Ruhunda anlayamadığı bir hâl vardı bugün, her sonbaharda yaşardı bu duyguyu… Müebbet ıstırabın zindanında gözlerini zamana çivilemiş, kalbini Rahman’dan beklediği teselliye bağlamış bir mahkûm gibi hissediyordu kendini… Kapalı alanlar ruhuna dar geliyordu hatta bedeni bile… Dostunun kolundan çekerek: -Dışarı çıkalım, dedi. Birlikte dışarı çıktılar, sokaklarda dolaşmak nedense yetmedi ona, aklına kent ormanına gitmek, sonbaharın hüznüne kendi hüznünü katmak geldi. Ormana yürüdüler… Burası sık orman ağaçlarının bulunduğu devasa bir parktı. Bedenin ruhuna dar geldiği, insanlardan ve şehrin duyguları yutup, öğüten atmosferinden kaçmak istediği zamanlarda hep buraya gelirdi. Eylül ayının son günlerini yaşıyordu tabiat… Ağaçlar altın sarısı ve kızılı yapraklarıyla göz kamaştırıyordu. Sonbahar bütün ihtişamıyla buraya konuk olmuş, gün ışığı renginde ki saçlarını savurmuştu etrafa... Kâh günün ilk ışığı gibi sarı, kâh son ışığı gibi kızıl… Hava biraz bulutluydu, bulutların aralarından...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"