Bir çift sürmeli göz aşağıdaki kiraz dallarının, kırmızı kiremitlerin, horoz ve çocuk seslerinin, ihtiyar iniltilerin, genç adımların, İpragaz arabasının, patlıcan tavanın, veresiye defterlerinin, kiracıların, berberlerin, bulutların, kuşların, heveslerin, vaatlerin arasından sıyrılıp geçti. Kambur Hafız’ın midesi bulandı, gözlerini sis bürüdü, boğazı kurudu, yumruklarını sıktı. Bunca yıl çektiğim acı yeter dedi içinden. Madem dönüp bir kez olsun bakmıyor, bundan geri bana yaşamak haram oldu. Böyle söyleyip dinimizin yasakladığı bir işi işledi. Kendini minareden aşağıya bıraktı. Beyaz el örmesi takkesi uçup kiraz dalma takıldı; kamburu koynunda düştüğü yerde kaldı. – İşte böyle Hafız Ali, hikâye böyle bitiyor, oku dedin okuduk. – Yani şimdi bu, bu hikâye beni mi anlatıyor? – Yok canım, nereden çıkardın? – Adam kambur, üstelik hafız, hemi de benim gibi müezzin. – Olsun. Yeryüzünde bir tek sen misin Kambur Hafız olan. Kimbilir kaç bin tane vardır. Hem sonu sonu bir hikâye bu, uyduruk...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"