Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Engin Turgut etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Böyle Başlamak İstemezdim

Karbonları silik çıkmayan bir hayat seçtim kendime. Kendimi çok özledim. Bir martının sesini duyarım. Bir çocuğum olur adını gün ışığı koyarım. Aşk dersem sus! Aşk dersem öl! Hep sperma, hep yas, benim mi bu mika aldanış. Sözleriniz ne güzel, gözleriniz sis, lütfen yüksek sesle sevmeyiniz. Sıcacık bir serçe düşer gözlerimden. Uzar akşamların sıkıntısı, uzar ay kılıklı bir aşk, evlere sığmaz... Yalnızlığım yalnız kaldı Güvercin uçuşu bir öpücük alır mıydınız? Saat altı. Hüznün mesaisi bitti. Hadi içelim, şimdi insan olma vakti. Bir adam çekip giderim buralardan ıslığıdır. Çekip gidemez buralardan bu onun dalgınlığıdır. Ey kül rengi kadın sahi siz en pıhtı tanıdığım mıydınız? Gün bir uyanmak gibi gerinir. Neyimize yetmez küf ve su, baharat konuşur. Öpün üşüyen ağzımdan, köpürsün gövdem. Şaşırsın böcek! Konuşsun lamba! Korkunç uyumsuzum. Ey gecelerimin ormanı, düzelt hüznümü, köpürt! Su rengi çiçeğim, kestane saçlım, buğum benim. Gece ve çıplak. Çıngırak ve tomurc...

Derin Yara

                                                         Sevgili şair kardeşim Koray Feyiz için Yağmurlardan gelmiştir bir elinde çiçek, öbür elinde çilekli pasta Yaz denizi üzerinde gülümseyen bir martıdır, kokusuyla dolaşır aşkın Bir sinema gibidir yüzündeki incelik, Fatih Akın filmleri gibi renkli Serseri bir hüzünle ve efendi bir flüt sesiyle sokaklara karışır. Kardeşliğin umuda koşan bulutlarıyla yıkanmıştır, nemlidir içi Kalbine ay batmış, şiirleri taşın göğsünde mor çiçekler açmıştır Kendini oyup, oradan kesik geceler ve kırık düşler çıkarmıştır Dem olmuş bir şairdir, sıcacık kuşlu anılar biriktirmesi bundan. Bir şarkının iskeletini bulmuşlar sahilde, yarası pas tutmuş diyorlar Çocukluğun o cumbalı evinde bir maske can mı çekişiyor ne Çürümüş yapraklar akıyor ağaçlardan, suçsuz bir kalbi parçalamışlar Lodos yüzlü bir kadı...

Babam ve İstanbul

Umudun en çalışkanı, hayatı incitmeyen adam bir İstanbul çelebisi, sanki beyaz bir kuş karanlığı topa tutan adam, mavi bir kâlp yumuşacık bir deniz, bir geminin güvertesi onurlu bir ömür, dürüst bir hayat evinden ekmeğini eksik etmeyen sevgi kokusu radyo tiyatrosu dinlerken hüzünlenen adam Atatürk'ün sesini duyduğunda ağlayan adam ne savaşlar görmüş de yenilmemiş çekingen bir solgunluk, efendi bir güneş mis gibi bir Türkçe, yürüyüşü ışıktan yarasını gizleyen, alınyazısı güzel adam erken büyümüş, vefa dolu, cesur adam annemin en yakın evladiyelik arkadaşı asidir, yorgundur, asabidir, burnunun dikidir son şehir, son istasyon, son bahar, son çocuk düzgün ceket, ütülü kravat, kırışıksız pantolon avare olmamıştır hiç, dalavere nedir bilmez iki yakası bir araya gelmeyen memur adam aydınlığın özkardeşi, barış şarkısı bir adam Babam; terleyen alnını sildiğim dua gibi bir adam! Engin Turgut

Mor Rüya Barı

Sesin mektup olsa bir kuş gibi kanatlanır, dolaşır yeryüzünü Ve içindeki keder mavileşir sen elmayı ısırdığın zaman Sen turnalara baktığın zaman iklimler aşkla yer değiştirir Sen üzgün evlerden güneş bakışımlı bahçeler yaparsın Akan sularsın ağaçları şımartan, kalbisin çılgın sokakların Ellerinde lirik telaş, ellerin gökkuşağı olmalı renkleri üzmeyen Ellerin karanlığın penceresini kapatan bir kalp gözü sabahı Ellerin aşk kurabiyeleri yapan mükemmel bir pasta ustası Ah, biliyorum yaz okulu olmalı parmaklarındaki gülümseme Çocuklar sevinsin diye parmakların dans ediyor renklerle Ve şarkılar hatıra biriktiriyor, benim yerime de bak deniz orada Deniz ve balıklar armağandır bizlere, roka ve rakı da öyle Sevdiklerimiz de özler bizi ve inan ki ölmüyor hiçbir şey Aşk istasyonunda ne kadar çok bekleyen varmış kendisini Mor rüya barına gidelim, iki şiir parlatalım ve doya doya içelim Ah, İstanbul'un gözleri senin gözlerine nasıl da benziyor ışıltılı Gözlerin arkadaş ve sev...

Ayna

Aynadaki ruhun canı acımasın ki sır hayata dönüşüyor tendeki gövde ve senin kadar bir sevgili gelmedi ki yeryüzüne ama aşk bunu nerden bilsin. Ben insansam ve bir daha inansam ve şarkılarım hep yarım kalsa. Uzun uzun çalsa şu gitar ve benim nar yüzlü sevgilimin üzüm gibi bakan üzgün gözleri ışıldasa ve şair kalbimize fısıldasa: “Sevmek ne uzun bir kelime” ve “Keşke yalnız bunun için sevseydim seni”. Köhne bir kır kahvesinde yüzün mavi bir gurbetse ve hayat ve ben bu yüzden düşmüşsek klişe bir inceliğe, benim gönlüm ayna kadar derin kırılabilir sana, ama ne çıkar ki bundan! Işığın kenarına bırak beni Ben senden gidemeyenim! Engin Turgut

Gar ve Tren

Hangi garda bu kadar güzel bir şair vardır Gardını almışsa kötülük, bizden uzak dursun Evine geç dönen şiirler yazmaktan sıkılmadım Ama yoruldum, beni efkârdan yağmur yapacaklar Hangi aşkın içinde bu kadar güzel bir dem vardır Tren kalkınca hatırlanıyor o sıcacık, üzgün anılar Herkesin derdinden bir şiir çıkmıyor eyvah Ama susuyorum beni şiirden şarkı yapacaklar Valizin içinde saklanan solgun fotoğraflar vardır Cumbalı evlerden kalan, rüyalardan arta kalan Sahici kimse kalmış mıdır, garda bir başına yürüyen Ama uykusuzum beni bir annenin kalbine bırakacaklar Hangi düşlerin içinde bu kadar çok hayat vardır Gar lokantasında Haydar vardır, bir kadeh rakıdır Eskişehir ile Ankara arasındaki aşk bir başkadır Ama korkuyorum beni bir tren sanacaklar Tren kalkıyor, raydan çıkmış bir vagon nereye Giderse oradadır şair, şairden başka uçan turna yoktur Sahici bir kimse kalmış mıdır garda bir başına ağlayan Bir gün beni şiirden resim yapıp duvara çakacaklar Engin Turgut

Yazdı, Bitti!

Mutsuz, ipeksi, kırılgan bir şeydi, yaz! Ruhumuzu nereye taşısak yazdan kurtulamayacaktık. Şapkanın dalgın- lığından başka neydi ki yaz! Omuz- larımızdan sarkardı sarışın bir ince- liğin boynumuzda açtığı rüya. Kaçır- dığımız tanrının ıslığı yaza nı ayar- lıydı kimbilir belki de yaz yorgunu bir hayatın karnından yuvarlanan çakıltaşlarıydık!... Aşkın yüzümüzle buluşmasında daha kederli ve daha yalnızdı yaz! Çünkü hep yaz çocuğu bellediler bizi…Ve bu yüzden yaz, ormanın gözünden kaçtı. Yaz bunu da atlatır biliyorum, yaz duygusu kimseden saklanmaz bu- nu da biliyorum peki ama nerden geliyor boşluğun o müthiş zarif tadı! Yazın rüzgârı ardına kadar balkon. Bak nasıl da sığınıyoruz kendine gecikmiş bir aşkın oyuncak saatlerine…Cumbalı ama tuhaf bir ev kokusuydu ve öpücük- lerle eğitirdi ayrılığı yaz! Ve fazla hatıra- dan boynu bükük birden yaşlanırdı ağaçlar… Aşk ve yaz o ilk şaşkınlık! İkisi de düşleriyle gelir ikisi de çabuk biterdi… Engin Turgut

Şarabın Sözleri

Herkes ışığını alsın gelsin! Bende melek selsebil! Ruhumuz sütlüdür, taşarız şarabımızdan! Bana güneşinizi üfleyin, üşüyorum yokluğunuzdan! Her veda utanır kendisinden! Haz biter, mana ölür, sıkılırız derdimizden! İşte dimağ, işte tenha, sanki her şey kurudu! Ateş sustu, iştah sonsuz, bıktım anlaşılmaktan! Akşam güneşini bırakır duvarda! Arz patlar, her şey rüya olur! Terk ettim aklımı, her yerde kalbim vardı! Mahur bir korkuydu yüzümüz, yükümüz fazlaydı! Akşamın tadını kaçırdılar, cümlemiz vesileyiz varoluşa! Aşk hepimizi uçurur, hayat hepimizde başka! Hadi gelin, gül kapılarını kıralım bülbül bile olamayalım! Var mısınız yanmaya, işte ben gidiyorum, kubbedeki sonsuza! Merak buyurdunuz söylüyorum: Hayalden başka neyiz ki biz! Bakın bırakıyorum sizi de boşluğa! Engin Turgut

YAĞMUR İÇ, GÜNEŞ ISIR, AY ÇİĞNE

Kederlisin biraz nedense Çiçek açmalısın oysa Bahçe olmalısın, suyu ısırmalısın Bu kadar çok mahsur kalma siyah odalarda Kaması böğründe bir kuğu gibi durma Sen şarkılar söylemeli, tango yapmalısın Bu yaz bol bol kiraz ye Heveslerini diri tut. Dinsin yüzünün gürültüsü Bak yağmur esniyor Hıçkırıyor güneş Sen yüzünü sokaklarla yıka Çocuklara şeker, aşklara kuş, Arkadaşlığa kelebek ol Göğe bak, ne güzel bir lunapark o Bir çocuk gibi büzülmesin alt dudağın Denizin sesini topla Saksıdaki çiçeklere su ver Islığını sev gövdenin Sen uyu tenin uyumasın Uçurumlar biriktirme ruhunda Sevincin ve umudun ışığı hep şımartsın seni Bir serçenin rüyası gülümsetsin kelimelerini lirik ol, esrik ol, hayat ol Çılgın mor yatıştırsın ruhunu Öyle tenha durma, kahkahalar at turuncu Yağmur iç, güneş ısır, ay çiğne Şaraba değdir sesini Islık çal mavi düşlerinin gölünde Yüzdür beyaz kayığını İçindeki çalışkan yıldız üşümesin Çünkü boşluğun da zarif bir tadı var Ve öpücüklerinle eğit...

Yolculuk İyidir

Gecenin alnına sür atını Sedeften kelimeler tarlasına gir Zamanı toprağından sök, zamanı işlet Ceplerinden çıkar yakamozları Gurbetle seviş, nutku tutulsun coğrafyanın Çıkar üzerinden rüya elbiseni İyiliğin dalgını, susmanın gecesi olma Bir bisiklet olabilirsin sözgelimi Yoldan ve baştan çıkabilirsin Aşka pedal çevirebilirsin Dünyayı yeniden okuyabilirsin Hayat seni korkutmasın Uçabildiğin kadar uç Bırak uçurum başını döndürsün... Gözlerini yıldızlardan ayırma Yan sokaklardan geç, trenlere, gemilere Uçaklara bin, otobüs bekle İnsanların yüzlerine dokun Hayatı bir yaprağa bakarak da öğrenebilirsin Zaaflarını saklama kendinden İpeklere sar yaralarını Düşlerini gezmelere çıkar Hayat evin olsun, kuşlarla, çiçeklerle konuş Bir taş ustası gibi çalışsın ellerin ve gözlerin Hiçkimse olmaktan korkma Bırak uzaklara bakmaktan gözlerin kar toplasın Kendini bir kuş, hayatı bir rüya sanabilirsin Kalbindeki oturma odası açık kalsın İçindeki denizin ruhunu şımart Yüz verm...

Ah!

Her şeyi masal yaptım, yıldızlarda kaldım. Evlere, sislere, kendime kaçtım Ah! hangi sesleri gecesiz bıraktım. Akşamcı dedeler olgun, pişmiş ve kül! Eller yukarı hayat, ey siyah kahkaha, gül! Aklımı cebime koydum, çıktım yollara Düşlerimi gerçek sandım, attın beni aşklara. Kumrular düşer balkonlardan, çürümüş akşamlar Çıldırır bir düş, içini çeker sabahlar. Kentlerde rüzgârdır gece ve gündüz Ah! hüzündür bu, öldürür beni güz! Karanlık tek giysim. Ayna kullanmam. Sabırsız bir çığlıkla çözülür alfabenin sırrı. Kaygan gecelerden sıyrılan korkular sevgili birer ufukturlar. Yorgundur sızılarım. Adresim nemli. Sözcüklerimin tozu alınmamış. Güneş, buğu, su ve akortsuz bir keman. Güz öğütürüm boyuna. Susuzluğuma utangaç bir mavi saplanır. Alnımda ezik çocuk kokusu. Bir çağ daha patlar ve her şey aşk olur! İçimdeki büyüyü bozmayan bir uykuyum. Yok kendimden başka kendim! Masallar yedi kedilerimi, kuşlarımı, balıklarımı. Nice hayatlar kırdım, düşler kemirip. Fırlatırı...

Bahar Hanım

Bahçemizde bir cümleydiniz bahar hanım, kalbinize bir bulut gibi girerdim, bilirsiniz aşk hep kaybederdi bir melekle yer değiştirirdi ruhumuzun iç kanaması, heves hiç uyumazdı rüyalarımızda, durmadan bir mer- mer daha kopardı şuramızdan, dağılan bir mürekkebin lezzetiydiniz, mektuplarınızla boşluğunuz arasında gümüş tüyler dökülür, masanızda kimseye gönderile- meyen yoksul bir şiirin çocukluğu dururdu! Sizin meleğinizi hiç üzmedim bahar hanım, kelimelerin gurbetinden geçiyoruz, şiir hep genç ve yetim bir şey değil midir bahar hanım, çilek sizi mırıldanıyor, herkes kendisini kiraz sanıyor, sanıyorum sizin adresiniz de kendisini bir mektup sanıyor, dili tutuluyor yazların siz yazları terkedeli kaç yaz geçti allahaşkına! Bahar hanım, bahar hanım, siz sonbaharın gövdesine bir kere yayılın, tatlı bir kahve söyleyin kendinize Hafız’dan, Erol Bey’den, Dede Efendi’den, efendime söyleyeyim, hüzzamlar dinleyin, çünkü elleriniz ormanda çalışanların feneri, pusulası gemicilerin...

Üzgün Mektup

Saflığım ve telaşlı yanımla ruhunda bir sabah gülümseyişi olmak, kelimelerimle sana dokunmak istiyorum. Yüzünde sarışın bir huzur var. Gözlerindeki anlam bir yanıyla evcil, öbür yanıyla sanki aşkın ayaklarına kapanacak kadar derin. Sana teşekkür ederim gözlerindeki bahçe hep ışıldadığı için. İçimin denizinde bir kayık yüzüyor bir de küskün kır çiçeği. Seni düşünürken boynumun sokağından bir fayton geçiyor. Seni düşünürken parmaklarım yasak meyveye dokunuyor. Seni düşünürken bu şehirde kaybolmuş gibi oluyorum. Sanki kalbime yağmur yağıyor. İçimden ılık bir ürperti kopuyor ve ensemden başlayan sıcaklık hüznün buğusuna karışıyor. Kulağıma deniz kokusunun o mavi sesi geliyor. İnsan bu masmavi sesle yıkanır da kurulanmak ister mi hiç?.. Oysa ben ne kadar çok çocuk kalmışım. Tenimi sıksam nehir fışkıracak. Ruhumu başa sarsam her yanımdan sokağa dökülecek iflah olmaz bir yaz duygusu. Bak kırlangıçlar da geldi. Birazdan haziran göz kırpacak aşk delisi kalbimize. Martı yüzlü ...

Islık ve Uçurum

"Dünyada bir tek hakikat vardı, cahiller onu çoğalttılar.” Hayat ıslık çalarak geçiyordu önümüzden. Kokuşmuş, acı çığlık seslerinden geçilmeyen bu ikiyüzlü, bu vahşi, bu namussuz çağımızda cehennemi yasamadığımızı kim söyleyebilirdi? Bırakın ruhumuzun kirlenmesini, gövdemizi de yıpratıyorduk. Aşkın, üzümün sapına kadar yaşanması gerektiğine inanıyorduk. Aşkın varlığını ve yaşanabilirliğini hissetmek gerekti; aşka güvenmek ve onun hizmetine girmek lazımdı. Aşkı oraya buraya çekiştirip aşka yön vermeye kalkışırsak, aşkın altında kalırız diye düşünüyor ve aska inanmayanlara soruyordu: Aşk size inanıyor mu sanıyorsunuz? "Niye intihar edecekmişim; daha yaşayacağım onca hayal kırıklığı varken." Böyle mi demişti Emil Cioran. Doğrudur hem sanal, hem banal bir dünyada yaşadığımız. "Ancak kötü olabilecek kadar cesur olabilirsen, gerçekten iyi olabilirsin" diyordu birisi. Türkçenin saadeti geceleri uyumuyordu. Sürekli arzuda dolaşan, her şeye aşkla bakan, küçük şeylerde...

Gözleriniz

Sesinizde şarabi bir yara var, uzaklığınızdan başım dönüyor, uzaklığınızdan yaptım bu aşkı, lekesiz bir kamaşma olmalısınız, ay ışığı sizden çok çekti, ruhunuzu flütün dumanıyla mı yıkadınız, mavi dansların ateşli fosforuyla mı aydınlandınız, ah, belki bana da turkuvaz bir yaz geçer sihirli gözlerinizden! Sanki çöl idim siz beni nehir yaptınız, içimdeki ıssızlığın yüzünü güldürdünüz, ruhumdaki gemiler karaya otururdu eskiden, hüzünlü bir elmaydım eskiden, şimdi süt akıyor incecik ellerimden, özlemenin dayanılmaz bir şarkısı vardır ya; işte oramdan kanıyorum, lirik yanım sızlıyor, bozkır yanım üşüyor, kızılderili, ay ışığı sevgilim, bıraksam yıllarca ateşimin üzerinde uyuyacaksınız, kalbimde incelikler sarhoşluğu, sarı güller düşüyor o masal gözlerinizden! Gece ve sis içinde yürüyor yüzünüzdeki derenin şıkırtısı, hüzün dünkü çocuk kalır yanınızda, gözlerinizde yakamoz vakti ve ay sessizliği, kalbi acıkmış gece fenerimsiniz, ah benim kanımı ısıtan zalim efendim, içim...

Bahçeye Hayalden Girilir

.……………………………karayazım benim…yaz çocuğum… …………………………….seni yaz diye sevdiler… Sizi kazandığım için, size kaybederek yaşıyorum… Susar kalır sarışın ay! Su gibi ten arar. Su, suretimiz bizim. Ah, sokaklarda ağlar! Gölgenin oyununa gelelim, neşeli bir ıslıkla o bildik bahçemize kaçalım. Canı yanmasın diye aşkın, buhar olup göğe çıkalım. Kalbi kasılarak, yalnızca kalbiyle yaşayan eski hayal çocuklarıyız. Terk edildik ahşap bir cümleden… Israrlı bir iyiliğin yıkılmayan hazzı. Benimle sussun şarabın mistik gevezeliği. Ey avuntular tekrarı dünya, çöl yağsın ki içime çocukluğunuz bende kalabilir, kalsın saflığın tahtadan atı. Kimsenin tutunamadığı camdan bir uçurum; size ne çok benziyor. Eşyayla aramızdan geçen serin su peşimizi bırakmadı. Ve sizin yere düşürdüğünüz aşkı tutup alnıma kadar taşıdım… Her şey orada, trajik olana gidelim. Sonuna dek yaşayalım ayrılığı, ayrılmayalım ayrılıktan. Ne kadar acı çekerse ayrılık, o kadar büyür… Büyüsün! Ne kadar zayıf...

Eflatun Görüntüler

1- İçinde kelebeklerin ve şarabi kedilerin dolaştığı melek yağmuru bir şehir olmalı rüyandaki… Uykusunda üzerine kirazlar dökülen kristal bir bahçenin gülümsemesi olmalı bakışlarındaki… Herkese yanmayan bir lambanın kederi alacakaranlığın mırıltısına karışır başkasındaki… Ah ne yapsam ruhu doymuyor rüzgarın aşk ve nehir söz dinlemiyor, eflatun bir ıslık ağzındaki… 2- Arkadaşlığın kumsalına indim de ağzı süt kokan bir parıltıyla buluştum eflatun bir buğu damlıyordu alnımıza bembeyaz omzunun gölgesinde serinledim sepetimizde kırmızı şarap ve yakamoz ve dal gibi gövdemizden sızıyordu denizin sesi tülden perdesini araladık düşlerimizin arsız ay ışığı bırakmadı peşimizi sıcacık mavi bir çukur inliyordu arzudan seni oracıkta öpüp pınarından içtim ikimize de gülümsüyordu bitki ve böcekler İştahla kımıldıyordu gökyüzü… 3- Seni görememek korkusu eflatun bir melek biriktiriyor uykumda o muhteşem kalbin sanki yeni bir uygarlığın sevinci ve senin şu çok bakım...

Başkasının Kuğusu

Siz benim meleklerimden daha saydamsınız, kirlenmeyen bir tek arzumuz kaldıysa bağışlayın! rüzgârımızın arasına kibirden bir cümle, yanlış bir hayal girmesin diye sabahtan akşama kadar yalnızlığımı sulara çarpıyorum! İçimde hep bir hançer sıkıntısı var her yanım delik deşik, bir köpek gibi havlıyorum durmadan, birbirimizi bir daha görsek boğulacağız, nefesini içime dök, başım dönüyor bahçenizin nazından, ruhumu ısırıyorum!.. aşk için deniz susuyor, yaprak titriyoruz aşk için kelimelerden sihir yapıyoruz yağmurun sokağında çocuk oluyoruz dünyanın küçük ve güzel huylarını kapıyoruz arkadaşlığın gövdesini sütümüze banıyoruz gül parlatıyor, keder yontuyoruz zamanın çıtı çıkmıyor, iştah sızıyor ışığımızdan kanımız çalışkan, çıkarın şu yabancıyı aramızdan siz benim aşktaki dalgınlığımı anlamadınız, gururunuz, içinizde fenalık biriken çıkmaz bir taşraydı! başkası birimize hep fazlaydı! size her gün zarfsız mektuplar yazar, gönderemediğim için pula dönerdim! siz ...