Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Guillaume Apollinaire etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

HABERCİ

Signe Baş eğdim sonbaharın o en büyük müjdecisine Meyveleri seviyor, nefret ediyorum çiçeklerden Pişman oluyorum verdiğim her öpücüğe  Çıplak bir ceviz ağacıyım, rüzgâra içini döken Ebedi Sonbahar, ey düşümdeki mevsim Eski zaman âşıklarının elleridir örten toprağını Bir kadın izliyor beni, gölgem benim, kaderim  Ve bu akşam güvercinlerin son uçuşları Guillaume Apollinaire Çeviren: Yakup Yaşa 

VEDA

L'Adieu Yerden topladım şu çalı demetini  Çekip giden sonbaharı hatırla  Bir daha görmeyeceğiz birbirimizi Havanın kokusu ve çalı demeti  Ve seni beklediğimi unutma Guillaume Apollinaire Çeviren: Yakup Yaşa 

Bir Yıl Öncesi İçin Laterna Havası

Nerdesin Paskalya bunca bekledik İşte o ilkyaz uğrasana koruya Gıdaklıyan tavuklarla dolmuş tünek Bak gökte tanın pembe kıvrımlarına Aşk yürüyüşe geçmiş işimiz bitik Mars’la Venüs dönmüşler ikisi de Çok olmuş ağızları çılgınca birleşeli Katışıksız düzlükler önünde Güllerin dibinde yapraklarla gizli Tanrılar çırçıplak dans etmede Bil çiçeğe durmuşsa dört yan Sevecenliğimdir önayak buna Görkemli bir doğa bu içe dokunan Islak kurbağalar dalmış şarkıya Ormanı tutmuş ıslığıyla Pan Çoğu bu tanrıların göçüp gitti Söğütler onlara ağlar aslında Büyük Pan Aşk İsa gitti hepsi Kediler miyavlıyor avluda Ben Paris’te ağlıyorum şimdi * * * Ezberimdedir kraliçe türküleri Yılların getirdiği sızlanmalar Balıklara söylenmiş forsa ilahileri Aşk kırgınının dilindeki şarkılar Benden sor sirenlere adanan ezgileri Aşk öldü içimde bir ürperti Ben o güzel putlara tapıyorum Onu anımsatan şeylere şimdi Sızlanmanın sonu yok bağlıyım Mausole’ün biricik karısı gibi Ben bağlıyımdır nasıl bağlıysa Köpek efendisine sar...

Bir Aşk Kırgınının Şarkısı

          Ve bu şarkıyı söylediğimde           1903 yılında bilmezdim ben           Aşkımın benzeştiğini güzel Phenix'le           Gündüzün dirildiğini yeniden           Bir akşamüstü ölse bile Yarı sisli bir akşam Londra'da İpsizin biri aşkımı andıran Birdenbire dikildi yoluma Gözlerimi indirdim utançtan Yüzüme fırlattığı bakışla Gittim ardından bu arsız oğlanın Elleri cebinde dudağında ıslık Evler ayrık dalgaları Kızıl denizin Sokaklar arasında ilerliyorduk Kaçan Yahudilerdi o ben de Firavun Şu tuğla dalgaları düşsün varsın Bir kerecik olsun sevilmemişsen Ulu hükümdarı benim Eski Mısır'ın Kızkardeşiyle evli ordular kuran Hiçlemişler seni başka ne yaparsın Daldık bir sokağın alevlerine İki yandan tutuşmuş duvarlarıyla Ve yer yer kana bulanmış siste Duvarlar eğilmiş yaralarına Bir kadın -tıpkı o- duruyor siste Onun acı tanımaz bakışıydı Çıplak boğazında bir yara i...

Loreley

Bacharach’da bir sarışın kadın vardı Sevdadan kırar geçirirdi sıradan adamları Kargısına çağırdı da Piskopos Loreley’i Güzelliği önünde suçunu bağışlayıverdi Oy güzel Loreley silme mücevher gözlerin Kimden bu büyüyü hangi sihirbazdan öğrendin Gözlerim lânetlendi bu yaşamak taketti Şöyle bir bakanlar bana kül olup gitti Alevden benim gözlerim mücevherden değil Yakın ateşe atın bu büyüyü başka değil Ey canım Loreley bu ateşlerde yanıyorum ben Başkası versin cezanı beni büyüledin sen Piskopos gülecene dua et benim için Meryem’e Tanrı yardımcın olsun koyver beni ölüme Uzaklarda bir başka ülkede şimdi sevdalım Madem hiçbir şeyde gözüm yok ko öleyim Öyle bitkinim ki beni ölüm paklar ancak Anladım boşuna iflâh olmam ne yapsam artık Hep kan ağlıyor yüreğim ah o gideli beri Hiç sormayın o gün içim nasıl burkuluverdi Üç atlı getirtti Piskopos üç mızraklı atlı Manastıra götürün manastıra bu çılgın kadını Haydi çılgın Loreley yürü bakalım şimdik Aklar karalar giye...

Kalbim Ters Bir Aleve Benzer

Nihayet sen de bıkmış olursun bu eski dünyadan Aşk korkusu tedirgin ediyor seni Bir daha sevilmeyecekmişsin gibi Eski zamanlarda yaşasaydın bir manastıra kapatırdın kendini Oysa utanıyorsun şimdi Tanrıya dua etmeye bile Gülüşün cehennem ateşidir çatırdayan Yaşamın dibini parlatıyor kıvılcımları gülüşünün Bugün bu kentte yürüyorsun Adamlar ve kadınlar kan içinde Bir ağrı yüreklerinde, yüreklerin yerine Olan olmuştu ve hatırlandıkça sona erişi bu güzelliğin Acı tekrarlanacaktı Kopkoyu umutların alevleriyle çevrili Meryem sana baktı Utanç verici bir hastalıktır artık aşk acı çektiren Ölecek kadar hüzünlü yaşamayı gerektirecek kadar umut dolu Yaşadın çılgın gibi ve boşa geçti zaman ve sana kalan bu kalın ağrı Sert bir alkol gibi yaşamını içtin sen Elveda yüreğim Elveda Boynu vurulmuş güneş Guillaume Apollinaire

Ren Gecesi

Bardağımda şarap, bir alev gibi titriyor. Bakın kayıkçı ağırdan bir şarkı tutturmuş. Ayışığında yedi kız görmüş, öyle diyor; Yeşil saçları ta topuklarını bulurmuş. Kalkın, türküler söyleyin, oynayın yan yana; Kayıkçının şarkısını duymayayım gayrı; Bütün sarışın kızları getirin yanıma: Saçları örülmüş durgun bakışlı kızları. Ren sarhoştur, sularına asmalar vuran Ren; Üzerinde gecelerin altını serili. Yazı büyüleyen yeşil saçlı perilerden Bahseder ölü bir ses, son nefesinde gibi. Bir kahkaha gibi kırılır kadehim birden. Guillaume Apollinaire Çeviri: Orhan Veli Kanık - Sabahattin Eyuboğlu

Sante Hapihanesi'nde

I Soyunmam gerekti çırılçıplak Hücreme girmeden önce Ve hangi ses ötüyor Guillaume Sana ne oldu diye Mezardan çıkacağı yerde İçine giriyor Lazar Elveda elveda şarkılı türkülü oyun Ey benim yıllarım ey genç kızlar II Hayır hissetmiyorum kendimi artık Bu yerde Hem ben on beş numarayım On birincide Camlardan camların içinden Güneş süzülüyor Işınları benim kafiyelerimde Maskaralık ediyor Ve dans ediyorlar kağıt üzerinde Dinliyorum işte İçlerinden birini tavana vuran Ayağı ile III Her sabah yürüyüşe çıkıyorum Kapana düşmüş bir ayı gibi Dönüyor dönüyor hep dönüyoruz Gökyüzü bir zincir kadar mavi Her sabah yürüyüşe çıkıyorum Kapana düşmüş bir ayı gibi Çeşmeyi de açmışlar işte Bitişikteki hücrede Gardiyan bir gitsin bir gelsin Şıngırdayan anahtarları ile Çeşmeyi de açmışlar işte Bitişikteki hücrede IV Nasıl da sıkılıyorum bu çıplak ve rengi atmış Duvarların arasında Kağıt üzerinde küçücük adımlarıyla bir sinek dolaşıyor Eğri büğrü satırlarımda N’olacak benim halim ey acımı bil...

Bölge

Sonunda canına tak dedi bu eski dünya Çobankızı ey Eyfel kulesi köprülerin sürüsü meliyor bu sabah Bıktın yaşamaktan eski Yunan’da Roma’da Otomobiller bile kocamış görünüyor burada Bir din yepyeni kalmış bir din Bir din kaldı Port-Avion hangarları gibi yalın Bir Sen ey Hıristiyanlık bir sen eski değilsin Avrupa’da En yeni Avrupalı da sizsiniz Papa X.Pie Ve sen pencerelerin gözetlediği bir utanmadır alıyor seni Sabahleyin bir kiliseye girip papaza içini dökemiyorsun Bar bar bağıran el ilanlarını katalogları afişleri okuyorsun İşte bu sabah şiir nesir için de gazeteler var 25 santime satılan polis serüvenleriyle dolu romanlar Sonra büyük adam portreleri ve daha binbir çeşit unvanlar Bu sabah güzel bir sokak gördüm adı aklımda kalmadı Yeni ve pırıl pırıl bir borazan gibiydi Müdürler işçiler güzelim steno-daktilolar Pazartesi sabahından cumartesi akşamına dek günde dört kez Burdan geçerler Sabahleyin bir canavar düdüğü üç kez inler Öğleye doğru kızgın bir çan havlar...

Mirabeau Köprüsü

Seine akıyor Mirabeau Köprüsü’nün altından Ve şu bizim aşkımız Olur mu durasın şimdi anımsamadan Sevincin geldiğini ancak acının ardından Çalsana saat insene ey gece Günler geçiyor bense hep aynı yerde Yüz yüze duralım böyle elin elimde kalsın Ve aksın dursun Sonsuz bakışlar dalgalar yorgun argın Köprüsü altından kollarımızın Çalsana saat insene ey gece Günler geçiyor bense hep aynı yerde Aşklar akıp gidiyor şu akarsu gibi Akıp gidiyor aşklar Hayat öyle durgun öyle yavaş ki Ve umut nasıl zorlu nasıl depdeli Çalsana saat insene ey gece Günler geçiyor bense hep aynı yerde Günler geçiyor günler haftalar yaman Ve dönmüyor geri Ne çıkıp giden aşklar ne geçen zaman Seine akıyor Mirabeau Köprüsü’nün altından Çalsana saat insene ey gece Günler geçiyor bense hep aynı yerde Guillaume Apollinaire Çeviri: Cemal SÜREYA

Marizibill

Büyük bir caddesinde Kolonya'nın Bir gider bir gelirdi akşam vakti. Herkese cömert, şirin, cana yakın; Bitince kaldırım gider içerdi, Basık meyhanelerde yorgun argın. Kuru tahtalarda yatmaya razı, Alyanak kumral bir oğlan yüzünden; Bir Yahudi, sarmısak kokar ağzı, Çin dönüşü Şanghay kerhanesinden Çıkarıp getirmişti kızcağızı. Çok görmüşlüğüm var böylelerini, Omuzlarına ağır gelir kader; Kararsız, rüzgârda yaprak misali; Gözleri kısık lambalara benzer; Kalpleri işler kapıları gibi. Guillaume Apollinaire Çevirenler : Sabahattin Eyuboğlu - Necati Cumalı