Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ahmet telli etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Soluk Soluğa 1

O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, o çekip gittiler. Yaşar Kemal Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı Ama atıldı yine de serüvenlere Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı. Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı - ki onlar daima birer yalnızdılar Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup Gitmişti o kentten anımsamıyor artık Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine Korkular geçiren o kız nerededir şimdi Sensiz olursam yaşayamam diyen O liseli kız hangi kentte kaldı Ve o sarışın O afeti devran bekler mi hala Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını Üşüten bir acıydı belki her ayrılık Her yolculuk yangınların başladığı yereydi Ama vakti olmadı hesabını tutmaya Aşkların, ayrılıkların ve acıların İstese de kalamazdı vakti gelince Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda Yürek burkulması ve hüzün ve keder Aralıksız doldururdu acıların bohçasını D...

Şen Olasın Halep Şehri

Hiç kimse senin kadar yakıştıramamıştır hüznü kendine Hüzünler ki aşkın ve şiirin yıllanmış sarabıdır damıtılmıştır acıların imbiğinden Hüzünler ki şairlerin yüreğiden uçuşan sararmış çiçek tozlarıdır Biraz da şairlere özgüdür hüzün Bozkırın yalımına direnen solgun bir gül gibi yüzün Acının, sabrın ve yalnızlığın sessizliği sararıyor yorgun güzünde alnının Ve artık bir bir şey bırakamıyorsun bekleyişlerden başka kendine Biraz da şairlere özgüdür bekleyiş Hiç kimse senin kadar alışkın değildir ayrılıklara Ayrılıklar ki nişanlısıdır hasretin acılar ve türkülerle çeyizlenir bekleyişlerin sararan güzüne Ve hasret kızıl bir güldür ayrılıkların mendiline nakışlanmış Biraz da şairlere özgüdür hasret Kerem'i kül eden yangındır gurbet ferhat'ın sabrıyla çatlayan kayadır Sarınarak acının yorganına sararmış bir yaprak gibi nakışlar bekleyişlerin gergefine hüznü Gurbet biraz da halep demektir söylenir adı efsane efsane Biraz da şairlere özgüdür gurbet Ay...

Anısı Biz Olalım Bu Sokakların

Anısı biz olalım bu sokakların öpüşmediğimiz tek saçak altı hiç bir otobüs durağı kalmasın Biz yürüyelim kent güzelleşsin gürültüsüz sözcükler bulalım yeni sevinçlere benzeyen Biz gelince bir yağmur başlar yüzün çizilir buğulanan camlara bir uzun karartma biter akasyalar köpürür birdenbire ve her avluda adınla anılan çiçekler sulanır akşamüstleri Bir arkadaş evine uğrarız yolüstü bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi başını sessizce omzuma koyarsın gülüreyhan olur soluğun Biz kalırız kuşlar dönüp gelir her balkonda bir menekşe sesi Belki yeniden güzelleştiririz adları değiştirilen parkları perdeleri hiç açılmayan evlerde ışıklar yanar çocuk sesleri duyulur tanıdık sevinçlerle dolar yeniden kendi sesini kemiren alanlar Anısı biz olalım bu sokakların ve hiç durmadan yağmur yağsın Biz gürültüsüz sözcükler bulalım sarmaşıklar fısıldaşsın yine Gidersek birlikte gideriz yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen Ahmet Telli

Düşerken Üstümüze Akbabaların Gölgesi

II/ Tepemizde dönüp duran akbabalar uzak, çok uzak çöllerden gelip düşürürken gölgelerini üstümüze her nasılsa aramızda bulunan dostlarıyla da buluşup koklaştılar ve ölümün sessiz dairelerini çizerlerken başımızda gölgeleriyle konuştular Onlar ki şahinlerle güvercinlerin ölüm tüccarlarıydılar hayatı karartarak yaşayabilirlerdi ancak Hayat karartılabilir bir süre Belki dağların uğultusu kesilebilir Çoban ateşleri söner ses gelmez olur koyaklardan türküler bile susabilir belki tükenebilir güneşin altın testisindeki bengisu Üstelik umudun magması bile soğuyabilir gölgelenebilir umut bile bir an Ve zulmün okları vızıldayarak beynimizi dişleyebilir kör bir testere gibi Ortaçağdan gerilere gider bir ucu zulmün bir ucu bin dokuz yüz yetmiş bir’lerden berilere gelir Ama hayat yine de sürer şahinlerle güvercinlerin gücü yetmez yok etmeye Hayatı sürdürecek olan sevdalardır çünkü Hayatı sürdürecek olan bir tohumdur belki sevda gibi salar köklerini derine özgürlüğ...

Güneşi Sen Çekeceksin Buluttan

Yitirilince güneş esmer bir bulutun gölgesinde hayata kulak ver deniyor seni yeni bir iklimde Hayata kulak ver dinle toprağın sesini nasılda anlatır gürül gürül pir sultan'ı, bedrettin'i, dadal'ı ve köroğlu'nu Nice baharları suladılar zındanlarda onlar filizlenerek karanlık ülkesinde ihanetin budandıkça büyüyen serpilen gül dalıydılar Eksiltemedi dudaklarından türküleri boğazlarına ilmiğini geçirirken hain Örümcek barında zındanların nasıl da somuşlar deme mahpusluk en eski yiğitlerinden mirastır bu topraklara nasıl da özümlemiştir sevdalı yüreklerini onların Yitirilince güneş esmer bir bulutun bölgesinde düşmesin yüreğine hüznün bakır çalığına buluttan hayatı sen yeşerteceksin unutma Ahmet Telli

Kalbim Unut Bu Şiiri

Uğuldayan ve hep uğuldayan Bir orman kadar üşüyorum şimdi Yanlış rüzgarlar esiyor dallarımda Yanlış ve zehirli çiçekler açıyor Kanımda kocaman gözleriyle bir cığlık Su ve ses kadar beklediğim Ne kaldı geride, bilmiyorum Uzanıp uyumak istiyorum gölgeme Yine sarılmak o kocaman gozlerin Uğuldayan rüzgarlarına Bir acıyı yaşarım bi zehirden Çicekler üretirim kömür karası Uçurum kadar bir yalnızlık Yaratırım kendime, atlarım Anısı yoktur küçük rüzgarların Yapraklarım yok artık kuşlarım yok Büsbütün viran oldu dağlarım Ezberimdeki türküler de savrulup gitti Ömrümün karşılığı kalmadı sesimde Sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü Yanlış daha baştan yanlış Bir şiirdi bu, biliyorum Ye belki ömrümüzün yakın geçmişi Bu kadar doğruydu ancak, kimbilir Kalbim unut bu şiiri Ahmet Telli

Ömrüm Diyorum

Üzgün bir çocuğun yalnızlığı Kadar saydam kalabilseydim Ömrüm derdim ömrüm nasıl da Dolu geçmiştir ölebilirim artık Ölüm hiç de ürkünç gelmiyor Yaşanmışsa tüm yaşanacaklar Acı yitiriyor anlamını ve renkler Kül oluyor körleşirken gökboşluğu Bu dünya dünya mıdır hani Bildiğimiz o yamyam küresi Ki apis öküzlerinin çekip durduğu Bir cansıkıntısıydı önceleri Hantal ve gürültücü bir tehdit Gibi düşüyorken üstümüze Alaycı bir gülüş takılıyor yalnız Dudaklarımın hüzün kıvamına Ömrüm diyorum şimdi ömrüm Üzgün bir çocuksun sen ve yalnız Öyle kal çünkü bu dünyada Sana en çok mutsuzluk yakışıyor Ahmet Telli

Hala Koynumda Resmin

Sımsıcak konuşurdun konuşunca ırmak gibi rüzgar gibi konuşurdun yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki çiğdemler güller mor menevşeler açardı Sımsıcak konuşurdun konuşunca Hâlâ koynumda resmin Dağları anlatırdın ve dostluğu bir ceylan gibi sekerdi kelimeler Sesini duymasam çölleşirdi dünya dağlar yarılır ırmaklar kururdu bulutlar çökerdi yüreğime Hâlâ koynumda resmin Gün akşam olur elinde kitaplar ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin bir kez bile unutmadın "merhaba" demeyi ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin bir dostun vurulduğu gün Hâlâ koynumda resmin Kaç mevsim kırlara çıkıp çiçekler topladık mezarlar için Belki ürküttük tarla kuşlarını belki kurdu kuşu ürküttük ama aşkı ürkütmedik hiç Hâlâ koynumda resmin Ve hâlâ sımsıcak durur anılar sımsıcak ve biraz boynu bükük Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış yasak bir kitap gibi durmaktadır ve firari bir sevda gibi Şimdi duvarlarda resmin Ahmet Telli

Bir Coğrafyanın Tetik Boşluğunda

1/ HECELERKEN ÖMRÜMÜ Ömrümün hangi hecesine baksam Uzadıkça uzayan bozkır yalnızlığı Ve duman rengi kasabalar ki sen Okunaksız mektuplar da diyebilirsin Sesini yitirmiş bu gergin coğrafyaya Sözlerin eksilip eskidiği bu gri atlas Karanlık bir vadiye akıyor, bütün Işıkları söndürülürken belleğimin Ve sen kurtarabilirsin beni ancak Unutmanın bu vahşi saldırısından Alnımı okşa dağıt alışkanlığımı Belki sümbül serinliği olur yeniden Çocukluğumun elinden tutan masalcımdın benim, göğsüne yaslanıp gecelerce dinlediğim Dinlediğim ve kederini nehrin Kızıl kahve toprağına benzettiğim Bana öyle geldi ki her çiçek Ve her kuş su içmek istiyor Sesinin gözesinden bu bahar Bense bir çiy damlasıyım Dudaklarının ışkın kokusunda Ellerin diyorum, Berçelan Yaylası Yahut Munzur tedirginliği şimdi Esirgedik kendimizi mutluluğun Sığ sularından ki aslında uzun Bir öyküye benziyor en kısa ömür Kayıp yıllarımızın uçurumundaysa Ay doğardı ve biz susardık seninle Susardık, Munz...

Çocuksun Sen

Çocuksun Sen I Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne z...

Kalbim Katlanma Bu Dünyaya

Anılar biriktikçe sisleniyor aşklarda Yitiriliyor serüven duygusu ki o zaman Şeytanımı koluma takıp gitmeliyim Yeni bir cehennem kurmalıyım kendime Hep kendini yineliyorken sesler kokular Gittikçe birbirine benziyorken dünle bugün Ölümsüz olmak kadar ürkünç birşey Bu dünyaya alışmak duygusu Sonsuza kadar sonsuzluğa asılı kalmak Tanrılara ödül insanoğluna cezaysa Kalbim bağışlanmayacak birşey yap Katlanma kendine ve bu dünyaya Kalbim ödünç say sana ayrılan ne varsa Geri vermiştin dinini Dilini de unut artık Aztektin yahut Kürt, hüznünse Kızılderili Geri ver ne kalmışsa sende, umutların dahil Hiçlik, o sezdiren keder Buydu senin payın Duyumsa sülfürün yarışını Seni vur, seni bekleme, seni tarihsiz kıl Bir kartala parçalat seni kayalara zincirleyerek Kurbanla kurban eden bilinmiyor tarihe bakarsan Bir efsaneydi yaşamak, sende bilmiyorsun bunu Medyomdu kimya bir senfoninin diliydi belki Yeni cehennemler kurmuştuk bilinebilir şeylerden Sözünü tut artık, seni tarihsiz kıl Ve katlanma bu düny...

İmlasız

Ayağı kayan bir çocuk Kadar şaşkınım, bilemedim Düz yolda yürümenin imlâsını Kanayan dizlerime bakıp da Ağlamayı öğrenemediğim gibi Sevgilisi değildim kadınlarımın Bir papağan tüneğiydim belki Ama birkaç sözcük öğrendiysem Kadınlardan öğrendim, yine de Bilemedim sevgilim diyebilmeyi Büyülendim ama büyüyemedim Aklım ermedi aynalara ve suya Yüzümü gösterip kalbimi neden Sakladıklarını öğrenemedim Şaşkınım, cahilim ben bu dünyada Ahmet Telli

Sığınak

Sözün yine hep aşktan yanaysa sevgilim sen sakla bir kaçağı belki yorgun ve yaralıdır hâlâ ölüm basmıştır son sığınağı Sus ve sadece dinle sessizliği perdeleri çek ışıkları söndür bir selam bir haber gönderir belki sesleri hiç duyulmayan dostlar Bir cigara sar bitlis tütününden bir çay demle sonra, anısı kalsın bekle başında onun sabaha dek Belki benim sana böyle sığınan yapayalnız ve öylesine yorgun kimliği duvarlarda kalan bir kaçak Ahmet Telli

Sözde Sararır

Olur, aramam seni ve kimseyi Anıları pas tadında bırakırım Konuşacak ne kaldıysa kalsın Susmaktır birşeylere saygılı kılan Ayrılık da bir olanaktır bilirsin İnce bir sis, bir hüzün örtüsü Dumanlı bir ıslık yakışır şimdi Dudaklarıma, bırakıp giderim Söz / de sararır biterken bir aşk Kediye iyi bak çiçekleri sula Diyorsam da aldırma sözlerime Alışkanlık işte başka birşey değil Söz / de sararır biterken bir aşk Ahmet Telli

Zaman Kekemeydi

Gün bitti, elindeki güller de soldu anımsanacak neler kaldı bugünden paylaşılmış olan nelerdi sımsıcak belki bir türkü söyleriz geceye karşı saçlarını tarazlayan bir şafak olur Zaman kekemeydi ve tarihe sızan soytarılar gördük genç ömrümüzde ölüm peşimize düşende bir göçebeydik suretimiz ağardı kurulan darağaçlarına bütün sığınaklar uçurumlara açılırdı Rüzgâr suyu soğutsun su terli bedenlerimizi ve aşkı düşünelim biz, destan yalnızlıkları konuşursak akşam olur ve yine yağmur yağar gidersek gülüşler azalır buralarda kim bulur kayıp adresteki dostları Bir karanlığa bakıyorum bir de zamana ay büyüyüp bir gül oluyor ellerinde senin ve ancak yeni bir yorumu oluyor aşkın saçlarından sızan bu karanlık yağmur ayın çağıltısıyla tutuşuyor begonyalar Saçlarındı diye düşünüyorum ömrümüzü çözdükçe savrulan rüzgârdı saçların ve ikide bir aklıma düşüyor aynı soru -Aşkı bilmiyorsam nasıl değiştiririm kendimi, seni ve bütün dünyayı.. Ahmet Telli

Sislenen

Gittikçe puslanıyor görüntü sislenen bir aynaya dönüyor yakın geçmiş de olsa artık zor seçebiliyoruz birşeyleri bulutlar çöküyor anılarımıza Ama unutmuş değiliz yaşananı buğulu bir düş gibi de olsa duyumsuyoruz o kekre tadı ve her anımsayışta irkiltiyor o soluksuz bırakan küf kokusu Soluk renklere bürünse de suyun ve göğün görüntüsü yaşanan duyurulacaktır mutlaka anlatacaktır bir çocuğa bunları göğsü paramparça edilen biri Ahmet Telli

Karda İzler

Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Bir uçurum kıyısında vursunlar beni ki dünya Uğuldayıp duran bir uçurum değil miydi zaten Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Adımı yazıyorum kar üstüne ve ıslığını çığlık Gibi incelterek yetişiyor ardımdaki tipi bana Siliyor adımı bir dal kırarak çam ormanından Geçmişim kar sessizliğiyle özetleniyor artık Anılarım buz tutmuştur aşklarım kar yangını Ömrüm parmak uçlarımda eriyen bir kar tanesi Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Kar yağıyorken milyon bekerel hüzün yağıyordur Derim ki kar ve hüzün bir aşkın seyir defteridir Yolculuklar ve ayrılıklarla anlatılabilir ancak Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Bir uçurum kıyısında vursunlar beni,vursunlar Bir kahkahayla çekip giderim karlı ovalardan Şairler vurulmalıdır,hayat yakışmıyor onlara Ahmet Telli

Gittin Ya

I Gittin ya; denizlerin çekilmesi Dalgaların eğilişi, turnaların göçü Bunu anlattın bana, bir rüzgâr Bunu fısıldadı geçip giderken Bekle dediydim, gör yelkovan Ürperişini ve getirdiği müthiş Rüyâyı; o cümbüşü, çengiyi; Hepsi esmerdi, çok esmerdi. Bir esmerlik kaldıydı sesinden Bir de kum saati, çöl akrebi; Billûrun parçalanmış ânıydı, ki Yüzüne sızdıydı ışk’ın şeraresi Suyu fısıldayan çıkrık, koyu Yalnızlığa dalmıştı ve orada Birikmişti zamanın esmer bir Vedâya benzeyen hikayesi Gittin ya Daha çok özleniyorsun şimdi II Gittin ya, bulutun dağa, dağın Yamaca dediği şuydu galiba: Mecnun çöle döndürür kalbin Yurdunu, Leylâ ise vâhaya Belki sayıklamaya benzeyen Bözler kalır aykırılıklardan, ki Uzun uzun ulur içindeki kurt Zamanı kemiren uzaklığıyla Hayat ile zaman bir muamma Olup hazırlıyor ya aldanışları Unutmak dediğimiz kör ışıltı Orada sızıyor kalbin yurduna Ah, yine sitemsiz bir tayın Gölgesi düşüyor dağ geçidine Sağrısında mahmuz yaraları Eşk...

barbar ve şehla

1 'hayyam, yalnızdın sevgilinin yanında şimdi gitti, artık ona sığınabilirsin' rivayetdi ve zaman sakin bir su gibi hareleniyordu senin için orman uğultuları uzun kış geceleri getirdim artık okunmayan masallardan bildim ama bilemeyip düştüm yollara ıslığımdaki gül kokusuyla çünkü gül mağrur bir yalnızlık yahut dalgın bir keder olarak yakışırdı senin şehla sesine 'rivayetdi ne zaman sahi oldu bildim bilemedim sahi nasıl soldu' anka'nın beni bıraktığı yerde barbarlara rastladım, en çok seni andırıyordu incelikleri seni ve senin şehla duruşunu rüzgar doldurdular ceplerime oysa ben yılanların deri değiştirdiği bir çöl arıyordum kendi çölümde gövdemin çağına ulaşmak'çin matematik ve şiir çalışıyordum tarihse barbarlık öncesi devirlerdi 'rivayetdi ne zaman sahi oldu bildim bilemedim sahi nasıl soldu' dağlarımda yangın ovalarımda tûfan hikayeleri anlatılırken masaldan masala, efsaneden efsaneye sığınıyordum ve ben sıfırı ö...

Burdayım Sözümde

...Düşüyorum Karıncanın peşine minik depremler oluyor Yabanıl ot kokuları, sonra düşler, düşüyorum... Puslu bir görüntü tarih dediğimiz ve kirli Sular buharlaşıyor buluşalım dediğin denizde Burdayım sözümde,yanlışsa da bu istasyon Bir ben yitirmedim galiba belleğimi bir de Şiir yazanlar, ne kadardılar ve nerdeydiler Hatıralar üretiyorum telgraf tellerinden Akşamüstleri fesleğenleri suluyorum Bekle demiyorum kimseye, unutma demiyorum Acı soysuzlaşınca tiranlaşıyor belleksizlik İnat ve öfke, kaybediş ve kayboluş oluyoruz Komikti dıştan bakınca dünya ama hırçın Ayışığı, telgraf direkleri ve fesleğenler Burdayız işte durgun bir sessizlikteyiz şimdi Unutulan bir şey kaldı mı diye soruyor tiran Kampana çalarken çöldeyiz o geniş çevrende Mısır'ı soyun diyordu Musa belleksizdir firavun Babil ve burası iki istasyon iki uzak nokta Belki bir imgede düzlem olabilen iki grilik Düşler ve tarih inilecek son istasyon Burdayım işte güzel bir yanlıştayım şimdi Beklemesini ...