Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mustafa Ulusoy etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Boyunun Ölçüsünü Bilmek

Bağdat Caddesi’nin hemen paralelinde yer alan Çolak İsmail Sokak’ta tren yolunun altında bir geçit var. Bu geçidin yüksekliğinin 2,80 metre olduğu bir trafik levhasına yazılmış ve görülebilecek bir yere de asılmış. Bu geçitte haftada en az bir kamyonet sıkışır kalır. Sebebi mi? Şoförün, kullandığı arabanın yüksekliğini bilmemesi, şöyle göz kararı geçide bir bakıp, “Buradan ben geçerim abi, biz ne geçitlerden geçtik..” diye düşünmesi sanırım. Ne zaman bir kamyonetin burada sıkıştığını görsem, insanın boyunun ölçüsünü bilmesi lazım hayatta, diye düşünürüm. Sıkışan kamyonetler nasıl mı kurtarılıyor? Çoğunlukla tekerleklerin havası indirilerek. “Havamızı” indirmeyi bilmek hikmet ehli olmanın bir başka gereği diyerek de geçiririm içimden. Mustafa Ulusoy

Birini kendine âşık etmek

O bildik hikâye. Âşık olmuş, gönlünü kaptırıvermiş birine. Hayat “o” olmuş artık. Varsa da yoksa “o”. Sabah akşam “o”. Hakkında konuşmak istediği tek konu “o”. “Nasıl oldu?” diye soracağım tutuyor. Sorunun önemine kendim de inanmadan, aslında cevabını en çok bildiğim bir şeyi soruyorum, bile bile. Sanki âşık olmanın “nasılı” varmış gibi. Ellerini iki yana açarak, “Oldu işte,” diyor. “Ben de bilmiyorum. Göz göre göre âşık oldum.” Bir kibrit çakar gibi aniden, birden def’i bir şekilde gelişmiş her şey. Bir an gelmiş, artık sadece onu düşünür bulmuş kendini. Cevabında öyle gizemli, sıra dışı bir yan yok. Tahmin ettiğim şeyi söyledi. Ya ilk görüşte âşık olur insan; ya da adım adım, göre göre ama nihayetinde yine ani ve def’i bir şekilde. Yok, sıradan bir cevap gibi göründüğüne aldanmayın. Ben de aldandım gerçi ilk anda. Öyle bir şey söyledi ki, vakti gelip de idrak ettiğimde, zihnimde bir şimşek çaktıracak, karanlık bir noktayı aydınlatacaktı sözündeki bir ayrıntı. Bir kutu mendil...

"Onu nasıl unutabilirim?"

"Onu nasıl unutabilirim?" Unutmayacaksın. Daha doğrusu, unutmaya çalışıp, bunun için çabalamayacaksın. Gerekirse, yüreğine taş basacaksın. Gecen gündüzüne karışacak, hayatın alt üst olacak belki. Gözünü kırpmadığın geceler olacak. Gündüzün bir anlamı kalmayacak. Gam ve keder yüreğini mesken tutacak. Acının ta içinden geçeceksin. Bu hayata, "hayat" demeyeceksin. Yaşamayacaksın, ölüp ölüp dirileceksin. Ölümün içinden geçeceksin, ölmeden evvel. Öyle ki; acıdan müteşekkil olacaksın. Sen acının bizatihi kendisi olacaksın. Aşka inanıyorsan eğer (ben şefkate inanıyorum), aşkın kederine de inanacaksın. Aşkın sadece kaymağına talip olmayacaksın. Aşkın sonuçlarına da razı olacaksın. Baksana, aşka gerçekten inanan şair Sezai Karakoç ne diyor, nasıl da yürekli diyor: "Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı/ Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum/ Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın/ Ben yaşamıyor gibi, yaşamıyor gibi yaşıyorum/ Ben aşkı göğsümde kurşun gi...

Pencerelerden seyret içlerine girme

Aslında bütün mesele, evet bütün mesele şu:Varlıklar kimin? Biz kime aidiz? Şu dalların üzerinde hışırdayarak salınan yeşil ve sarı yapraklar kimin? Rüzgâr kimin? Yer kimin? Gök kimin? Ya şu biten ömür? Tırnaklarını kim uzatıyor günbegün? Bedeninin takatini kim söküp alıyor da yaşlılık veriyor sana? Ateşin üzerindeki yemeği kim pişiriyor? Başını kim ağrıtıyor? Sen yürüdükçe bacaklarını kim yoruyor? Kim hayat veriyor kurumuş ağaçlara? Tepeden tırnağa incelik akan bir kedinin yüzü kimin şaheseri? Kim hayat kadar bir nimet olan ölümün sahibi? Kim ruhlara ceset giydiriyor, kim cesetleri ruhlardan soyuyor? Kim senin sahibin? Biz kimin kölesiyiz? Kimin mülkünde yaşatılıyoruz? Kimin mülkünde çalışıyoruz? İnsan hayatını istediği gibi yaşamalıdır; ne safsata... İnsan kendine aittir; büyük yalan... Kim yaratıp sofrana koyuyor bir havucu? Marullara o fırfırlı tazeliği yerleştiren kim? Kim bir yıldızı ateş topu gibi alev alev yakarken bir diğerini söndürüyor? Kim pişiriyor fı...