Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mahmut Temizyürek etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Cam Fanus

Ne gidecek yerim var, Ne gelecek kimse bana Tarih, git diyor, sonuma git Git de bul seni sen yapan kaderi Bulmak, cama yansıtmakmış gölgeni Çocukken öğrendiydim, hayat bir yılandır Şimdi sergiliyorlar bir yılan gibi camekânda beni Atamdı Gılgameş, Onun heves diye bıraktığı ölümsüzlüğü ararken buldum yılanı Herkesin öyküsüyle buluştuğum andır bu an Şimdi ne gidecek yerim var Ne gelecek kimse bana Oysa herkes burada Nefesimden kalan buğuyu silerken bulduğum ayna Bir bilmeceyi soruyor bana şu görünen sen misin, herkes mi? Sorgucularımın sorusu mu zordu Ağlayan kadınlarda sızlayan ölülerin acısı mı? Adına tarih denen yansıda Herkesin katil olduğunu bilmektir acı Sevindim buna sanırsanız yalan Üzgünüm dersem eksik Üzgünüm uğultusunu ancak kendinin duyduğu Metruk bir değirmek olmaktan Beni ben öğütebilirim ancak ve zaten Takvime mezrası viran Bir höyük olarak yazıldım Ağır ceza saçma bana, ben orda kaldım Zaman bendine takılmış kuru çöp nedir ki Suya düşerken...

Noktalar

Noktalarda duracak kadar dengeliyim Dar dünyada diken üstü duruşlar Doğrularım ki tutunduğum kuru dal Dönüşsüz hatalardan öğrendigim yanlışlar Yüzümde bir parça aydınlık bazen Umutsuz geceler biter birden ışıyışlar Evler şarkılar aşklar arkadaşlar bırakıp gittim Her mevsim giden kuşlar gelen kuşlar Her insanın rakibi yalnızca kendisiymiş Köpek yarısı dünya seyirciler alkışlar Kara değirmenler gordum kararıp kalmışlardı Öğütmeyen öğünürmüş için için çürüyen taşlar Kendime baktım, baktım ki herkes orda Habil Kabil dünyaya dağılmış kardeşler Ağzımda baharat tadı dolaşıp durdum şehirleri Aslolan yolmuş yanılmak içinmiş bütün varışlar. Mahmut Temizyurek

İnsan En İyi

İnsan en iyi kalabalıkta, akşamüstü öğreniyor kendini adını, adresini, dünyadaki yerini Şaşırtmasa, gazetelerden habersiz ağacın serçeleri Gürültüyle gülüşüyorlar, toplanmışlar da Saçma, ama yine de sapan kullanıyor çocuklar Oysa insan bir ömür unutamıyor mermileri, Köroğlu’nu, Robin Hood’u, Hazreti Ali’yi yalanı, gibiyi, şeyi, filanı aşkı, hasreti, beklemeyi insan en iyi kalabalıkta, akşamüstü öğreniyor İnsan en iyi birini dinlerken öğreniyor kendini yüzün çırpınışını, elin kederini bakıştaki anlıyor musun’u sürçmedeki gizlenme telaşını öğreniyor, yapıyor, ne iyi ki kimsenin kimseye sözü kalmıyor Gece boşalıyor, yıldızlar kapanıyor açılıyor rüyanın fenafillah kapısı Sabah, sır gibi saklanarak işaretler ketum yüzlerle gidiliyor işe işten güçten darp izi kalmasın diye aşktan serçelerden piyanodan edebiliyor kendini. İnsan en iyi alışveriş yaparken öğreniyor kendini ilaç almasa hastalığını şaşırtabiliyor Ceket almasa mevsim değişmeyecek Plak filan almasa se...

İnsan Tutkusudur

İnsan tutkusudur, ona benzer Yaşken güneşle dağlar gezmiş… Yorgun gelmiş bir kedidir insan hayatı yinelemekten. Kalbine koy, uyuyakalır Tırnakları gevşer, mırıltısı damlar damardan Unutur bazen kurutulduğunu Bu var ya, bu tutku, her gece kazana atılır rüyasında Sabah, acı da pıhtılanır. Esirlerden alınma kandan böyle bir huy geçmiş Akşam, açılır ansızın bir rüzgârla tutkunun arka kapısı Yalnızlık aç bir kedi, girer içeri Mahmut Temizyürek

Kırılgan

Ürktün oğlum, huylandın hep, az mı kışkırtıldın yalnızlığa daha kirpiklerin kırpışmadan doluşan anılar da bıraksın istedin seni bir kör kadar sabırlı olamadın, alaycı hiç yazık ki sağırlar kadar alıngandın Bir çift göz gezinse gözlerinin karanlığında çalınmış buluyordun yoklandığında kalbini Kalbin! ayaklanan bir sığırcık sürüsü kadar gürdü kalbin Kalbin! onu yeniden tanımla, unuttuklarınla süt kutusunun yaldızından sızdırdığın ışıkla okuduğun mülkiyetin kökeni onu koru diyordu sana gerekecek paylaşım savaşlarında kalbinden başka verecek mülkün yok yoksullara Yıllar geçti oğlum, bulduğumda seni nabzın yalnız geceleri mırıltılı ve berrak gündüz kire ve sabun tozlarına karışarak akıyordu yağmur mu yağıyordu kederin mi çarpışıyordu bulutlarla Umabilirdin oğlum, yüzünde kireç kuyularından kalma yanıkların olması uzanabilirdin beyninin son rahat kıvrımlarına her gece sarsıntılarla irkilmeseydi hayatın, sancılarla yine dayanabilirdin oğlum, alışabilseydin ayrılıklara şimd...

Aklı Boşver, Hoşça Kal Yurdum

Eyyo diye başlasın bu şiir İlk kar sevinci sansın çocuklar Ruhum, sivri dilini batır şu şehre Cami avlularından uçuşsun kuşlar Sözlerin kavuştuğu ilk insana sarılsın Yol değiştirsin, şuradan gitsin Ulaşmak istediğin sıcak yataksa alacağın bir şeyler olmalı bahçelerden, balkonlardan, pencerelerden titreşen diri memelerden mesela. Bura, ora, öte ve sınır-öte AyşeFatmaHayatSuDenizAteşBuz GururluRomyçılgınBettyhüzünlüTanya varacağın yer bir insansa ve insan ulaşmaksa, unutma sakın gözucunda tut ruhunu, kaydırma Sen duymuyorsan ne kimse kimse, ne sen sen, ne bura bura, ne sınır-öte. Akıl mı? aklı boşver, şiirlerinde bile İptir akıl, ruh atını bağlar çayıra aldanırsın ipin uzunluğu kadar özgürüm diye özgürlük ipsizliktir oysa, ya da bağlanmaktır incecikle, pamukla şu çıldırtan güzelliğe, hayata. Var ya! Hayat kocaman bir yanılsamaysa neden küçük bir dikkatsizlik olmasın intihar da. Mahmut Temizyürek

Hür Kuşlar Tufanı

Ellerine doğmuştuk hevesle Irağın olduk şimdi senin Kapılar yüzümüze kapandı bir bir İnandık ki dünya gelip geçilen yer Geçip gitmek yaşanacak her şeydir O ince zekâ, kılcal bilgi Olabilir saymıyor bizi Biz ki, gövdesi varsa oyuz dünyanın Bu yalın ayakları, bu sakar elleri Bir adacık oluyoruz konduğumuz her yerde Orada, öbür adaların yanında Bir adacık, ki herkes bir boz, bir mavi Kendiyle uğunan kumrularız Savrulan toz zerresi Böylece kurtuluyor şehirler vebadan Lekesi kalmıyor kanın sokaklarda Çöz kuşaktan ipini, sal gövdeni köprüden Vücudunu parça parça pazarla Her şeyimiz soğuğun, açlığın bedeli Ölüm hemen, yaşam kısa vadeli Yıldızları kayıp duran gecenin Koynunda kadınlar ve çocuklarımız Ölüyorlar birden Bir eflatun dağ tozu koklayıp koklayıp Söndür ışığını, sil hatırasını ve kapan Dönemez ki ufka baktıkça yol gören göçebe Her daim o yağız incedeyiz, o sarp uzunda Havlimiz canımızdan taştıkça ülkeden ülkeye Yolları kesiliyor uygar Roma’nın Gövdemiz...

Ömüryiyen

Nasıl bir hırsla çıktıysam o mahşeri kıtlıktan Lanetlenmiş bir obur oluverdim sonunda Her şeyi rüzgâr hızıyla tüketebilirim  Hayalleri, umutları, ütopyaları Olmamış sayabilirim bir anda Yüzüm asitlerle yıkandıkça matlaştı  Nefretimin aynasına dönüştü zihnim Öfkemin salyasından serumlarla doyup Kahrettiğim her şeyin donuna girdim Hazlar acılar gündelik maskem oldu Bazen iskeletimle bazen gölgemle Bazen hıçkırığımla dans edebilirim Hıncım bile zarifleşti zamanla Duygusu belirsiz huylar edindim Tükettim eski dostlarımı bir bir Yenileri habersizce aldı yerlerini Sıradan bir veda töreni buluşmalarım Anılarını kemiren âşığa döndüm Çocuklarını yutan devrime Nehirleri kurutan güneşe Taşkınsız yağmayan yağmura Kayboldu ruhumdaki esirgeyen yas Güdüler kulumken efendim oldu Sözüm el sözü gibi geliyor bana Bu halime bir de sağırlık ekledim Bunlarla bir olup geçtim karşıma Düştükçe büyüyen çığ gibiyim bu gidişle Bir gün benden bir nem bile kalmaz dünyaya Mahmut TEMİZYÜREK

Atlar Gibi

atlar gibi, diyor yaşlı adam ne şahlandım ben de bir zaman yaşam ki heves uçurur seni durur birden esen rüzgârın o kalıyor bir de toprakla Sevişirken o tadı yağmurun anılar gibi kuruyor tende şimdi gidiyor oldum benden önce gidenlere sözünüz varsa deyin ölüler bir şey bekler o yerde Mahmut Temizyürek

Boşlukta Bir Akarsuyum

Boşlukta bir akarsuyum Bir uçtan bir uca geçen boşluğu Zaman oynaşır içimde Güneş emer toprak sorar Göz kamaştıkça o tatlı yanılmalar Oysa ne başlangıcım ne sonum Akan bir gümüş madeniyim gece Gündüzüm elmas uyku Sesim var kuşlara şaka Gövdem uzanır yıldızlara Ki varlığım boşluğa damla damla sızıntı Varlığım yadırganmaz bir yeryüzü konuğu Yadırgansa da acı vermez koynu yalnızlığın Kuşların konduğu bir noktayım gökyüzünde Hiçlik kadar koyu Hissettim bunu senin boşluğuna sızlanırken Tam öyleyken yanı başımda buldum seni Senle başladı keder bir daha Beter bir bulantı, daha, daha Akıp gidiyor o çağ bu çağ İçine ne yazılsa silinecek bir dağ Gibi bir akarsu Hiçliğim uzadıkça buharlaşan akarsu Mahmut Temizyürek                                                   

Ömrün Bir Ânı

Ömrün bu yakasında Anılar öreni dünya Yaşadıklarım umarsızca geri Döndürüyor beni, günlerim eski Günlerin solgun defteri Bu yazı kimden kalma Anlaşılır mı buralarda bu dil Bu yürek nasıl direnmiş kuşatıldığında Ne kaldı yüzyıllarımdan Birkaç hayat dersi Bozukdüzen bir ses Acı veren gururdan başka Bazı ânların altında Ölü kelebek mezarları Ahdlar, anıtlar, ukdeler… Arasında yaprakların Kalbim, güzel başlangıç O resimli mağara Bir göçükte ağzı kapanır mı onun da Kazancımmış yitirdiklerim Bir ömrüm olduğuna inandığımdan bu yana Gezin ruhumda Ellerin dokunuşların Nefesin ısıtıyor dünyamı Kavuşturuyor O yakayı bu yakaya Mahmut Temizyürek

ecce emor!

Seçim benim gönlüme kusursuz bir onay verdim bastım ruhunun üstüne dudaklarımı nefesimden can aktı onun nefesine o ağız ki şakıyacak dünyaya havayı kesmeden dörde beşe hızını biçmeden rüzgârın parmağı kırmadan şurda burda duyuracak herkese. Bir başlangıç ki hayret vadisinde buluşacak o gün atlar. Aşka bedel varsa ayrılıktan öte ödüyorum ödeyeceğim daha da vurmak isteyene açtım sırtımı yaban saymış olmalı içindeki beni tükürmek heveslisine yüzüm açık aynada tanır birgün elbet kendini yolmak hırsına sakal bıraktım hor bakana gülümsüyorum acıyla koyun sessizliğinde yaşamaktayım ağılım yolduğum otlardan örülü duyuyorum ahalinin kan tutkusunu hazırım bir kurban ya da meczup gibi şu linç kalabalığını karşılamaya. Dönüşüm yok aşk fısıldıyor bu vadi ha bire, ters akamam ya o aşk denizine karışırım ya da yatağı belirsiz dip sulara. Mahmut Temizyürek/yalangezen s.55

Bana şiir gönder

Bana şiir gönder, diyorsun Tersine yollar, yollar tersine Kaldı en son, son bakışında Göçmen kuşlar gibi inip kalkan kirpiklerin kanat hızıyla benden alıp saçtılar yer yüzüne o şiiri Bana şiir gönder, diyorsun Ömrüm geçiyor aşkın ilmek yerlerinden dişleyip çözmek için o kör düğümü, düğümü kör dünya, gittin de dağıldı yel vurmuş un gibi Ya beni hançerle... ... Bana şiir gönder, diyorsun Serin camdan geliyor sözün Yüzünün harfinden ses, bir ses işittim sandıkça, sanıdan bitkin duyularıma güç ver, sözün ne renkse, hangi tonsa, onu da ekle hiç değilse meyline ...Ya da gel bir bakıver yüzüme, bakışını kandil yapıp gezineyim ben de şu yanar döner evrende Mahmut Temizyürek (yalangezen-Kırmızı kedi Yayınevi)

hayat hepimizden geniş ölüm her ömürden uzun

Ben hep gülümseyerek yaşadım dünyayı Gülümseyerek ölüyorum her gün sizlerle Baştan kendime basit bir yüz yakıştırdım Rüzgârıyla haşır neşir çıplak bir tepe Bir gök olsun istedim yüzümde, mavi, bulutsuz Metin olmaktan başka şansı var mıydı yoksulların Ben oldum işte, oldum ve öldüm Sorduğum tek soru vardı kendime (Öbürleri herkese ilişkindi) şimdi gitsem benden ne kalır geriye? Kaldı işte, ahdım kaldı dünyada Yaralı bir alın Gülümserken unuttuğum dudaklarım Ve yurdumu dolaşan kanım kaldı sizlere Kanım her yere bulaşıyor Aşçının kepçesine, marangozun rendesine silahın namlusuna, kalemin mürekkebine yargıcın cübbesine, âşıkların neşesine çocukların oyununa karışıyor Dağılıyor, çoğalıyor, yalıyor sokakları Habere çıkardım, dünyanın yaradılışını görmeye Alevlerin, kurşunların arasından sekerdim Ağaca bakar ağaç olurdum, köpeğe, göğe, serçelere Yaprağa bakar yaprak olurdum, tırtıla, kuşa, yaşlı teyzelere Umutsuzlara bakar iç çekerdim, hallaçlara, sütçülere, çerçile...

Hayatın Üç Mevsimi

Sonunda kış gelir. Ve biz hiçbir mevsim yaşamamış gibiyizdir. Eskimiş bir herkes yalnızlığı, kış gelir tazelenir. Kar tanesi havada başka, yerde başkadır. Biz ona aşığızdır, havada usul usul süzülüşüne ya da bir çalımla dünyaya inişine… Kimileri “vruuu, vruuu” diye ses ç›kardığını söylüyor. Duyuşumla söylüyorum: “fü” diye düflüyor kar. Do, re, mi, fa, sol, la, si, fü… Fü… Elini uzat erir; dokunmamalı, kış gelir. Gölden yalnızca tuzlu su kalmışken kış gelir tuz erir, gölün yarasına kar tuz basar. Eriyen ve eritendir. Anılarımızı yanıltan kar. Anılarımız mı? Döne döne erir kar, gölden kalan tuzdur anılar Biz ki, birbirimizin yalnızlığına dokunmaya izin verdik. Yaralarımız irkildikçe ürpererek sevindik. Sevişmek bu dedik, acıyla buluşmak iyi dedik. Gövdemiz hanlarıydı birbirimizin; sözlerimiz han duvarı yazıları. Ne zaman ki vurulur eskiden beri atların hamutları, şaklar zamanın meşin kırbacı; kulağımızda üç beş saat uzaklığın nal uğultuları. Kış gelir herkes yalnızlığı...

Anam-Babam

Anam küfürbaz bir kadındı Bu huyuna dün gece istemeden son verdi. Babamsa “lan” bile demez “Sen”i “Siz” gibi söylüyor hâlâ. Anam kaynatasından başlamış küfre Çorbasını beğenmeyen Deli Memed’in Sülalesini ıslatmaya yediden yetmişe Tepesinden aşağı boşaltmış tencereyi Böylece devralmış delilik tacını O akşamdan sonra herkes saygılı geline. Sonra da erliği aldı kocasından, tanığım “Vur hadi yiğitsen!” diye dikildiği gün. Ben çok küçüktüm o zaman Şimdikinden bile daha küçük Bir inansam büyüyeceğim Anam’ın dün gece gittiğine Götbut, kazıkbüzük hiç daha Tanışmamışım küfrün binbir haliyle Anam dilin olsun diye öğretti bunları bana Dünyayı küfürle paklar gelirdi akşam eve. Küfürlerinden biri de “burcuva tohumu!” “Ne çok küfredecek insan varmış ya rabbim!” Rabbine de sözü varmış ama meğer Kapatırlar diye saklarmış ev dönüşüne. Evi dediğim derme çatma baraka Her gelen Kraldı ama, Her giden Güzel Abdal “Abdalım kuzum yolun açık ola!” Saray gönüllü bir barakaydı An...

Abartılar

Abarttığımı düşüneceksin gene sen diyorsun göl bu bense okyanus Senle ben aynı şarkıyı dinleyip aynı yerde ağlıyoruz Kim diyebilir ki kömür kara sana Bir papatya gibi duruyorken kömürün yanında Oluyorken ah incelik, ah kibarlık, sen bize neler ettin Aşkımızı verdin kalabalıklara Onu bir konuya indirdin Öğüde çevirdin hayata dair Kağıda geçirip susuz bıraktın serçeyi Sana bakıyoruz ey çiçek sen bir garip gelensin Büyüksün, içimizdekinden daha büyüksün Annen desem değil, babannen de değil Ülkemiz kalmış prensesler gibi her saniye ağır gelensin Var mı yokluğun adı, ben onu hiç görmedim O şarkıyı da görmedim, yok biliyordum seni görene kadar Zaten acıya kandım aldanıp yaşamak diye Sefil oldum, eksik kaldım, üzüldüm Boyuna uzanacak kadar büyümedim Bununla geldim işte nasıl yorsam Da tutsam bacaklarından aşkın eteğine saklansam Herkes o yeri kalbinde arıyor oysa değil Orası sürgün yeri Kalbimiz kabalığa taşkın, dahası yanık süt gibi Unuttuğumuz herşey dibini tutmuş ya...

Paranoya Kırlangıcım Paranoya

İnsan güneşle dünyanın arasındadır Senin sağında, benim solumda hep ortasındadır ölümün Durur bir nefesle bir nefes arasında bir yerde, sabahla akşam arasında her şeyi şaşırabilir Yaprağa düşen yağmurdur yapraktan düşen damla Ne yapabilir, rüzgârından merhamet dilemekten başka. İnsan şaşırdıkça delinir şüphe torbası zehirler gözü. Seni var ya, inleyişinden tanırım kiminle öpüşsen duyarım sesini teninin duygusu bulaşır, ateşi, kokusu bacaklarının arasından ürperti dudaklarına dolaşır seğirir damar gibi İnsanla herkes arasında nahoş tecrübe Kırlangıcın zamansız göç nedenidir O yüzden tizdir gagasından fışkıran Bir daha dönmez yurduna. Kalp, inleyişinden tanınır Bir öpünce, bir de kırılınca. Mahmut Temizyürek