Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Sadık Yalsızuçanlar etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

''Gönül dağı'nda bir garip'' : Neşet Ertaş (*)

Neşet usta da göçtü. Da diyorum, önceki bütün ustaları bu edat içine aldığım değil, belki, ‘ölüm ölüm hezen ölüm / evden eve gezen ölüm’, ‘ölüm öyle kara bir devedir ki, herkesin evinin kapısına bir gün mutlaka ıhar ’ demek istediğimden… Usta hakkında birkaç söz etmek isteyince eski günleri hatırladım. 'Sağ-sol çatışması' nın şiddetli olduğu günler... Neşet Ertaş Saray Sineması'nda konser veriyor. Gençler dönemin gözde "slogan" larıyla örülü şarkılarından isteklerde bulunurlar. Neşet Ertaş biraz sustuktan sonra her zamanki mütevaziliği ile şöyle der :  "Ağam, biz böyle parçalar bilmeyiz. Biz gönülle çalar, gönülle söyleriz."   Neşet Ertaş, -eski adıyla- Abdallar köyünün, bugün hala kemaliyle bilinemeyen 'şaman'ı Muharrem Ertaş' tan öğrenir bu (müzikal) edebi. Babası, irfani geleneğin müzikal halkasının son büyük temsilcisidir. Heidegger'in Freiburg'da, bir konsorsiyum sonrası Japon bilgelerle söyleşirken tartıştığı ...

'Bir gönüle iki sevda sığmaz'

Bediüzzaman'ın 'Dünyayı kesben değil, kalben terk etmek evladır. ' sözünü çok severim. Bu, insandaki ilahi merkez olan kalbin asıl sahibinin Allah olduğu nu söyler. Orası, Sahibi'nin teşrifine hazır olmalıdır. Yani gayrdan arınmalıdır. Dünyayı fiilen terk etmek imkânsızdır, o halde asıl terk kalpte olacaktır. Büyük bilge Rabia günlerdir su ile iftar ve sahur etmekten bitap düşmüştür. Akşama doğru komşusu yaşlı kadın bir kap yemek getirir. Almak istemez. Kadın ısrar edince alır. Ezan yaklaşınca, pınardan su getirmek üzere elinde desti çıkar. Eve döndüğünde kapıyı açık bıraktığını, içeri muhtemelen aç bir hayvanın girdiğini, yemeği afiyetle yiyip gittiğini anlar. 'Neyse' der, 'onun kısmetiymiş, ben de su ile iftar ederim.' Vakit girince önce abdest alıp namaz kılmak ister. Başı döner, elindeki desti düşer, kırılır, su yere saçılır. Yerde yığılıp kalmış halde, göğe bakar, 'yetmedi mi?' diye seslenir. Kalbine bir kelime siner : 'İste, bütün dün...

Samiha Ayverdi'nin Yusufçuk'u Üzerine

İnisiyatik geleneğin modern zamanlarda en saf ve katışıksız adlarından biri merhume Samiha Ayverdi'dir. O geleneğin günümüzde gürbüz ve bereketli bir damarına mensubiyeti olduğu gibi, ömrü boyunca elinden düşmeyen kalemiyle onlarca esere de imza atmış ve eserlerinin çoğunda tasavvufi neşve dile gelmiştir. O'nun oldukça zengin manevi ve zihinsel yaşamı içerisinde Yusufçuk'un ayrı bir değeri vardır. Yusufçuk, modern Türk Edebiyatı'nda dili ve dünyası bakımından yekta bir eserdir. İlk basımı 1946 yılında yapılmış olan Yusufçuk'ta, yazarın 'mesel' olarak niteleyebileceğimiz kısa öyküleri yer almaktadır. Ayverdi, Kenan Rıfai'ye intisaplı ve O'ndan sonra da bir nevi postnişin olarak cemaatin 'anne'si olmuş, roman, hikaye, deneme, araştırma, sohbet, geziyazısı ve günce türlerinden pek çok kitap yazmış velut bir sanatkar. Rıfailiğin bir kolu olan bu geleneğin her ne kadar Ahmed-i Rufai hazretleriyle silsile bağı varsa da, Kenan Rıfai hazretleri ara...

Sezai Karakoç Şiirinin İrfani Kökleri

“Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır” Altın şairler çağı kapandı gerçi, Heidegger’in ellilerde dediği gibi ‘dünyanın nuru çekildi’, semavi sofra kalktı, bizler o irfani şölenden arta kalanlarla yetiniyoruz. Bunlar kırıntı da olsa, dünyayı anlamlandırmak ve ruhlarımızı yıkamak için yeterli oluyor, zira Allah’ın Nur ism-i şerifinden bir parıltı, bütün dünyayı ışıtmaya yeter. Nitekim Karakoç, ‘sofra’nın kendisinden de söz eder : ‘ sofra sofraya değer sofra sofraya Sofra sofraya bakar...