Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Hüsrev Hatemi etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

HÜSREV HATEMİ Şİ'İRİ KADİM / ŞİİRİ SEVME EGZERSİZLERİ

Son yıllarda Türkiye'de şiir sadece yazılır oldu, okuyan pek yok. Ben ortaokulda iken, bizim sokakta oturan Kirkor ve Sıtkı diye aynı yaşta iki çocuk vardı. Anneleri sokakta oynamalanına izin vermediğinden, akşama kadar, ayna hizadaki evlerinin parmaklı pencerelerinden yana bakışlar fırlatarak ve birbirlerinin sözünü sürekli keserek "Senin komikliğin çok güzel, artık sus da ben komiklik yapayım" gibilerden konuşurlardı. Bizim edebiyat ve şiir alemimiz de Kirkor ile Sıtkı'nın muhaverelerine benziyor: "Senin şiirin güzel, ama bir de benimkini dinle, benimki nasıl?" Bu duruma gelmemizde, biraz da serbest şiirde musıkî aranmayacağı yanlış inancıyla itinasız şiirlerin çok yazalmasının rolü var. Aynı şekilde, aruz veya hece vezninin musikî sağlamaya yeterli olacağı yanlış inancıyla, birbirine benzer ve sıradan şiirler de çok yazılıyor. Şiiri yeniden sevmemiz için, herkesin bazı idmanlar yapması lazım. Önce samimi olmalıyız. Herkes Yahya Kemal'i veya herkes Nec...

Sürgünden Dönüş

I O kentin kapısı önünde; Kuşkular kuşanmış ve dalgın, İç kentim mi bir dış kent miydi bu? Bilemem, bunu şimdi sormayın... Karanlık bastırıyorken girdim; El ayak çekilmiş dar sokaklardan, Bir ağaç üstünde oturmuştum, huzursuz Üşümüş ve türlü tehlikeye maruz, Karşı tepede bir konak Bir iki penceresi ışıklı... Tepe eteğinde, güneşin yasını tutan, Karalar giymiş bir koru Koru değil "meşcere" diyordum, Çünkü içim makbere gibiydi, Ortaçağda bir gece yaşıyordum. Bu kentle ilgili bir anım yoktu... Kentin adından da habersiz Sadece altında oturduğum ağacın Nefes aldığını hissediyordum. II Huzursuz, üşümüş, tehlikeye maruz Dışım buz kesmiş, yüreğimde buz Yaslı bir beste, yüreğimden Beynime doğru yükselirken Hatırladım ki birden, Bu kent benim sürgün yerim Kendimi buraya süren mi? O da ben. III Şirazlı Hâfız "kısa bir süre mümkün ancak, Birbirimizi görme saadeti" Demişti bunu nasıl unuttum? Bu saadetten bir iki yudum, Ya da doyasıya nazar etmek, Kesin kurtarırdı beni sürgünd...

Postnişin

Füsun ki, gözlerinin postnişini o idi, Kederdir yüregimin degişmez postnişini Kırmızı mavi deniz karardıgında akşam Yüregim zaten soğuk, çek yalnızlık! Elini Birazdan görünecek o çatık kaşlı adam, Ve serbest bırakacak anıların selini.... Karda soğuk kokardı paltosu Peder Bey'in Soğuğun da kokusu mu olurmuş? Demeyin Babalar paltolardır, siyah, gri, lacivert Her pederin pederi kendi yüreğine dert, Her anne yüreginde kendi annesi anı, Bilinç okyanusunun köpek balıklarıysa, Parçalar anılara biraz derin dalanı Suç bende biliyorum, hep orda kalmalıydım Sandık odasında hiç geçmezdi belki zaman, Yaşardı Fevzi Paşa, yaşardı komşu Hanım, Denizde mayınlara aldırmazdı Chamberlain Füsun ki, gözlerinin postnişini o idi, Kederdir yüregimin degişmez postnişini Ey Keder! Yüreğimin degişmeyen konuğu, Seni bazan unuttum, yalancı bir coşkuyla Fakat neşemin birden kesilince solugu, Beni süzüp durursun, alaycı bir kuşkuyla Kalbimde sana yer yok! Çek yalnızlık, elini Kederdir yüre...

Sadece Dekorlar Kaldı Geride

Aragon, her okuyuşta ben etkileyen bir şiirinde “De tant d’atroces trahisons İl n’est resté” que les décors”   diyor: “Bunca acımasız ihanetten,  sadece dekorlar kaldı geriye” .  Her yaşanan ihanetin geçtiği mekân (dekorlar) ayrıdır. Bir meslek arkadaşınızdan beklenmedik bir ihanet görmüşsünüzdür, dekorlar Beyazıt, Üniversite binası ve onun mermer sütunları olabilir. Başka bir acı olayın dekorları, Çemberlitaş, Divanyolu veya Sultan Mahmut türbesi manzarası olabilir.  Sadece ihanetler değil, güzel hatıralardan, mutlu eden olaylardan da dekorlar kalıyor geriye. Teşvikiye Cami avlusu, Şişli Cami avlusu, Levent Cami avlusu... Cami avlularından, sevilenler uğurlanıyor. Onlar beyin hücrelerine kazılmış mutlulukları, ihanetler ve onların dekorlarının hayallerin, toprak altına taşıyorlar. Bizim uğurlanmamızla, bizim âlemimiz toprak altına girecek.  Dekorlar yeryüzünde kalıyor. Bir müddet sonra onlar da kalmıyor. Nazım Hikmet’in “ Su başında...

Gökdelenler ve Melekler

Eskidik çok eskidik bilir misiniz, ben “Amerika’da gökdelenler varmış” denildiğinde “Gök delmek kimin haddine” diyen Günah olmasın diye çekinen Ninelerin torunuyum. Neredesin anneanne neredesin? Kör zurnacı âlem yapıyor mu dersin Kubbeli Hamamda hâlâ Sanmam onlar da hayâl zerreleri olup dağıldılar uzaya. Baba dağa gidemedik bir türlü Bir ayı bulup eve getirecektik.. Hayatımın ilk beş yılı "Bir gün dağa gideriz" Avuntusuyla geçti Büyüdük dağ sözü etmedik hiç Yıllar geçti, ben de baba olmuştum ki Sen göçtün başka bir çağa. Bir tarafta toptak ve su başkalaştı Gökyüzü çok artmış ışığıyla Rahatını kaçırdı yıldızların Periler masalları bile terk ettiler Şeytanların keyfi yerinde neden gitsinler? Şükür ki melekler de var Âmentü'de inandığımız Günlük hayatta anmadığımız Fakat yine de onlar İnananların yardımına koşarlar Allah'ın müsadesiyle. Hüsrev Hatemi

Non Dolet 2

Günlerin gözeneklerinden süzüldü, Bir masal, öte yana geçti Masalın bile inanılmazıydı, Masal da değil belki ’Hiç’ti… Demek bu kadar sürecekmiş ‘Büyü’ Ey ‘Acı’ çekil köşene ve uyu Geçmişler olsun ’Yürek Kadırgası’ Fırtına dindi ve göründü Kıyı. Hüsrev Hatemi

Tapu Sicil Muhafızı

“Benim şiirim tüfeğidir kavgamın” Diye kükreyerek, Zehir zemberek Bir şiire başlamanın özlemiyle öleceğim; Ama neyleyim ki ellerim, Yedek subay eğitimi dışında Görmedi tüfek. Benim şiirim ne tüfektir... Ne kelebek. Ne de hâyal ülkesinin nârin bir kızıdır; O, gözlüklü ve siyah kolluklu Bir tapu sicil muhafızıdır ki, Eski günler ve anıların Tapularını saklar. Şimdi gel ey Muhafız Bey, lütfen Cenuptan karanlık çocukluk, Şimalden ilkokul başlangıcı, Şarkından Feriköy mezarlığı, Garbından İkinci Dünya Savaşı İle muhat arsanın, Tapusunu ver. O arsa ki 1943 yıllarının Anılarıyla dopdoludur, Bir anı müteahhidi alıp 1979 anılarından Kat karşılığı bina dikecek. Hüsrev Hatemi

Münacat (Koro)

Sonumuzu unutmağa değil miydi? Sonlu çizgilere o kadar bağlandığımız, Bir güzel söz, gülünce çukurlaşan yanak Ve bir ses şimdi süzülen anılardan Sonumuzu unutmağa değil miydi? Hep seni anmağa değil miydi? Pişmanlık kanatlarını kuşandığımız? Suçlar gururumuzu kırar, eksiltirdi Sonra pişmanlık gelir, sana yükseltirdi... Nedâmet zevkine alıştıksa, Hep seni anmağa değil miydi? Ama günahla kuşanılan, bu kanatlar, Senden uzaklaştırırmış, düşünmedik. Bilemedik fakat ne değişirdi bilsek? Sonumuz yine iterdi, bu çıkmaza bizi Ve Tanrım şimdi sana yakın değilsek, Neyi değiştiriyor üzüntümüz? Neyi değiştirir ki üzüntümüz? Nedâmetsiz erişilmez mi mutluluğa? Ömür boyu aramaktan yorulmuş, Kapını çalacağız soluk soluğa; Senden bir ses gelecekse eğer, Ne soracaksa sorsun melekler. Bu gürültülü sessizlikten Diğer yanda çektiğimiz yeter. Hüsrev Hatemi

Geceler ve Hayalin

Gündüz sende dinlenen hayalin Yol ve gece korkusu bilmeden, Bana gelir, geceleyin Bu öyle sürecek senden habersiz, Günlerin sona erdiği gece Hayalin beni bulamayacak; Gece yolcusu bütün hayallerin İstanbul sorumlusu Yahya Efendiyi Çarşamba semtinde arayarak, Gözlerime ne olduğunu soracak. Hayalin hafifçe gülümser gider; Ne yağmurda ıslandığı görülmüş, Ne de beyazda karla örtülüdür Dolmabahçemi, Unkapanı mı, Güzergah belirtilmeden, Bana tek söz etmeden Sadece gülümser, döner ve gider; Hayalin her olağanüstü güzel, Seni ilk tanıdığım yaştadır Dilerse dağlar ovalar aşar, Kara yollarında bulur beni; Mesela gece yolculuklarında Görülür Bilecik'te susurlukta Bir gece bıçak penceresinde Onu Alpler üzerinde gördümdü, Ertesi gece Zürih'te Limmat kıyısında gördüm de, Hayalin ben yaşadıkça. Gözlerime uğrayıp duracak, Son geceden bir gün sonra belki Ümit ederim yasımı tutup, Senin bedenine kapanacak. Hüsrev Hatemi

Sürgünden Dönüş

-I- O kentin kapısı önünde ; Kuşkularla kuşatılmış ve dalgın, İç kentim mi bir dış kent miydi bu? Bilemem, bunu şimdi sormayın… Karanlık bastırıyorken girdim; El ayak çekilmiş dar sokaklardan, Bir ağaç altında oturmuştum, huzursuz Üşümüş ve türlü tehlikeye maruz, Karşı tepede bir konak Bir iki penceresi ışıklı… Tepe eteğinde, güneşin yasını tutan, Karalar giymiş bir koru Koru değil “meşcere “ diyordum, Çünkü içim makbere gibiydi, Ortaçağda bir gece yaşıyordum.. Bu kentle ilgili bir anım yoktu… Kentin adından da habersiz Sadece altında oturduğum ağacın Nefes aldığını hissediyordum.                      -II- Huzursuz, üşümüş, türlü tehlikeye maruz Dışım buz kesmiş, yüreğimde buz Yaslı bir beste, yüreğimden Beynime doğru yükselirken Hatırladım ki birden, Bu kent benim sürgün  yerim Kendimi buraya süren de  Ben.                  -III- Şiraz’lı Hâfız “k...

Yaşlılar Korosu

Susturun ne olur şu olukları; Ne rahattı ama yağmur öncesi, Kesilsin hepsinin solukları, Biz miyiz onların eğlencesi? Biz de Arkadya’da yaşamıştık... Sanırdık, isterse iyi olur insan, Kalbimiz bu zırhı nasıl ne zaman Kuşandı bilmiyoruz, vakit geç artık. Yavru kuşlara acımakla başlayıp Kimseye acımamakla biter ömür, Duyguları kaybederiz bu kayıp Bize bir kurtuluş gibi görünür Bir yağmur yağmaya görsün, oluklar, Takma dişlerini takırdatırlar Kelimelerle geçen ömrümüzü, Çekinmeden bize hatırlatırlar. Kurtlara yenilmemekti dileğimiz, Bizler de olduk birer tilki... Şimdi ne kadar bizden uzak kalbimiz, Bize ne kadar yakın kin, ne uzak sevgi. Hüsrev Hatemi (46 yıllık şiiri)

Nihayet Faslı

Dünya ellerimden kayıyor sanırken, Kayan benmişim onun ellerinden; Anne, Baba, Arkadaşlar ve nicesi Buhar oldular ardarda              Sıklıkla gözlerimde yağar yağmurları… Savaşlar, Ölümler, Dertler bir yana, Güzel besteydin ey Ömrüm! Bir fasıl heyeti loş bir salonda, Yorulmadan seni seslendirdi… Renk vermiyorlarsa da artık, hayli mahzun saz heyeti. Salon loştu zaten fakat işte lâkin, Sahne ışıkları da azalıyor Aydınlandı koridor Sahne arkasındaki ışıklar, Birden açıldı aksine… Ne oldu bunca yıllık hukukumuz? Saz heyeti, neden vedalaşmadan Arkanıza bakmadan gidiyorsunuz?                                                                   Hüsrev Hatemi

Non dolet = artık acımıyor

Kalanlar ve Gidenler: Kalanların Acıları Dünya Edebiyatı ve Türk Edebiyatı hep gidenlerin veya terk edenlerin ayrılışları ile kalanların acıları, feryatlarıyla doludur. Çocukluğumuzda radyolardan, “Gittin gideli ben deli divaneye döndüm / Gelmezsen eğer bil ki sana doymadan öldüm” şarkısının nağmeleri yayılırdı; Nuri Halil Poyraz bestesiydi. Bana ilk etki eden gitme şiiri bu oldu. Çocukluğumdaki gidişlerin bendeki hayali hiç değişmedi. 1940′lı yıllardan beri aynı hayal. Giden bir genç kız veya  hanım ise yürüyerek uzaklaşan zayıf ve saçları omzuna dökülen bir hayal. Ben onu arkadan izliyorum. Adımlar atıyor, ben durduğum yerden bakıyorum, küçülüyor ve görüntü kayboluyor. Erkekse, görüntü değişiyor ve birkaç türe ayrılıyor. Birader, oğul veya arkadaş gidişlerinde yine arkadan izlenen pardösülü, şapkasız, zayıf bir siluet, uzaklaşıyor, küçülüyor ve kayboluyor. Giden, istediği yerine getirilememiş ve buna benim de üzüldüğüm bir kişi ise, arkadan görülen hayalin başı önüne eğik, haf...

Anı hoş tut garîbindir efendim işte biz gittik

Anı hoş tut garîbindir efendim işte biz gittik Gönül derler ser-i kûyunda bir divânemiz kaldı Hayâlî Gidenlerden bir şairimiz de 16. yüzyıl şairlerinden Hayali'dir. Hayali sevdiğinden ayrılırken insanın içine işleyen bir beyitle vedalaşır: "Anı hoş tut garibindir Efendim, işte biz gittik / Gönül derler ser-i kûyunda bir dîvânemiz kaldı." (İşte biz gidiyoruz adına gönül denen delimiz, senin semtinden ayrılmadı / Onu hoş tut, senin ilgine muhtaç bir kimsesizdir.) Bence Divan edebiyatımızın en etkileyici ayrılış şiirlerinden biri, Hayali'nin bu gazelidir.  Hüsrev Hatemi

Hüsrev Hatemi Şiirleri Bercestem

Yetmez mi, Hüzünler Perim yetmez mi? Sana bir İnşirah Sûresi neşesi Bana bir Yâsin sessizliği... * kola değil çay içmektir seni düşünmek, sen düşünmek erzurum, tebriz, tiflis; yani aşık garip coğrafyası . * kentlerin birçoğunda uzun kavak kalmadı ki gıcırdasın ama benim sol yanımda sancı baki... * Sen yoksun ey aşk insanlar arasında yangın yerleri, Kısa yakınlıkların yıkıntıları var İşin kötüsü daha sevginin başında * Ve aslı olmayan bir şeye, Beni bunca yıl inandırdı diye, Dargın öleceğim Fuzuli ye Aşk yoksun sen seni biz uydurduk, * Önünde sonunda, sen bir çocuktun Us ülkemi nasıl becerdin, yıktın...... Kendi kendine oynasaydın ya! Ah çocuk neden karşıma çıktın? * Zaman O'na yıl yazmamış,silmilş  Ne zerafet, ne eda eksilmiş  * Başta,sevinç getirir kısa süre  Ortada ve sonda yıkıntıyı yaşamanın  Adı, Aşk 'tır   * Bir gün “Devletle efendim” diyerek,...

Grili Çocuk II

Gidişi Bir kış günü, sabah dönüşürken öğleye, Gittin, griler giyerek ötelere... Boz idi bulutlar ve bozdular, Güneşli görünümünü havanın. Giden sendin, gelenlerden bana ne? Eski gelmelerin çekildi gerilere, Bundan böyle, bürünmüş grilere, Kalacak gözümde gidiş ânın. Ah çocuk, gri giymeyi de nerden buldun, Gitmek mi sis rengi giydirdi sana? Yamaçları sıyırıp göğe ağar gibi, Akşam karanlığında savrulan kar gibi, Bu ellerde geç kalmağa korkar gibi, Gittin çocuk, sislere büründün de. Ve süreklileşti benim için artık, Bu kısa bölümü zamanın. Hüsrev Hatemi

Gül Olmak Külleşmeye Hazırlıktır

Firak çakmaktaşından doğan kıvılcım, Değdiğinde sevdanın kavına... Fesleğen yerine gül bitebilir, Gül yerine fesleğen de... Sevda okunun keskin ucu, Saplandığında yüreğe, yani avına Ateş renkli bir gül kesilirdi; Ateş en iyi kavuşturucudur... Halbuki, sükûn idi Onun yoldaşı Itır, onu saran bir bulut... Deryâ ise derinliğinde berdevâm, Of çocuk neden uzaklaştın sen? Fakat, işte, şimdi hemen söyle neden? Füsun ve hüsün, onun çağrışımlarıydı Gül olmak, külleşmeye hazırlıktır Külleşmek, acıların dinişi. Hüsrev Hatemi

Yalın Ölüm

"Beni hatırlayın dostlar" demeden Hatırlanmayı bir küçük çocuğun, Bir insan ömrü kadar ancak yaşayacak Beynine bırakır ve ölür kanarya... Bizim ömrümüzün son buluşu, kalın Bir cilt gibi... Oysa bir gül yaprağı gibi ince ve yalın Olmalısın Ey Ölüm. Hüsrev Hatemi

Derviş ve Ölüm

Eser kalmasın esrikliğinden, Güz geçti vedalaş güzelliklerle Martifal mi okuyorlar martılar? Ben hiç martı görmemiştim Priştine'de... Sualler su altında kalsın abe çocuğum, Soğuracak sorunlarını ergeç Çelik duvarlı zindanı hiçliğin Eser kalmasın esrikliğinden Geçti bu tenin demi, yıprandı beden Soba söndü tükendi mum Hadi git yat abe çocuğum Abe abe abe çocuğum Abe ço..cu..ğum! ... Hüsrev Hatemi                                            

Ave Praha

Can akımı küçük bir kediden geçer, Üç günlükken ölür kedi, daha nice... Daha nice iletkenden, Geçmeyi sürdürür akım; Bu gece Bilmem nedendir sustu şarkım. Batan günün kızıllığı yayılırken, Şarkı başlamıştı ve sesler... Sesler Vaslav bulvarından, Bir erganun âhengiyle doğup, Külâhlı kulelerine şehrin Topkapı Sarayı’ndaki kardeşlerinin Selâmlarını henüz sunmuştu ki; Bilmem nedendir, sustu şarkım. Bunca Bohemya kralının, Anılarını yaşatan Prag, sen Değişen düzenlerle sarsılmadın... Hatırlatma bana bizdeki Sulugöz ve içten olmayan özlemi... Bir Ortaçağ katedralimiz sayılan Bergama Ulucâmii’ne uğramadan Sâdece antik kenti gezdikten sonra, Cehennemî otobüslere dolarak, Cehennem olan kıroları ve Tünel’de, Galip Dede’ye baş çevirip bakmadan Sent Antuan’a seğirten zontaları... Bizim işimiz çok zor biz ki, Nazım Hikmet’in ve Yahya Kemal’in Âkif’in ve Hacı Bektaş’ın Hâşim’in ve Pir Sultan’ın Yüreklerini anlarız. İslav kederinden ve Tanburi Cemil’den Ayrı zevkler de...