeni yeğlemesi bir kışın kar yerine yakıcı yaz gününde gölgenin çekip gitmesi çekilmesi gibidir kabına sığmayan nehrin çarmıhlı bir yorumla belki de İsa özeti ikiye bölünür bir kalp, duymaz acıyı öteki bir köy boşaltılırken Dilan’ın aşkı eskir çocuklar büyür birden, anneler şaşırmaz buna yıldızlar erkenden yatar, lambanın gazı tükenir kerpiç düşer yarım kalır bir duvar geyiklere rastlanır avcıların gözlerinde ah böyle zamanlarda sıradan biri olur saçları kırk belikli güzelim Dilan bile Elbet veda edilemez bir köy boşaltılırken varsa sandık odaları anılar kalır orada gözyaşıyla çizilmiş bir kalp resmi bulunur Dilan’ın D’si görülür öteki yarısında Konuşma ustasıyız kısık seslerimizle habire kül üretiriz ateşlerden habersiz körükleriz bir yangını söndürmek umuduyla kendimizi temize çektik sanırız Bir köyün boşaltılması nasıl şey sorusuyla Abdülkadir Budak (Adam sanat Mart’96)

Yanlış Anka Destanı, “I.”

Ürkekliği kimliğine ekleyen Bir ceylanın ikizidir yazdığı şiir  O eski huyudur, bırakamadı  Hep yaralı imgelere rastlar da  Tutar ellerinden eve getirir  Öteki özelliği sürüyor daha  Yeterince gizleyemez kendini  Yanlış anlaşılmaya bu yüzden alışıktır  Ve usulca ağlamaya  Avcılardan korktuğunu söyler o  Tutup ikinci dizede açıklar nedenini  Hangi kıyılarda denizi seyrediyor  Arıyordu, buldu mu o özgün kimliğini Abdülkadir Budak

Güz Okulu Mezunu

Yazdıklarımın özeti: kuğuda boğulan havuz  Avcıların yanında poz verdiği ölü ceylan  Kendini kanatan gül imgesi  Leyla içerikli korkak kahraman  … Beni yanlış bir masala kilitledi çağ  Yazdıklarımın özeti: Aşkın kirlendiğidir  Kendine saplanan bir hançerle tanıştım  Duydum kuş çığlığını fırtınalı günlerde  Raydan çıkacak trene herkesten önce bindim  Umutsuzluğun yakıştığını gördüm bu çağa  Bin bir güçlükle edindim aşk markalı kumaşı  Usta kılıklı çıraklar gömlek dikemedi bana  Daldan düşen yaprağı en iyi ben anladı m  Güz okulu mezunu olabildim sonuçta  Onca kitabın özeti: Yama tutmayan yırtık  Pop seven çocuklara yaylı tambur dinletmek  Bunda ısrarcı olmak, yazdıklarımın özeti  Çekilmek konusunda sabırsız tetik  Aşk iksiri biçiminde mermi çekirdekleri Abdülkadir Budak “Uçurum Hakkı” adını taşıyan  bir şiir yazarak şiir yazmaya veda etmiştim bir zamanlar. Yayımlamıştım bu şiiri, kendimi oku...

İçimdeki Dansına Ara Verdi İspanya

Büyük Umutlar Caddesi’ndeki hiçbir ev benim değil Hindistanım yok benim, bende Nil kıyısı yok Adım yok afişinde çok tutulan bir filmin Bana değil tufanı andıran bu alkışlar Her zaman iyi gelirdi Ülkü Tamer okumak O da iyi gelmiyor nedense şu sıralar Ankara manzaralı Çankaya sırtlarım yok Gitaristi değilim ünlü bir topluluğun Bisikletle dünya turu düşlemiyorum artık Sallamayı bilmiyor bindiğim kör salıncak Karada yüzmesini öğrenemeyen gemiyim Bu yüzden trenlerim İstanbul’a kalkacak Çok isterdim Çin Seddinin mimarıyla konuşmayı Kanat ile pençe arasına sıkışmış kartal ağzıyla Bütün bunlar olmadı Madrit’e gidemedim İçimdeki dansına ara verdi İspanya Haydar gel çay içelim konuşalım aşklardan Seni bilmem ama ben çok kötüyüm Moskova kışı gibiyim bu yaz gününde Taşla doldurulmuş bir kuyu göğsüm Abdulkadir Budak

Ev Zamanı

1. Büyük istasyonlardaki büyük vedalar için Trenler uzun bekler güzel bir gelenektir Büyük istasyona benziyor artık bu ev Tren bir yolcu daha edinecek demektir Bulunduğum ruh halinden şöyle bir bakıyorum Şu odanın biçimini alan ben değilim sanki Şu mutfağın çeşmesinden akmamışım su yerine Sofrayı donatmamış oturmamışım balkonda Özellikle çocuklara sarılıp baktığım zaman Olduğumdan daha güzel göstermemiş beni ayna Bir kartal karıştırmış kayalıklarla bu evi Parsın homurtuları pençeleri bu evde Evler baykuş olunca sözler saptırılıyor Yırtıcı hayvanlara benziyorum bu yüzden Kırılanın sayısı her geçen gün artıyor Gülümseyen fotoğraflar eksiliyor albümden Eşyalar beni tanırdı yer verirdi bir koltuk Sandalye benim için yanaşırdı masaya Ördüğü dantellere benzerdi karım Çocuklar avcı görmüş ceylanın gözlerine Bir kez daha ben bu eve benzerdim Ölmüş anne resminin çerçevesine Köprüsüz ırmaklar aramızdan geçiyor Ev odayı ısıtmıyor oda yalnızlığımı Bir kuyuya düşer gib...

Sağlama

Yalnızlık sessizlikte yapıyor sağlamasını Zehir sağlamasını yılanın çatal dilinde Bisiklet rüyasında çocukları görüyor Bisikletin sağlaması çocuk sevinçleriyle Giyotinin sağlaması kestiği boyunlarda Yokluğunun sağlaması eli bıçaklı gece Kumsalda sağlamasını yapan garip tekneyim Bir denize bakarak ve büyük gemilere Düğünden cenaze törenine geçilir hani Yokluğun öyle bir şey, ölüm tetikte Boş konserve kutusunun tekme yemiş haliyim Çok ağır kokuyorum yalnızlık çöplüğünde Sevgiliye özlem bir bisiklettir Öte yandan yoksul çocuk düşünde O kadar özledim ki sevgilim seni Bütün yoksul çocuklar bisikletlerde Abdülkadir Budak

Yanlış Anka Destanı

Uzun bir öyküdür, anlatanı bulunmalı Bir dizeyle özetlenir: Koklanmayan gül üşür Ama açmalı onu, birazcık kanatmalı Şiiri, sevdayı içerir öykü Yolcu düşkünü hanları Söz düşmez hancıya, o ne bilir ki Bir acı şiirle nasıl örtüşür Yüzünü ayaz mı yalamış, hancı Her zaman bir sıcaklığı öpmüştür Yolcumu ki toz tadını tanısın Hancıdır o, bu şiirde bir simge Açıklamak için kimi şeyleri Araç olacak belki de (Eski sözdür: Kuşlar kanat açmalı Bu öyküyü dinleyen bulunmalı) Abdülkadir Budak

Hayatta Ben En Çok Annemi Sevdim

Can Yücel`e nazire Ona göre baştan beri iflâh olmaz biriydim Babam korkuydu bana, annem yürek serinliği En sevdiği oğluydum -bana hep öyle gelirdi- Uzun avcı öykülerini ilk ondan dinlemiştim Hayatta ben en çok annemi sevdim Sözümona büyümüştüm, ekmek getirirdim eve Annem öldü, düşüyorum, koptu salıncağın ipi Anahtarsız bir kilide benzediğim doğru şimdi Saçlarına tırmanırdım tutunup yıldızlara Kokusu kalmıştır diye kapandım odalara Kıyamazdı bilirdim şiirler yazan oğluna Sevgilim terkedince benden fazla ağlardı İstiridyeydi annem, içinden inci çıkardı Hergün daha da büyüyor yüreğimdeki yırtık Annemi anılarda bile bulamıyorum artık Babamın hemen ardından gitmesi gerekmezdi Evinin badanasını yarım bırakıp erkenden O gün bugündür bana gülden önce gelir diken Dedim ya anahtarını yitirmiş bir kilidim Hayatta ben en çok annemi sevdim Abdülkadir Budak

Aşk Beni Geçer

Çünkü bacakları uzun, mesafe tanımıyor ...Çünkü rüzgârın atında, büyük deneyiminde Elbette aşk beni geçer haritayı kendi çizmiş Dağları iyi biliyor, nehirleri de Bir ateşin koynunda uyuyorken bile geçer Serin su başlarında dinleniyorken bile Ve ben onun peşinden kurşun olsam yetişemem Okyanusa vardığında göle gelmiş olur muyum O çınar olduğunda yaprak olur muyum ben? Bir dille yetinirim, bütün dilleri öğrenmiş Dumana tanım ararım, yangınlardan geçmiş o Ben merdiven arıyorken çoktan çıkmıştır göğe Bir kadının saçlarına takılıp kalmış iken Ruhunu ele geçirmiş binlerce sevgilinin Bende bir esimlik yel, onda her zaman deprem Elbet aşk beni geçer Tren rayların üstünden Aşk şiiri yazdığımı sanırım, ne hafiflik Destanı bitirmiş olur ben çıkarken ilk dizeden Uçup gitmiştir evet dünyayı kanat eyleyip Ben iki teleği yanyana getirmişken Aşk beni bir daha geçer Tren rayların üstünden Abdülkadir Budak

Biten Bir Aşkın Belirtileri

Doğaldır ki sular çekilir önce Kirlenmeye dönüş, kaldığın yerden İkinci belirti: Omzunda puhu Üçüncüsü: Raydan çıkmış bir tren Yüzlercesi var da, birisi var ki Biten bir aşkın diyorum açıldı belirtisi Açlığın sınırında, iflas yakındır Küçük esnaf, veresiye defteri Anadolu kentinde bir İstanbul vapuru Şaşkın sular, kör iskele, yolcular Evet bunlar da olacak, çok tuhaf belirtiler Denizin olmadığı yerlerde Güzel bir kadının boynunda akrep Yani diyorum ki kolye yerine Biten bir aşkın bir başka belirtisi Soğuk, dağ ateşinden daha görkemli Bir sürü çocuk öldü bu kısacık zamanda Aşkın bitmesi demek; ihmal, kasıt, cinayet Bir daha giy çok sevdiğim o mavi elbiseni Son kez geçiver önümden güzel ürperti Cinsellikle cömertliği yan yana İnsan daha çok da aşkta görüyor İnsan daha çok da aşkta görüyor Dantel ile dokunuşu yan yana Aşk neydi benim için Evden biraz uzakta İçimdeki sokakta Olmaktı benim için Enkazdan aracı bulsam kendime Sorup gelse, onun için aşk neyd...

Muhteşem Ayıplar

Göğsümün yelkenini şişirecek bir rüzgâr Suratıma çarpılacak bir kapı bulmalıyım Dışlanmak nasıl bir şey, öğrenmek için Ruh halini metale yenik düşen ahşabın Katliamdan kıl payı kurtulan günün sonunda Payımdan çoğunu almak muhteşen ayıplardan Öpen dudaklar ahşap, okşanan metal ise Sevişmeyi ayıp saymak mümkündür kaptan Tekne şizofren öyle mi, kayalara yöneliyor İlk celsede berrat ettiriliyor deniz Soru metal, yanıt ahşap; asılan bir sokağa Cadde adını verecek kadar incelikliyiz Midye çıkarma konusunda usta olsam ne çıkar İnci bulamadıktan, inci bulamadıktan... Zıtların birliği çok can yakıcı tanrım! Gövdem metal, ruhum ise ahşaptan Ağaç ile dar sözcüğü yer değişmiş, aldanma Sallanan bedenlere bakınca göreceksin Yoruldum, uykum geldi, sözlerim kapanıyor Terzi ahşap, kumaş metal; kırılmış bir iğneyim Tanrım! Bu orantısızlık beni çok korkutuyor Şehrin elleri ne büyük, ne kadar küçük başı Kanın sızdığını gördüm bir çivinin sesinden Karıştırmak zorundayım metal ile ahşabı Abdülkadir Budak ...

Tutsak Yolcu Dileği

1/ Perdeleri çekmeyelim çıkarken Bizi bekleme duygusuyla bırakalım bu evi Bu evi öyle sevdik, bir ölünün tabutu Kirpinin dikenlerini sevdiği gibi Eşyalara bakmaktan birbirimize Bakamaz olmuşuz fark etmedin mi? Ev önce sığınak, bir tuzak sonra Yolculuk birbirimizi görmek için bir fırsat Ayna da eşyadır, valize koma! 2/ “eşyanın konumunu biçimini rengini almışlardır” En büyük cakaları karşı komşuya karşı Çay içme bahanesiyle balkona çıkmalarıdır Böyledir evlilikler, evlerden çıkmayınca Evimizden çıkalım, özleriz belki Otobüse binelim kuşların durağından Hatırla, ne demişti evden çıkarken kirpi? Abdülkadir Budak