Ana içeriğe atla

Kayıtlar

pablo neruda etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Şiir

Anımsarım seni ben geçen güzkü halinle Başında gri beren ve o sakin yüreğin Günbatımı ateşi oynaşır gözlerinde Yapraklar dökülürdü nehrine benliğinin Bir asma dalı gibi dolanırdın koluma Tatlı, sakin sesinden yaprakların soluğu Beni sımsıkı saran mavi sümbülümsün sen Baş döndüren ey ocak, içimin tutuştuğu Güz kadar uzaklara dalarken bakışların Gri beren, kuş sesi, avcı kadın yüreği Uzaklar: acıların göçüp gittiği yerler Mutlu öpüşlerimin kızıl kor kesildiği Güverteden gökyüzü, tepelerden tarlalar Işık, duman ve durgun sudandı anıları O derin gözlerinde şafaklar yalazlanır İçinde tutuşurdu kuru güz yaprakları Pablo Neruda

Düğün Deyişi

Adaya geldiğimiz kış gününü anımsıyor musun? Bize doğru kaldırıyordu soğuk kadehini deniz. Usul sesler çıkarıyordu duvarların üzerinde sarmaşık karanlık yapraklarını adımlarımıza dökerek. Sen de küçük bir yapraktın yüreğimin üstünde titreyen. Yaşamın rüzgârı önüne katıp getirmiş koymuştu seni yüreğime. Başlangıçta görmedim seni: bilemedim eşlik ettiğini bana, vakti saati gelince oydu göğsümü köklerin, birleştiler kanımın ağında, benim ağzımla konuştular, benimle çiçeklendiler. Kuşku götürmez varlığın görülmez yaprak oldu ya da dal ve yüreğim aniden meyvelerle, seslerle doldu. Evime yerleştin, karanlıktı ama seni bekliyordu evim, geldin ve lambaları yaktın. ... Pablo Neruda Çeviren: Erdoğan Alkan

Evrenin Işığıyla Oynuyorsun

Evrenin ışığıyla oynuyorsun her gün. Sen, çiçeğe ve suya gelen minicik konuk. Her gün bir salkım gibi ellerim arasında ezdiğim o beyaz küçük baştan daha fazlasın sen. Benzemezsin kimseye verdim vereli sana gönlümü. Bırak yatırayım seni sarı soluk çelenklerin arasına. Güneyin yıldızları arasında kim yazıyor adını dumandan harflerle? Ah, bırak anımsayayım seni, olduğun gibi, daha oluşmadan önce sen! Birden uğulduyor rüzgâr ve çarpıyor kapalı pencereme. Gökyüzü karanlık balıklarla dolan bir ağ gibi. Geliyor buraya bütün rüzgârlar ve kırbaçlıyor, evet, hepsi. Soyunuyor yağmur. Kaçışarak geçiyor kuşlar. Rüzgâr. Rüzgâr. İnsanın gücüne karşı savaşabilirim sadece. Fırtına fırıl fırıl döndürüyor kasvetli yaprakları ve çözüyor dün akşam gökte demir atan bütün kayıkları. Buradasın. Ah! Kaçmıyorsun sen. En son çığlığa kadar yanıtlıyorsun beni. Kıvrıl yanımda, korkuyormuşsun gibi. Gene de bazen gözlerin arasında bir yabancı gölge geçiyor. Şimdi, küçüğüm benim, getiriyorsun...

Maruri Sokağındaki Pansiyon

Karşı karşıya değildi evler, sevmezlerdi birbirlerini, yine de yan yanaydılar. duvar duvara, fakat pencereleri bakmazdı sokağa, konuşmazdı, öyle sessizdiler. Bir kâğıt uçuruyor havalanır gibi ağaçtan kışın kirli bir yaprak. Akşam ortalığı tutuşturuyor, kaygı içinde yok oluveren bir ateş boşaltıyor gök. Kara sis balkonları örtüyor. Açıyorum kitabımı. Yazıyorum bir maden ocağının çukurunda sanıp kendimi, bir ıslak, bırakılmış dehlizde. Biliyorum kimse yok şimdi evde, sokakta, acı kentte. Bir mahkûmum açık kapısının önünde, açık dünyanın önünde, akşam alacasında şaşkın, gamlı bir öğrenciyim, çıkıyorum işte o zaman şehriye çorbasına, iniyorum ardından yatağa ve yarına. Pablo Neruda Fotoğraf Şırnak Merkez, Yıl 2015

Bu gece en hüzünlü dizeleri yazabilirim

xx. Bu gece en hüzünlü dizeleri yazabilirim Şöyle diyebilirim: ''Yıldızlı bir alemdir gece, Ve o mavi kümeler titreşir uzaklarda.'' Bir şarkı tutturmuş dolanır gökte gece rüzgarı. Bu gece en hüzünlü dizeleri yazabilirim. Sevdim onu ben, severmiş o da beni meğer. Böyle gecelerdeydi, sardım onu kollarımın arasında. Öptüm, kim bilir kaç kere, altında sonsuz göğün. Sevdi beni o, meğer ben de sevmişim onu. Yürek bu, nasıl dayansın o iri, durgun gözlere. Bu gece en hüzünlü dizeleri yazabilirim. Düşünüp benim olmadığını. Hissedip yitirdiğimi. Kulak vermek engin geceye, daha da engin o gidince. Ardından bir dize düşer gönle, çimende çiğ misali. Ne gelir elden sevdam onu tutmaya yetmediyse. Yıldızlı bir alemdir gece, yoktur yanımda o sevgili. İşte hepsi bu. şarkı söylüyor biri uzaktan uzağa. Yitirişimle onu ruhum da yitirdi neşesini. Gözlerim arar onu peşinden yetişsin diye. Bu yürek arar, ama yoktur artık o sevgili. Aynı gecedir ağartan aynı saç...

Gülüşün

İstersen yoksun bırak beni ekmekten, yoksun bırak beni havadan, ama yoksun bırakma beni gülüşünden. Yoksun bırakma beni gülden, kopardığın süsenden, sevincinde ansızın çağıldayan sudan, seni apansız doğuran gümüş dalgadan. Savaşımım amansız, ve dönüyorum yorgun gözlerle ara sıra değişmeyen görünüşüne toprağın, fakat gülüşün vardığında, yükseliyor göğe ve arıyor beni, ve açıyor benim için bütün kapılarını hayatın. Sevgilim, bu en karanlık zamanda yayılıyor gülüşün, ve birden görüyorsun kanımın püskürdüğünü caddedeki taşlara, gül, çünkü ellerim için gülüşün serin bir kılıç olacak. Güzün denize yakın yükseltecek gülüşün köpükten çağlayanını, ve güzde, sevgilim, beklediğim çiçek gibi arzulayacağım gülüşünü, o mavi çiçeği, ses veren anayurdumun gülünü. Gecede gülüşün, gündüzde, ayda, gülüşün adanın dolambaçlı sokaklarında, gülüşün seni seven bu hantal erkekte; fakat açtığımda ve kapattığımda gözlerimi, uzaklara gittiğimde, geri döndüğümde, esi...

Ayakların

Yüzüne bakamadığım anlarda bakarım ayaklarına Ayakların yay kemikli küçük, pek.  Bilirim ki taşırlar seni, ve tatlı ağırlığın yükselir üzerlerinde Belin ve göğüslerin çifte ergunavisi memelerinin yuvaları gözlerinin demin uçuşup giden geniş ağzın, meyveden, kızıl saç örgülerin, küçücük burnum benim Ama ayaklarını severim ben yalnızca çünkü onlar yürüdü üzerinde toprağın ve üzerinde rüzgarın ve üzerinde suların, beni bulana kadar. Pablo Neruda

Kadın Bedeni

Kadın bedeni, ak tepeler, ak baldırlar, bir dünyadır açık kasığın senin. Benim hoyrat çiftçi bedenim kazar seni ve fırlatır oğulunu toprağın derininden. Bir tünel gibi yalnızdım. Kaçardı kuşlar benden, ve gece alırdı kudretli kucağına beni. Yaşayabilmek için silâh gibi biçimledim seni, yayımdaki ok gibi, bir taş gibi sapanımdaki. Ne ki sonu vardır öç saatinin, ve severim seni. Tenden ve yosundan senin bedenin, uysal ve güçlü sütten. Ah, göğüslerinin vazosu! Ah, gözlerin ne kadar da uzak! Ah, venüs tepeciğinin gülleri! Ah, senin usul, üzgün sesin! Sen, kadınımın bedeni, merhametli yol gösterici yıldızım. Arzum, sınırsız özlemim ve belirsiz yolum benim! Doğurur kasvetli sular sonsuz susuzluğu, ve kendini ele veren yorgunluğu ve sınırsız acıyı. Pablo Neruda Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Ve Ne Kadar

İnsan ne kadar yaşar sonunda? Bin gün mü, yoksa bir gün mü? Bir hafta, yüzyıllarca? Ne kadar sürer insanın ölümü? Ne demek “Sonsuza dek”? Kafam bunlarla dolu, işin aslını öğrenmeye koyuldum. Bilgili rahipleri aradım, ayin sonlarında bekledim onları, Tanrıyı ve Şeytanı ziyaret ederlerken gözledim. Bezdiler sorularımdan. Fazla bilgileri yoktu, yöneticiydiler sadece. Doktorlar kabul etti beni, konsültasyonlar arasında, ellerinde birer neşter, batmışlar aureomycin’e, her gün biraz daha meşgul. Dediklerinden anlayabildiğim kadarıyla şöyleydi sorun: çok sürmüyordu bir mikrobun ölümü, tonlarca birden ölüyorlardı, ama yaşayabilen birkaçı kötü huylu çıkıyordu. Öyle ürkmüştüm ki gidip mezar kazıcıları buldum. Büyük boyalı cesetleri yaktıkları nehir boylarına gittim, sıska kemikli gövdeleri, korkunç lanetlerin buharını taşıyan imparatorları, bir kolera dalgasıyla serilip giden kadınları. Kumsallar gördüm ölülerden ve kül rengi uzmanlar. Fırsat bulur bu...

Düş

Kumda yürürken karar verdim senden ayrılmaya. Titreyen karanlık çamura bastım, ve battığımda ve sen geldiğinde, beni terk etmen gerektiğine karar verdim, batan bir taş gibi batırırken beni, ve hazırlandım yitişine adım adım: kestim köklerini, yalnız bıraktım seni rüzgârda. Ah, bu dakikadaydı, canım sevgilim, ki bir düş sakladı seni korkunç kanatlarıyla. Sandın ki çamur yutmuş seni, ve seslendin bana, ve yardım etmedim sana, battın, kımıltısızca, dirençsiz, boğulana dek kumun ağzında. Sonra rastladı kararım düşünle, ve ruhlarımızı ezen kopmadan sonra, yeniden çıktık ortaya, çıplak, ve seviştik birbirimizle düşsüz, kumsuz, büsbütün ve ışıltılı, ateşle mühürlenmiş. Pablo Neruda

Kuşlar Sanatı

sokağın ortasında uyandım uzak güneyden kuşlar geliyordu rüzgarda sesler çıkararak gün boyu, sıra sıra tüylerden bir donanma yüreği çarpan bir gök gemisi geçip gitti minicik sonsuzluğundan pencerenin, arayıp sorduğum çalıştığım, gözleyip beklediğim çok ölümden doğdum çok keder ısırdı beni bir mutluluğu öbürüyle değiştim ama derinlerde, içimde o yitik göldeki gibi bir kuşun hayali yaşar unutulmaz bir meleğin gün ışığını dönüştüren gözalıcı varlığıyla gülden devinimiyle küçük bir sarı tanrı geçti kavaklar arasından geçti rüzgar gibi hızlı yüksekte bir ürperti bırakarak saf taştan bir flüt dikey sudan bir iplik ilkbaharın kemanı rüzgarda bir tüy gibi geçti, küçük yaratık günün nabzı, toz, polen belki hiçbir şey; ama titreyip durdu ışık, gün, altın ölür bitki, gömülür yeniden toprağa döner insanın ayakları yalnızca kanatlar kaçar ölümden geçmiş yaşamların ve geçmiş zaman keşiflerinin akışında kötü havaların bir yaratığıydım bir ceset olarak kald...

Şiir

Ve zamanıydı... Gelmişti şiir beni yoklamaya. Bilmiyorum, bilmiyorum nereden geldi, zemheriden mi yoksa bir nehirden mi. Bilmiyorum nasıl ya da ne zaman, sesler değildi, sözcükler değildi, sessizlik de değildi, fakat beni çağırıyordu bir cadde, gecenin dalları, ansızın başkaları, şiddetli yangınların arasından ya da belirsiz yüzümle oradan dönerken yalnız, dokunmuştu bana. Ne söyleyeceğimi bilemedim, ağzım bilmez isimleri, gözlerim kör, ve kımıldadı bir şeyler ruhumda, ateş ya da unutulmuş kanatlar, ve kendimce yorumlayarak anlamını o ateşin, yazdım ilk güçsüz dizeyi, güçsüz, içeriksiz, saf, saçma sapan, hiçbir şey bilmeyen birinin hikmeti gibi, ve birden gördüm göklerin kımıldayıp açıldığını, gezegenlerin, titreyen bitkilerin, delip geçti gölgeler, okların, ateşin ve çiçeklerin gizemleriyle, kıvrımlı gece, evren. Ve ben sonsuzca küçük varlık, koca yıldızlı boşlukla sarhoşum, benzeriyim, görüntüsüyüm gizemin, uçurumun bir parçasıyım, yıldızlar...

Buğdayın Türküsü

Halkım ben, parmakla sayılmayan Sesimde pırıl pırıl bir güç var Karanlıkta boy atmaya Sessizliği aşmaya yarayan Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa Tohuma dururlar yeniden Ve halk, toprağa gömülü Tohuma durur bir yerde Buğday nasıl filizini sürer de Çıkarsa toprağın üstüne Güzelim kırmızı elleriyle Sessizliği burgu gibi deler de Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde. Çeviri:Hilmi Yavuz Pablo Neruda

Sorular Kitabı

Neler daha ağırdır sırtımızda acılarımız ya da anılarımız mı? Söyle bana, gül, çırılçıplak mısın hep böyle mi giyinirsin yoksa? Neden çocuklarıyla gezmeye gitmez dev uçaklar? Neden öğretmiyoruz helikopterlere güneşten bal süzmeyi? Öldüğümde farkına varmadan kime sorarım sonra zamanı? Nereden aldı Fransa’da bahar bu kadar çok yaprağını? Neden saklıyor dersin ağaçlar bütün görkemini köklerinin? Yağmurun altında duran bir trenden hüzünlü daha ne var ki hem dünyada? Nedendir intiharı yaprakların duyar duymaz sarardıklarını? Ne olur dersin kırlangıçlara geç geldiklerinde okula? Ne söylerler dizelerime dair hiç dokunamayanlar kanıma? Daha ne kadar konuşacak diğerleri hem biz konuştuk mu ki? Kaç yaşında kasım ayı? Neyin hesabını ödüyor sonbahar onca sarı banknotla? Nasıl paylaşıyorlar güneşi dostça portakal ağacında portakallar? Neden bir mor hüzne bürünür yeryüzü sökün ederse menekşeler topraktan? Neden gülüyor sürülmüş tarlalar solgun gözya...

Serenad

Sen benim derimden daha çok benimsin. Seni araken İçimde damarlarımda, kanımda ışıkla örülmüş Gizemli dokularımda sendin bulduğum. Sanki kandın sen Taştın azıktın. Bense dışında kaldım aklın, çılgınlığın, giysilerin Eski bir karanlık ve ormanlar soyundan geliyorum. Ama tıpkı bir kuyudaymış gibi iki büklüm Kör bir adam gibi el yordamıyla Yolumu bulmaya çalışırken topraklarımda Adımlarıma yön verecek parmaklıklar yoksa da Vardır senin gülünün büyümesi evimde İçimde büyümeyi sürdürüyorsun köklerin çok derinde ..................... “Kim var orada, kim var orada” diye sorarım sanki gecenin Geç saatlerinde... birisi kapımı çalmış gibi Bir de baktım ki boşluğun ortasında rüzgardan başka bir şey yok Sulardan, ağaçlardan, gündüzleyin yaktığımız Ateşlerden sönmeye yüz tutmuş Sanki hiçbir şey yokmuş da Var olan herşey oradaymış gibi... Sanki yeryüzünün bütün toprakları kapımı tıklatıyormuş gibi Adsız, yaşam gibi belirsiz Filizlenen bitkiler ve çamur gibi bulanık Gözlerim...

Bir Ağıtla Övgü

Ah, güller arasındaki kız, güvercinlerin baskısı, ah, balıkların ve gül çalılıkların iç daraltan sıklığı, susamış tuzla dolu bir şişedir senin gönlün ve bir çıngıraktır teninin üzümlerinden. Ne mutlu ki sana verecek bir şeyim yok tırnaklarının ve kirpiklerinin bana sunduğundan başka, ya da gönle akmış piyanolar, yüreğimden sellere dökülen düşler; kara biniciler gibi koşturan tozlarla kaplı düşler; hızla ve bahtsızlıkla dolu düşlerden başka. Yalnız seni sevebilirim, öpüşler, karanfiller ve yağmurdan ıslak çelenklerle, bakarken kızıl kordan atlar ve san köpeklerle. Yalnız seni sevebilirim omuzda dalgalarla; phirincin gizemli vuruşları ve düşüncede yitmiş sular arasında, yüzerken mezarlıklara karşı koşan büyük ırmaklarda üzgün kireç lahitte yetişen ıslak çimenlerle, yüzerken karşıdan karşıya batmış yüreklerle ve gömülmemiş çocukların çizilmiş mezar plancıklarıyla Her an ölüm, ne çok bitmemiş ölüm törenleri güçsüz tutkularımda ve ıssız öpüşlerde, bir su var b...

Seviyorum Susmanı

Seviyorum susmanı,yokluk gibisin çünkü, sesim sana varmadan işitiyorsun beni. havalanıyor gibi gözlerin yerlerinden ve sanki bir öpüşle kapanmış gibi ağzın yeni. Benim ruhumla dolu bütün nesneler gibi yine benim ruhumla yükselirsin her şeyden . Ruhuma benziyorsun, düş kelebeğimsin benim, karasevda sözüne benziyorsun tıpkı sen. Seviyorum susmanı, uzaklıklar gibisin. İnler gibisin hem de kuğuran kelebeğim. İşitiyorsun benim sesimi sana varmadan Senin sessizliğinle ben de susayım derim. Seninle konuşayım o senin yüzük gibi yalın sessziliğinde, o lamba gibi parlak, gece gibisin sen de sessiz, yıldız içinde Sessizliğin bir küçük yıldızdır senin,uzak Seviyorum susmanı, yokluk gibidir çünkü. Öyle uzak, acılı ölüp gitmiş gibi sen. Yeter o zaman bir söz, bir gülümseyiş bile. Sevinirim, başka şey yok öyle sevindiren. Pablo Neruda Çeviri: Sait Maden

Anlayasın Diye Beni

Anlayasın diye beni sözlerim incelir arasıra kumsallarda martıların izleri gibi. Gerdanlık, esrik çıngırak üzümler gibi tatlı ellerin için. Öylece tırmanırlar nemli duvarlara. Bu kanlı oyunun sensin suçlusu. İşte kaçışıyorlar karanlık inimden. Sen hepsiyle dolusun, seninle dolu hepsi. Senden önce sardılar yerleştiğim ıssızlığı ve benim hüznüme alıştılar, sana değil. Desinler isterim şimdi sana demek istediğimi anlayasın diye onları beni anladığın gibi. Bir bunaltı rüzgarı sürüklüyor onları yine. Düş kasırgaları deviriyor ikide bir. Başka şeyler duyuyorsun acılı sesimde. Eski ağızlar ağıtı, eski işkenceler kanı. Sev beni dost. Bırakma beni. İzle beni. İzle, beni dost, bu bunaltı dalgasında. Ama aşkının rengine bürünüyor sözlerim. ve saıyorsun hepsini, sarıyorsun hepsini. Bir kocaman gerdanlık yapıyorum hepsinden üzümler gibi tatlı, beyaz ellerin için. Pablo Neruda Çeviri: T.Said Maden

Tastamam Yorulmak

Tek başıma yorulmak istemiyorum, sen de benimle yorul istiyorum. Nasıl yorulmaz insan sonbaharda şehirlere düşen o külden; artık yanmak istemeyen şeyden, giysilerde birikip yürekleri soldurarak yavaş yavaş düşenden? Yoruldum hırçın denizden gizemli topraktan yoruldum. Yoruldum tavuklardan: Hiç bilmeyiz ne düşünürler ve hiç önem vermeden kuru gözlerle bakarlar bize. Yorulmaya çağırıyorum seni de bir sürü şeyden ve bir kerede; berbat aperatiflerden ve iyi eğitimden. Yorulalım Fransa’ya gitmemekten, yorulalım en azından bir iki gününden haftanın: Masadaki tabaklar gibi hep aynıdır adları ve bizi uyandırırlar, niye? Hiç keyifsiz uyuturlar yine. Hadi, itiraf edelim artık hiç anlaşamadık biz sineklere ve develere benzeyen bu günlerle. Bir kaç heykel gördüm, muktedirler için, gayretkeş eşekler için dikilmiş. Öylece duruyorlar, hiç hareketsiz, ellerinde kılıçları altlarında hüzünlü atları. Anıtlardan yoruldum. Daha dayanamam bu kadar taşa. Eğer böyl...

İnandım Öleceğime

inandım öleceğime ve duydum yakındaki soğuğu sensin kaybettiğim yalnız ömrümde ağzın günümdü benim ve topraktaki gecem ve tenin öpücüklerimle kurulmuş ülke demek şu an defterler tükendi dostluklar üst üste birikmiş hazineler ikimizin kurduğu şu pırıl pırıl ev her şey son verdi varlığına ayırıp gözlerini. çünkü aşk, kıydığında yaşam bize yüksek bir dalgadır dalgaların arasında ama yazık eğer ölüm kapımızı çalıyorsa. yalnız senin bakışındır boşluğu engelleyen senin parıltındır yalnız yok oluşun karşısında ve yalnız senin aşkındır geceyi kapayan yeniden. Pablo Neruda Türkçesi: Metin Cengiz