Ana içeriğe atla

Kayıtlar

derya önder etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

muhtelif hüzünler geçidi

her kentin bir delisi var her aşkın bir soytarısı sarhoş günaydınlar yol alıyor sabaha içerden yeni çıkmış bir hüzün bilmiyor nasıl yer bulacağını arta kalan kırıntıları topluyor güvercinler bu şehrin güvercinlerini acı kırıntıları doyuruyor kurtuluş sokaklarında rüzgâra karşı çıkan saçlarım dolapdere’ye düşen bir yalnızlığa dönüşüyor çıplak mankenler karşılıyor beni sabahları ve işçilerin mazot karası elleri ceplerinde şeker olmayan tulumları onların bakkalın karısı kaşarlı tost kokuyor iki paket sigara, bir küçük şişe su bir de sokak pohaçası her kentin bir köprüsü var her aşkın bir merdiveni annesiz çocukların mayısa isyanı bu kanatlanmış kelebek görmediğim gelincik sahi o zehir zakkum bir gün odayı ele geçirecek açık camlardan içeri girecek hayat kendimi taşıyorum bir hüzünden bir hüzne inanmak ne zaman lükse dönüştü neden taksim’de sıkışıp kaldı bakışlarım oysa galatasaray’dan sonra genişliyor herşey yolun sonu tünel ordan galata, köy karası sonra...

Fotograf

İspinoz beslerdi babam Ahşap kafesinde yalnızlığın İçinde beslerdi Gidebilme isteğini Bilmezdi annem saçlarımı örerken Elleri yoksa bile Sabah akşam Sabah akşam Neden ispinoz beslerdi babam Daha iyi diyorum bu Onun seyyad olmasından Kimbilir, çerçevesi olmasa Söküp atacaktı belki de Sokağa bakan camları Kaçabilme korkusundan Anladım bir gün Ne ispinozdu Ne yalnızlığı ahşabın Düşüp kırılan kalbiydi babamın Şıp Şıp Üstümüze damlayan Atıyorum bak havaya Kimin önüne düşerse Kafası kopmuş ispinoz Odur yaşamda kazanan Sazlığını özleyen ney gibi Özlemek bilmez insan Tut hadi tuuut Derya Önder

denizin eli

bir çarkın içinde dönüp duruyor elimden elini çekiyor, kalbimden kalbini biraz anlat diyorum eskilerden hangi masaldan geldin sen pas tutmuş balkonlarından çocukluğumun babam eve çağırıyor bizi şile'de bir pazar günü denizi okşuyor içinden bir kadın geçiyor anneme benzemeyen uzun bir otobüs yolculuğu gibi her şey hiçbir yere götürmeyen bir son sefer şile'de bir pazar günü vermiyor elini deniz... kıyı değil gelen... kalbimden kalbin havalanıyor bilmediğim bir kuş sabaha kadar ayrılmıyor pencereden bir sırra erer gibi söylüyor: sen ey kuşkusuz keder seviştir bizi ve eğer sevgilim olursan ve eğer bir sevgili daha mutlu kılmaksa kurtçuklarını bir ağacın eğerim ben de dallarımı olduğun yere ve eğer gelirsen ve eğer suyu çekilmemiş bir topraksa kardığın kökleriyle yer değiştirecek bitkiler ilk kez uğurlu geleceğim kendime DERYA ÖNDER

ilk mektup

geldin ılık bir rüzgâr gibi savurarak saçlarını bir adımın hep ileride, geldin bir elinde geçmişin buyur etmedi seni masasına ‘şimdi’ çok söylenmekten aşınmış bir sözcük dile dolanmış bir şarkı gibi geldin çıkarken hep yoran bir yokuş korkulu bir rüya gibi kimsesizliğini tanıdı kimsesizliğim bunu bizden başka kimse bilmedi geldin karla karışık bir ayrılık akşamı sanki sen gelmesen ben gidecektim eskiden bir buluttun belki de rüzgârlarla dağıldın yağmadın kendinden başka yere bu masanın dört köşesi var naciye sen ve ben ortasındayız bütün kenarların bütün çemberlerin dışında hem bu acı yeşili gözler kaç çocuk annesi kim çoğalttı onları böyle şüpheyle bir kez geldin ya gitsen de kalacak kokun senden korkuyorlar en çok da kendilerinden bu korkuyla başlar eğik sebepler hazır konuşursan dökülecek kirleri ortalığa bu leke hiç çıkmayacak belleklerinden sen şimdi hangi soruyu sorsan ben ardından gelen soru işareti olacağım ve bu şehri seninle terk edec...