Tavan arası penceresinden görüyorsun tepeyi, servi ağacını, köylülerin unuttuğu patatesleri bulmak için her alacakaranlıkta keşfe çıktığın tarlayı. Kabukları sen yiyip, içini karnı hep aç olan Mur’a ayırıyorsun. Oğlun öylesine sıskaydı ki zayıflıktan kemikleri sayılıyordu. Önce maviye dönen sonra akşam karanlığında gözden kaybolan bir tepe, hiçbir yere gitmeyen kıvrımlı bir yolun kenarına dikilmiş bir servi ağacı ve karların erimesiyle çamur deryasına dönüşmüş bir tarla. Tavan arası penceresi artık mutsuzluğunu kelimelere sığdıramayışından, artık sevilmeyişinden ve yemek yapmayışından bu yana dünyayla tek bağlantın. Tarla boş sayfanın, ekin alanları satırların, servi ağacı da kalemin yerini tutuyor. Pencere ve tavan arası sürgünde ölen eski mülk sahibine aitti, sandalye ise senin dilini bilmeyen Tatarlara ait. İpi sen ekledin. İp tavan kirişine tutturulmuş, düğüm hazır. Donmuş patates ararken ellerinle eşelediğin saban izlerine bir adım ötede bulunan Alabuga Mezarlığı’ndaki cenazene ka...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"