Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Cevat Çapan etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

DUYULAN GÜLÜMSEYİŞİ YAPRAKLARIN

Duyulan gülümseyişi yaprakların, Yalnızca bir esintisin sen. Ben seni seyrediyorsam, sen de beni, Kimdir ilk gülümseyecek olan? Gülüyor şimdi ilk gülümseyen. Gülüyor ve hemen bakıyor Baktığı belli olmasın diye Aralarından rüzgârın estiğini Hissettiğiniz yere. Bir rüzgâr Bütün bunlar, bir gizlenme. Ama o bakış, o uzun uzun bakış Bakmadığın yere, geri geldi; Ve biz durmuş konuşuyoruz Hiç konuşulmamış olanı. Bu bir son mu yoksa bir başlangıç mı? Fernando Pessoa

I. HİÇ KOYUN GÜTMEDİM BEN

I. HİÇ KOYUN GÜTMEDİM BEN  Hiç koyun gütmedim ben, ama onlara göz kulak olmuş gibiyim. Ruhum bir çoban gibi, Rüzgârı ve güneşi bilir, Ve ele ele yürür Mevsim’lerle Onları izlemek ve dinlemek için. İnsansız Doğa’nın olanca dinginliği Benimle yan yana oturmaya gelir. Ama hüzün içindeyimdir ben, İmgelemimizdeki günbatımı gibi, Hani karşı ovanın dibine bir serinlik iner de Pencereden içeri giren bir kelebek gibi Gecenin geldiğini hissedersin.  Ama huzur vericidir hüznüm, Çünkü doğaldır, yerindedir, Ruhun var olduğunu düşündüğünde, Ellerin ne yaptığını düşünmeden  Çiçek toplaması gibi  Ruhun hissetmesi gereken bir duygudur bu. Yolun dönemecinde Çalan koyun çanları gibi  Mutludur düşüncelerim. Yalnız ben üzgünümdür onların mutluluğunu bildiğim için.    Çünkü eğer ben bunu bilmeseydim, Hem mutlu hem de üzgün olacaklarına, Mutlu ve sevinçli olacaklardı. Rüzgar hızlanıp yağmurun şiddetleneceğini haber verdiğinde nasılsa, Düşünmek de tedirgin edicidir yağmurda y...

GÖKKUŞAĞININ ALTINDA

Bilinmez, bir beklediği var mıydı o uzun yolculuğun kimsesiz bir durağında. Yolda kalmış hurda bir kamyonun sönük farları gibiydi gözleri. Karşı köprü altında yanıp sönerken dereye vuran gölge, o kıraç yamaçta, umutsuzca bir umutla beklemişti habercisini. “Gömdüm, ” dedi, “kendimden önce derinlerdeki izleri. Artık hiçbir şeyim yok karanlığa katacak kendi yanılgılarımdan başka.” Elinden tutup yavaşça, dağılan sisin ötesinde beliren adaları gösteriyorum şimdi karşı kıyıda. Bir kadın çamaşır asıyor balkonda, bir çocuk ıslık çalıyor; dalarken batık bir gemiden saçlarına takılan yosunları temizlerken. Her şey çok yakındaymış gibi, ayrıntılar şaşırtmıyor bizi bu sessiz buluşmada. Unutulmış sesler yankılanıyor bulutlu dağların ardında. Cevat Çapan

KAÇIŞ

Bundan başka bir şey değildi aşkımız; gider, dönerdi gene ve bize gözleri kapalı, uzak, çok uzak mermerleşmiş bir gülümseme getirirdi yitik sabahın otunda garip bir deniz kabuğu ruhumuzun inatla açıklamaya çalıştığı. Bundan başka birşey değildi aşkımız; sessizce yoklardı çevremizde ne varsa, açıklamak için ölmek istemeyişimizi bunca coşkuyla. Ve tutunduysak başkalarının bellerine, vargücümüzle sarıldıysak boyunlarına, soluğumuz karıştıysa bir başkasının soluğuna, ve yumduysak gözlerimizi, bundan başka bir şey değildi; bu derin acıydı yalnız, tutunabileceğimiz, kaçışımızda. Yorgo Seferis Çeviri: Cevat Çapan 

Sorgu

Yolun ötesine geçebilirdik, ama duraksadık, Derken devriyeler geldi Komutanları sorumlu ve kararlı, Asık yüzlü ve kayıtsız öbürleri. Beklerken sorgulama başladı. Her şeyin Hemen açıklanması gerekiyormuş, Kimmişiz, neciymişiz, nereden geliyormuşuz, Amacımız neymiş, kimin adına, Kime karşı çalışıyormuşuz. Sorular, sorular. Durup yanıtladık bütün gün; Yolun öbür yanında, çitin ötesindeki Aldırışsız âşıkları seyrettik Bir başka yıldızda el ele dolaşan çiftleri, Seslensek, bizi duyacak kadar bize yakın. Yanıtlarımızı, davranışlarımızı Seçecek durumda değiliz burada, Az ötede aldırışsız âşıklar dolaşsa, Kaygısız tarla çok yakınımızda da olsa. Tam sınırdayız, Nerdeyse tükendi dayanma gücümüz Ve hâlâ sürüyor sorgulanmamız. Edwin Muir

Ölen Çocuk

Hem dost, hem düşman evren, Doldurdum yıldızlarını keseme, Veda, veda ediyorum sana. Bırakıp bırakıp seni böyle Gitmek bir mucize kuşkusuz, Babamın söylediğine göre. Sen öyle büyük, ben öyle küçüğüm ki : Ben bir hiçim, sense her şey Ben hiç olduğum için böyle, Gidebilirim yoluma. Yükselmeden, Düşmeden, çünkü hiç kımıldamazsam eğer, İzim kalmaz gününde. Bazı anılar kalır, diyorlar Öteki yerde, yağmurda çimen Toprakta ışık, denizde güneş, Geçici bir iyilik, hayalet gibi bir yüz, Ama kararıyor dünya. Bir yer yok Ne kendisine, ne de hayaletine. Baba, baba, korkuyorum bu havadan O uzak yanından umarsızlığın, O soğuk, soğuk yerden esen. Hangi ev, hangi destek, hangi el? Bakıyorum sonsuzluk hiçlikle dolu, Ve şu koca yer yuvarlağı zayıflıyor, eskiyor. Tut elimden, sıkı tut - ben değişiyorum! Tut ki, elinde elim artık hiç değişmesin Seninki değişse bile. Sen burada, ben orda, El ele umarsız iki yaprak - Bilmiyordum ölümün bu kadar garip olduğunu. Edwin Muir

Bir Ayağım Cennette

Bir ayağım cennette, durup Bakıyorum karşı kıyıya. Dünyada koca gün sona ermek üzere, Ama ne garip ektiğimiz şu tarlalar Sevginin ve nefretin tohumlarıyla. Zamanın emeğine rahat vermiyor zaman, Hiçbir şey ayıramıyor artık Buğdayla burçağı yan yana biten. Saplara sessizce dolanan O süs otları; bunlar bizim işte. Kötülükle iyilik yan yana Hasadını toplayacağımız Hayır ve günah tarlalarında. Gene de cennetten sürüyor kök Başlayan gün gibi tertemiz. Zaman'toplayıp yemişlerini Yakıyor o ilk yaprağı Korkunun, acının biçiminde Kış yollarında uçuşan. Ama aç tarlayla kararmış ağaç Çiçek açıyor bilinmeyen cennette. Acının, iyiliğin tomurcukları Yalnız bu karanlık tarlalarda açıyor. Cennet nasıl bilebilir Umudu ve inancı, acıma ve sevgiyi Gömülü kalmışsa hep Bellek buluncaya dek kendi definesini? Cennette hiç bu garip mutluluklar Yağmaz şu bulutlu göklerden. Edwin Muir

Bakın! Bir Çocuk Doğdu

Taşları sanki birdenbire değişen ve umutla, Kendileri gibi somut bir umutla, içgüdüye dönüşen Bir evi ve o evin güzel bir sıcaklıkla ısınan havasını düşündüm; Sevgi ve özlem dolu canların sıcaklığını, Bir çocuğun doğumunu bekleyen o eve egemen gülümseyen kaygıyı. Duvarlar kulak kesilmiş, fısıltıyla konuşuyordu herkes. Yalnız ananın hakkıydı inlemek ve yakınmak. Sonra da bütün dünyayı düşündüm. Kimin umurunda onun çabası, Kim kucaklamak ister onu böyle bir sıcaklıkla? O soylu amaca hiçbir katkısı olmayan kısır kalabalığın Korkunç şamatası duyuluyor ve gelecek belirsiz. Sakat bir doğum bu, o sıcacık evde, anasının karnında dönen Ve daha şimdiden yaşamaya başlamak ve bir balık gibi Tarihin akışına sıçramak için en uygun koşulları arayan, Zamanı gelince de olgun bir meyve gibi dünyaya düşecek O çocuğunkine hiç benzemeyen. Ama nerede o Geçmiş, dönüp de Zamana gülümseyerek Gözyaşları içinde yeni doğan oğluna seslenir gibi “Seni seviyorum,” diyecek? Hugh MacDiarmid

Arama

Ayak seslerimiz duyulmayacak o karşılaşmada... Ruhlarımızı kaybetmişiz de (Yürüdüğümüz sokaklarda, gecelediğimiz evlerde) Onları arıyoruz sanki... Sanki sokaktan eve dönüp ışıkları yakmış Konuşuyoruz, eskiden olduğu gibi — dolaşarak Ya da bir gürültüye kulak vermek için durarak. (Küçük gürültüleriz biz, gürültü ederiz, Küçük kanatlarız biz, havaya çarparız...) Birbirimize dokunur sonra uzun zaman susarız Yüz yüze eğilip birbirimizi tanımak için. (Sonu olmayan gizli bir ilişkidir tanışıklığımız...) Uyku yavaş yavaş gelir ve sarar bizi. Tanıdığımız yüzler, dokunduğumuz eşya, Bir yüzden kalan izler, buluşmalar, yanıp sönen bakışlar, Yüreklerimizde ışıldayan yeryüzü, Girip çıplak ruhlarımıza bir bir onları paylaşırlar... Bilmiyorum estirdiğimiz rüzgâr mı bu Küçücük çığlıklarla doldurduğumuz Yürüdüğümüz sokaklarda, gecelediğimiz evlerde Şimdi bize yas tutan. Bilmiyorum kar mı bu bizi örtmeye gelen... (Nerede bulacaklar bizi sabah olunca, çanlar çalmaya başladığı zaman?...) Yorgo Temelis

Gezi

Akşamın alacakaranlığında dolaşırken... (Işığın belirsiz bir hüzünle Sıkıcı bir şey gibi üstüne yüklendiği saatte, Sanki kaybettiğin bir şeyi bulamıyormuşcasına — Ne olduğunu açıkça bilmediğin — ne zaman, nerede — İçinde bir kuşku yalnız, kaybettiğin şey seni görüyor da, sen onu göremiyorsun diye. Üstüne çullanan bir ağırlık sanki, yattığın zaman, Birini öldürmüşsün de, bunu bilmiyormuşsun gibi.) Birden bir gövdeye takılır ayağın... (Gözlerin kapalı, bir zamanlar senin olan Ve onunla gece yarısını aydınlattığın ışığı içinde tutarak...) Eğilip kaldırmak istersin yerden, sonra kaybedersin yeniden (Bir kalemi ya da bir düğmeyi kaybedercesine...) Sokağa çıkıp ararsın, gelen geçeni durdurup. Yüzlerini incelersin, gürültüleri dinlersin, Yürüyüp en gizli kuşkuna bakarsın derin derin. Ellerine bakakalır, kendi derine dokunursun. Avutulmaz bir acıyla biri ağlamaktadır içinde. .. Koyulaşan karanlıkta kimse tanıyamaz seni — Terkedilmiş bunca eşya arasında, aranmayan bir ölü, Nesnelerden daha çok ...

Kapının Önünde

Kapıyı çalmak üzereydi. Vazgeçti. Orada durdu. Acaba gitse miydi? Ama nasıl? Ya birden kapı açılırsa? Üst katın penceresinden gören olursa? Bir bardak su dökmeye, cıgara izmaritlerini, solmuş çiçeklerini ya da iki gün önceki mektubunu yırtıp atarlarsa? Hava karardı. Ne giren çıkan vardı, ne de açılan bir pencere. Ev terkedilmişti. Merdiveni aydınlatan bir ışık bile yoktu. Artık seçebiliyordu yerdeki iki paslı çatalı, yığılan maden suyu şişelerini, boş kartuşları ve bunların yanında duran kendi yüzünün tıpkısı bir       sarı maskeyi. Yannis Ritsos

Bir Saban, Tek Başına

Her şey düzenli, sağlama bağlanmış, mantığa uygun, nerdeyse insancaydı. Üstlerine düşeni yapıyordu kentin tapınakları; Athena da adaleti koruyordu; görünmese bile, hep o yönetiyordu Yargıtayın oturumlarını; ve yargıçlar kurulu ikiye bölündüğü zaman, hep sanıklardan yana çıkıyordu adaletin tartısı. İyi günlermiş onlar– Şimdi inanmak bile güç; — gerçekten var mıydı böyle günler ? – yoksa sadece bir düş müydü bu? Belki de bunları sık sık hatırlamak yağmurlu güz akşamlarında değiştiriyordur anıları. Tarlaların sürülmesini kutladığımız zaman, Akropolun eteklerinde, topraktaki ilk saban izine eğilen rahip şöyle dua ederdi: "Sakın geri çevirme ateş ve su isteyeni. Sakın yanıltayım deme, senden yolunu soranı. Sakın mezarsız koma, can verip ölmüş kişiyi. Ve kesmeye kalkma sabana koştuğun boğayı." Doğrusu, güzel sözler;- ama sadece söz, o gün de, bugün de, komşusunun tarlasını yakmak içindi ateş, o tarlayı sele vermek içindi su, boğa ise, boynunda kırmızı kurdeleler, hırsızın kazanında...

Son Saat

Bir koku kalmıştı odasında, belki yalnız anılardan, belki de ilkyaz akşamına yarıaçık bırakılmış pencerelerden. Götüreceği neyi varsa  toparladı. Büyük aynanın üzerine bir çarşaf örttü.  Parmaklarında hala o biçimli gövdelerin duygusu  ve kaleminin duygusu, tek başına - karşıtlık yoktu:  şiirin son birleşimiydi bu. Kimseyi aldatmak  istememişti. Son yakındı. Bir daha sordu: "Acaba minnet duygusu mu, yoksa minnet duyulması isteği mi?" Karyolanın altına itilmişti eskimiş terlikleri,  onları örtmeye kalkmadı - (Nasıl olsa başka bir gün).  Yalnız, anahtarı yeleğinin cebine yerleştirdiğinde,  yapayalnız, odanın tam ortasında duran sandığın üstüne oturdu ve suçsuzluğunun bilincine ilk kez böylesine kesinlikle vararak ağlamaya başladı. Yannis Ritsos

Yalnızlık

Yalnızlık bir ateşböceği "Bak! Bak şurada!" diyecekken yanımda kimseyi göremiyorum. Taigi

Güz Akşamı

Bu yılın da sonu geldi: gizledim bizimkilerden başıma ak düştüğünü. Etsujin Çeviri: Cevat Çapan Yıl göçüp gitti Gizliyorum babamdan Kırlaşmış saçlarımı! Etsujin Çeviri: Kenan Sarıalioğlu

Topla pılını pırtını bir yere gitmemek için!

Topla pılını pırtını bir yere gitmemek için! Yelken aç her şeyin her yerde rastlanan olumsuzluğuna Görkemli bayraklarla donanmış o düşsel, Çocukluğunun o renk renk minyatür gemileriyle. Topla pılını pırtını Büyük Yolculuk için! Fırçaların ve makaslarınla ulaşılamayan O çok renkli uzaklığı da unutma. Topla pılını pırtını bir daha dönmemek üzere! Sen kimsin toplumda boşu boşuna var olduğun bu yerde, Ne kadar yararlıysan o kadar işe yaramaz, Ne kadar gerçeksen o kadar sahte? Sen kimsin burda, kimsin burda, kimsin burda? Yelken aç, bir şey almadan yanına, değişik kimliğinle. Bu insanlarla dolu dünyanın ne ilgisi var seninle? Fernando Pessoa Çeviri: Cevat Çapan

Tanımaya başlıyorum kendimi. Ben yokum.

Tanımaya başlıyorum kendimi. Ben yokum. Olmak istediğimle başkalarının gözündeki ben arasındaki boşluğum ben. Ya da o boşluğun yarısı, çünkü orada da hayat var... Sonunda ben oyum işte... Işığı söndür, kapıyı kapa, son ver koridorda terliklerini sürüklemeye. Rahat bırak beni odamda tek başıma. Aşağılık bir yer bu dünya. Fernando Pessoa Çeviri: Cevat Çapan

Kaldığımız Yerden

Yaşadıklarının bir tortusuydu o masum anılar, geleceği nerdeyse unutulmuş bir zamana bağlayan. Unutma, belleğin zindanındı senin, düş gücün özgürlüğün. Böylece dolaşıp durdun bir süre dilini anlamadığın insanlar arasında, gökyüzünün mavi bir yama gibi görünüp kaybolduğu gökdelenler altında. Nasılsa rastlamıştın bir gün ücra bir bitpazarında gözden çıkarılıp bir köşeye atılmış o tozlu yadigârlara ve anlamıştın hemen, derinden bir acıyla: aldırışsızlık da bir çeşit rahatlamaymış sonunda. Şimdi gene bir sürgündesin kendinden, uyandığın yer uyuduğundan başka. Sen de duymuşsundur elbet eski bir kulağı kesikten: kendini kolay kolay bağışlayamazmış insan. Cevat Çapan

Şiir

Ben de pek hoşlanmıyorum şiirden: çok daha önemli şeyler olmalı bütün bu zırıltıdan öte Ne var ki insan katkısız bir nefretle okuyunca şiiri, gene de gerçeğin bir yeri olduğunu görüyor onda. Kavrayabilen eller, açılabilen gözler, gerekirse diken diken olabilen saçlar, öyle şatafatlı yorumlara açık oldukları için değil, yararlı oldukları için önemlidirler. Anlaşılmayacak kadar uzaklaşırlarsa asıllarından, aynı şey hepimiz için de söylenebilir, anlamadığımız şeye hayranlık duyamayız, denir: baş aşağı bir tavana tutunan ya da yiyecek arayan yarasa, ileri doğru iten filler, başıboş dolaşan bir at, bir ağacın atında yorulmadan duran kurt, sinekten huylanan bir at gibi derisi seğiren oturaklı eleştirmen, beysbol meraklısı, istatikçi uzman - ne de onlar apayrı şeyler deyip "iş yazışmalarına ve okul kitaplarına'' karşı çıkmak geçerli bir davranış olur; hepsi önemlidir bu olguların. Gene de bir ayrım yapmalı insan: sözde-şairler önem verdiler diye şiir olamaz...

Yazıt

NEREYE UÇUP GİTTİ BENİM OĞLUM Oğlum, canım ciğerim, iliği kemiklerimin, yüreğimin yüreği, daracık avlumun serçesi, yalnızlığımın çiçeği. Nereye uçup gitti benim oğlum? Nerelere gitti bırakıp beni? Kuşun kafesi boş şimdi, bir damla yok su kabında. Nasıl kapandı gözlerin de gözyaşlarımı görmez oldun? Nasıl kaskatı kestin tulumunun içinde acılı sözlerimi duymaz oldun? SEN UYURKEN Sen mışıl mışıl uyurken başında nöbet tutup bütün gece parmaklarımla okşayacaktım kıvırcık saçlarını. Sanki hünerli bir elin kalemiyle çizilmiş biçimli kaşların gözlerimin sığınıp dinleneceği bir kemer gibiydi. Gün doğarken göklerin uzaklığını yansıtırdı ışıldayan gözlerin, bense bir damla gözyaşı akıtmadım gözlerim sislenmesin diye. Sen konuştuğunda, gül kokan dudakların çiçekler açtırırdı kayalarla kurumuş ağaçlara, bülbüller kanatlarını çırpardı. BİR MAYIS GÜNÜ BIRAKIP GİTTİN Bir mayıs günü bırakıp gittin beni, seni o mayısta yitiriyorum, o sevdiğin bahar mevsimi, yavrucuğum, çatı...