Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ahmet ada etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Çiçek kokan ağzı

yel ile koşuda birinci seçilmiş rüzgâr böyle dedi deniz kıyısındaki nar ağacı denizden konuşuyoruz gölgesinde koya giren uykulu denizden gül ile koşuda sonuncu olmuş sümbül böyle dedi terastaki gecesefası gülüyoruz, bir kuş sesi bize katılıyor bir kırlangıç çok alçaktan uçuyor dedim ki nar ağacına, gecesefasına güzeldir nisan yağmuru üstümüze başımıza yağınca, sığırcıkların ansızın inişi gibi ovaya güzeldir bir sevgilinin çiçek kokan ağzı yağmurda eğilirken yalın toprağa Ahmet Ada

Ölüm ve papatyalar

kim biliyordu papatyaları çok sevdiğimi? bi dolu papatya getirdiler hastanedeki odama taşıdılar göğü, kırı, ırmakları serçe sürülerini böylece iyilik, hep odur mavi aydınlığı denizin, duraksar düşünürüm bir salyangozun ömrünü bile kimselerin umurunda olmasa da ölünce papatyaları göremem, ah o kavakları, o kavakları hep onlardır acımı dindiren yuvarlanan yıldızlar, takımyıldızı odamdadır geldi, geldi işte yokluyor Pars ah papatyalar, papatyalar Ahmet Ada

Ölüm

yavaş yavaş yaklaşıyorum ölüme Pars, apartman boşluklarında, ara sokaklarda bekliyor beni paslı orağıyla, sessizce götürecek ben yoksulu Pars, usulca götürecek ben yoksulu, fitili kısık lambaya dönecek gözlerim, kavaklara bakacağım, hiçbir şey gelmeyecek elimden, aşmaktan başka eşiği bir ağaç altı mı olur, deniz kıyısı mı, bir odada tüy gibi uykuda mı, kim bilir ne zaman gelecek dağınık masamın başına? Ahmet Ada

Berfo Ana

gece uzun sürüyor Berfo Ana kapıyı açık tut, yüreğini derelerin fısıltılarına aç bugün tasanda değişen bir şey yok “ey oğul, gücün mü tükendi cellâtların elinde, nereye savurdular kemiklerini?” gece uzun sürüyor yarın cumartesi İçerenköy’den Galatasaray Meydanı’na hava soğuk, şubatın mavi rengi Cumartesi Anneleri’nin yüzünde “ey oğul, ölürsem kemiklerin bulunmadan gömmeyin beni de” ah Berfo Ana, ölçtün ve tarttın bedeninde adaleti, boş, yeğin. geçemediler, geçemeyecekler direncini böylesine bağlayıcı yüksek ateşin Ahmet Ada

Felsefe - Gül göçüğü

Felsefe Denize yakın oturuyorum, evden Geldim, birkaç dergi kitap Aldım yanıma, kuşları çağırdım Yorulup konmuşlar tele Kötü alışkanlıklarım yok, sessiz Sedasız okuyorum denizi, taşı, Deniz kabuklarını, kamaşıyor gözüm Güneşin terazisinde, akşam saatlerinde Felsefedir bana çiçeğin açmazı Taşın uğultulu sesi, rüzgârın çıkrığı İnsan her zaman yalnız kalmaz Bütün tabiat dolar içeri Gül göçüğü Bilmiyorum, gülün sesi var mı? Dokununca ‘eyvah!’ desin istiyorum. Gül yetiştiricilerini tükettik. Gül veren de yok. Hayal kurma dükkânlarını kapattık. Söz silahşorları bilge şairler dönemi bitti; şöyle çalımlı yürüyen ‘abdal’. Asfalt yerdeyiz, gül yetiştirilecek toprak kalmadı. Rüyalar eşyalaştı. Rüzgâr koyaklarında ya da bir papatyanın içinde yitmek istiyorum. Gül göçüğü zamanı geçiyor bir yüzüğün içinden. Kalp burcu sokaklar gül kokmuyor. Varlığımız buharlaşıyor acemiliğimizden. İşte tam da bu yüzden hançerem patika türküleriyle dolu. Yürüyorum parka doğru. Ahmet Ada

Ahmet Ada

Yaralıyım Dilimde titreyen türkü Vay le le can Rüzgârı portakal bahçelerine sürüklüyor Yol uzun ay aydınlık Vay le le can Söğütleri geçip geliyorum kapınıza Dudağımın ucunda kuru ayaz Yüreğimde gümüş hançer Aşk kırgınıyım - yaralıyım Görüyor bunu kırmızı rüzgâr Sevgilim can burcum Bu çatal yürek senin için çarpıyor Öyledir işte Öyledir benim sevdam Bir kuş uçuşu uzaklıkta değil Yanı başındadır her zaman Burkulur kalır bir ağaç gibi Dalları uzar yeryüzüne Yaprakları dosttur gün ışığına Öyledir kızaran ekmeklerin utancı Şaşkınlığa benzer uzaktan Erik çalarken komşu bahçeden İşkillenirim, gördüler mi acaba Öyledir benim sevdam Akarsu duruluğundadır Bir mekik gibi işler de Benzemez her sevdaya Ekimdeyiz Yavaş yavaş ısınıyor taş Yavaş yavaş uyanıyor su Yavaş yavaş buğulanıyor ağaç Yavaş yavaş sap taşıyor karınca Yitirmiş yönünü bu yüzden Eylülü geçtik ekimdeyiz Yavaş yavaş soğuyor havalar Erken çıkıyorum yürüyüşe Yavaş yavaş geriniyor sahil yolu Güneşin şamdanıyla ışıyor deniz Olanca gücü...

Kanto'lar

KANTO I Çimen biçme makinesinin sesi yükseldiği zaman Çimen kokusunun dünyayı tuttuğunu söylediler Biz onlara yakıp yıktıkları kuleleri gösterdik Denizin merdivenlerini, balığın ışığını Denizin anahtarını yitirdiğimizi söyledik Denizden dağlara doğru yürüdüğümüz zaman - Yürümesi bile güzel - Duyduk yenilenlerin yapraklanmış adımlarını Toprakları gözyaşlarıyla lekeli Öykülerini dinledik üç deniz üzerinde “Ama onlar bir türlü anlamıyorlar Işığa koşan ağaçların da olduğunu” Göğün boş olduğunu söyledikleri zaman Biz onlara üç denizi gösterdik Kesik haykırışlarını duymalarını istedik Yaz ikindisi kumun ve çakıl taşının Bize dünyanın ücra bir yalnızlık olduğunu söylediler Duraçlı yonuları, eski kemerleri, Sümbül demetlerini gösterdik Söylemesi bile güzel Arka bahçeyi gösterdik Ama bunlar yaz ılgımı dediler Gelip geçer, asıl olan mutsuzluk “Ama onlar bir türlü anlamıyorlar Hüznün de bir ölçü olduğunu” KANTO II Sokakları geçen rüzgârın türküsünden Denizin kırık yapıtları içinden Dünyaya baktık...

Yeni Kantolar'dan Mısralar

“Ama onlar bir türlü anlamıyorlar Hüznün de bir ölçü olduğunu” ... “Kapısı çarpıp duran bağ evinde” “Benden toprağa gitmekte olanı görüyorum”  ... Kayanın sümbülünü leylağını, çılgın aylarını Mevsimlerin bırakıp gitti. Yeni oldu öleli. ... Kimdi dünyayı güzelleştirmek isteyen Durdurup parmaklarından akan zamanı Geleceğe başlangıç çizgisi çeken? ... Annelerinse kırgınlıklardan hüzne döndüğünü Hüzün varsa yerleşen bir şey olduğunu ... Bizi yılların acılarıyla bırakıp gittiler Her gölgeye her ağaca ateş ettiler ... Anılar kalır daracık sokaklarda Girsen ara sokaklara öpersin On yedi yaşının alnından ... Konuşuruz bunları yani çocukluğu Yani yaşlılığı, yıkım taşlarını, nedense Bize sıkça uğrayan parsı anne ... Acının yaşı yoktur, biliyorum Çağımıza özgü acı kökü tattım ... Türkçe sapak, dilim tutuk, sözcükler yırtık Bekliyorum minibüsler getirmiyor sesini Tıka basa dolu çarşılardan, ölü sulardan ... Kenti bir orman yalnızlığı sardığında Düny...