Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Arkadaş Z. Özger etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Sığıntı Kuşu

akşam hüznümün soluk aynası vurdukça yüreğime kanım oynaşır derinleşir acısı parmakuçlarımın kırmızı bir ölümü görmüş gibi kanarım. yoruldum değiştirmekten kanını yüreğimin hergün yeniden başlayan çığırtkan bir şarkıyı söylemekten hergün yeni bir şarkı bestelemekten ben hüznün ben gölgemin kiracısı yeni bir ev değiştirmekten hergün gövdemle büyüyen hüznümle kimselerden habersiz eskiyen yüreğimin dinlemiyorlar dinlemiyorlar şarkısını oy sustukça çoğalıyor tekliğim ah benim sıska yüreğim ah benim kimselere söz geçiremez yüreğim ah benim neyim kaldı elimde ah benim üreyemiyorum kendime böyle niye beni biraz yankı biraz karıncayken şimdi eski bir enosis düşlerim kendimi koparıyorum kendimden yetişemiyorum. tekliğim yorgun ve kanadı kırık kuştur hüznün yapraklarında gölgelendiği kim koparır dalından ağzı açık bir gülü kırmızı bir ölümü görmüş gibi kanarım yoruldum değiştirmekten kanını yüreğimin ne zaman bitecek bu hüzün. Arkadaş Zekai Özger

Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası

charles chaplin bir savaşta yitirdim sakalımı çıkmazlığın grev sesi umutlarımı vururken yendirdim bıyıklarımı papağan kuşkulara biraz elma şekeriyle kazıdım sakalımı       lohusa şerbetiyle kazıdım sakalımı            yanaklarım paprika lahmacun ister misiniz al işte sana böyle yüze böyle güz        demeyin deseniz de sakal yok ya ucunda bu güz vermedi tarla seneye bıyık kerim ben ettim siz etmeyin sakal veririm size iğne iplik elimde bıyık dikerim size              yanaklarım taşlıtarla kurabiye yer misiniz Sayın bayan dursanıza gözünüze kuş kaçmış bu bıyık hiç gitmemiş sesinizin rengine sakalınız uzamış inmiş ta belinize at kuyruğu yapınız ya da örgüleyiniz kedinizin bıyığını usturayla kesiniz               yanaklarım bileytaşı ispirto sever misiniz yoksul ve utangaç bir müşteriyim ben sizde güneş bulunur mu biraz/kaktüs alıcam s...

Sevdadır

Göğü kucaklayıp getirdim sana kokla açılırsın solmuşsun benzin sararmış yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün öyle bükük bakma bana çam kolonyası getirdim sana kentli dağlıların haklı sevdasını bolu ormanlarından çarpan bir koku sanki köroğlunun ter kokusu aman kokusu, billah kokusu canlarım, canım benim üzme kendini bu kadar sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var bak yeryüzü ne kadar geniş ne kadar dar Dur akıtma gönlüm yaşını gözünden öpecek bir yer bırak oy bana en yakın bana en uzak sevgili yar Hasretine vur beni Giyecek çamaşır getirdim sana adettir diye değil, sevdim diyedir bağışla, eski biraz bedenim uygundur diye bedenine elimle yıkadım, ütüledim elma ağacında kuruttum Günler sarmal bir yay gibi bunu unutma Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir bunu unutma Seni ben her yerinden öperim bunu unutma kadere inansaydım sana inanırdım Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben öyle kırık bakma bana Caddeler nasıl da genişliyor sana bunu söyleyecektim Bileyli bir makas vardı yan...

çelişkili kötü şiiridir

kadercinin / kendine tapmadan önceki  son -ya da sona yakın- öfkesinin  bir dünya görüşünün yorumuna  başlangıç olan/ çelişkili kötü şiiridir açtık çok açtık çok çok açtık ekmek istedik kadın istedik tanrı İstedik ve oturup ağladık niye ve niye hiç görmemiş gibi sanki oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum ona şaşıyorum biz sanki hiç ekmek görmedik yemek için hadi hiç görmedik diyelim / çok doğru / sanki hiçbir şey de mi yemedik bak biz helva yedik güneşe karşı / şapka alıcak paramız yoktu / helva yedik sonra güneş yedik yüz derece sıcaklıkta şart değildi biliyorum güneş yememiz güneş onlarındı biz hırsızız hem valla hem billa biz toprak yiyorduk o zamanlar katık olsun diye güneşi de yedik yüz derece sıcaklıkta hırsızız valla bak biz daha neler yedik inanamıycaksınız ama hem valla hem billa eylüllerden tutun da nisanlara kadar göğün saralı günlerinde yağan yağmurlarda ve de vıcık vıcık çamurlarda ve de dizboyu karlarda ve de en bi f...

Aşkla Sana

alnını dağ ateşiyle ısıtan yüzünü kanla yıkayan dostum senin uyurken dudağında gülümseyen bordo gül benim kalbimi harmanlayan isyan olsun şimdi dingin gövdende uğultuyla büyüyen sessizlik birgün benim elimde patlamaya sabırsız mavzer olsun başını omzuma yasla göğsümde taşıyayım seni gövdem gövdene can olsun söyle bana ey ölümün açıklayıcı pervanesi hangi yavru tek başına yiğittir hangi yangın bir başına söndürülür ah herkes susuyor hiçkimse bilmiyor içimin yangınını ah herkes mi susuyor kalbimi kalbine bağladığım dostum ah herkes mi susuyor kalbi kalbimize benzeyen dostlar bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya hayatın ateş renkli kelebekleri bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için ah herkes mi susuyor bağırsam içimdeki dehşeti hırsım deler mi toprağı beni acısıyla onduran dostumu aşkla vurduran hayat sana yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım dünyanın yeni baharına çatlarken kadim güneş bağrım delinirken fidanların kanıyla ...

Pencere

pencereyi kapama gök dolabilir içeri sen neyi görebilirsin ıslak bir bulutun ağışını mı pencereyi kapama kuş dolabilir içeri sen neyi taşıyabilirsin kırık bir dalın yükünü mü Pencereyi aç Soluğun çıksın dışarı sen büyütmedin mi ciğerinde onu Kokusu hayatı yıkasın diye Pencereyi aç Sesin sarsın dünyayı Duyulur elbet ta ötelerden Yürek kendini tanır Arkadaş Zekai Özger

Merhaba Canım

ben az konuşan çok yorulan biriyim şarabı helvayla içmeyi severim hiç namaz kılmadım şimdiye kadar annemi ve allahı da çok severim annem de allahı çok sever biz bütün aile zaten biraz allahı ve kedileri çok severiz hayat trajik bir homoseksüeldir bence bütün homoseksüeller adonistir biraz çünkü bütün sarhoşluklar biraz freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır siz inanmayın bir gün değişir elbet güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü çünkü ben okumuştum muydu neydi bir yerlerde tanrılara kadın satıldığını ah canım aristophones barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum ölümü de bir giz gibi içimde ölümü tanrıya saklıyorum ve bir gün hiç anlamayacaksınız güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum düşüverecek ellerinizden ve bir gün elbette zeki müren'i seveceksiniz (zeki müren'i seviniz) Arkadaş Z. Özger

Hüzün Mevsimi

Gece bir tabut gibi çöker omuzlarıma bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta hasreti bir ben bilirim bir de gecenin gözlerindeki baykuş baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuş onu hüznümle güzelleştiririm. hüznümle süsler. bir damın üstüne oturturum süsler. Damımın üstüne oturturum -sizi hiç bu kadar yakından görmedimdi yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta abimin acıyla yontulmuş yüzü yaşlı bir güvercin gibi düşer avuçlarıma dağılır ses olur acısı ezberlediğim bir öğüdü yineler bana -çocuğum üşütme yüreğini şimdi hüzün mevsimidir bütün şiirleri gezen ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan korkarım mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa mesela annem de yoksa yanımda mesela, şimşek de çakıyorsa ben çok korkarım ağlarım -ana bana kurşun dök. dua oku. üfle ana ana ben daha çok küçüğüm. bana ninni söyle ana yalnızım. bunu hep söylüyorum yalnızım....

Beyaz Ölüm Kuşları

sonra bir gün anneler de ölür böcekler ve kertenkeleler ölür boşalır suyu havuzun kum seddi yıkılınca sivrisinekler ve kağıttan kayıklar ölür sonra o gün çocuklar da ölür biz hepimiz önce küçük bir çocuktuk sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk balçıktan bir külçe olan dölleri en iri elleriyle kepçeliyen ve biçimliyen ve hep önce kendiyle biçimliyen o dehşetli yontucuyu doğumu ve gebelik sanatının bütün hünerlerini sütten bir mermere eşsiz bir incelikle işliyen anneyi o usta nakkaşı unutmadık önce anne doğurdu çocuğu acıya sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı sonra herşey ve herkes çocuktan var oldu geçti sarp kayalardan aştı nice dağlar içti ağulu sütünü hayat denen annenin sıkıntının kutsal kabında yıkadı ellerini hüznü kuşlara dağıttı unutmasınlar diye onu acıyı gömdü toprağa gayrı açar mezarlık çiçekleri böyle vardı bir ırmak kıyısına anne bir tedirginliktir nerede olsa bağırgan bir karmaşadır onun sesi takılır gibi eski bir gıramafona titrek bir iğne...

kan reçetesi

Kara bir gök için çok şey söylenebilir elbet İşte benim bulutum pas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle sana ey rengi tarihini utandıran elbise Yüzün hiç yabancı değil sen eski borazanların gedikli çalgıcısı sesine küflü ambarların kokusu sinmiş irin salgını, cinayet fotokopisi ve kangren depolanmış eskimiş tarih satıcısı ambarların kokusu. Burnum duymuyor ama seni uslanmış ıtır kokusunu da duymuyor benim burnum benim burnum vahşi dağ çiçekleri, bozkır gülleri ve devedikenlerinin kırları genişleten halk kokusuyla yanıyor genzim çatlıyor genzim çatlıyor ve seni de çatlatıyor el illizyonizmin sırça küresi. sana kim sus dedi Kalbim. Dünya bir ateşten top gibi kavruluyorken toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken burda, orda, öte yanlarda alınterinin öfkeyle fışkıyan şavkı yeryüzünü yeniden biçimliyorken ve depremle sarsılan halkların beyni illizyonizmin büyüsünü bozuyorken seni kim büyülemek istiyor Kalbim....

Günler Perişan

yırtarak geçiyor kalbimizden hayatı da törpüleyen zaman şuramızda birşey var acıya benzer umuda benzer böyle günlerde hayat hem acıya, hem acıya benzer gün ölümle başlatıyor hayatı her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor her sabah ölümü anlatıyor gazeteler sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme beynim sabırla keskin iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir gelirse de bilinir nerden ve nasıl böyle ölümün yücedir adı ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası çünki ölümün kanıdır besleyen bir başka baharın tohumlarını şuramızda birşey var bizi onduran şey acıya saran umudu kuşatan kalbim: kalbim mi desem var kalbim: yaşayan ben hayatla ölümle cinayetle gazetelerde, radyolarda, eski üniversitelilerde eski prof hocalarla yaşayan ben: geç mi kaldık/kabul edemem ah benim sevgili annem oğlunda elbet yurtseverden birgün bırakırda sizi yüzüstü yüz...