Ana içeriğe atla

Kayıtlar

tarık tufan etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Hayal meyal

    "Ama en kötüsü ne biliyor musun? bunu aklımdan çıkaramıyorum. Mukaddes Hanım gerçekten bana aşık oldu mu yoksa... Yoksa... Neyse boşver. Önemli olan şu ki ben ona âşık oldum. Gerçekten sevdim." Hayal Meyal / Tarık Tufan

devrim yeryüzüne yalın bir bakıştır

Gözlerin alabildiğine uzakları görebilmeli baktığında. Şehrin her bir köşesini ve her köşesinde başka bir hayata dönüşen gölgeleri fark edebilmeli. Sahici olan ne varsa ve içinde yaşamak adına bir giz taşıyan ne varsa fark edebilmelisin. Böylece zaman senin kollarında uzamalı. Bazen akrebi sımsıkı avuçlarında tutmalısın. Kimi zaman da bir yelkovanın sırtında savaşmalısın ara sokakların içinde. Gözlerin alabildiğine uzakları görebilmeli her baktığında. Gizli akıtılan gözyaşlarının, yarım kalmış hesabı hırslandırmalı yüreğini. Soğuk bir oda da, eskimiş bir yatağa uzanmış ve kısık yanan bir lambaya saatler boyunca bakan bir adamın incinmişliğine dikkat kesilmelisin. Onurlu bir adamın incinmişliğiyle pusulanmış sokaklarda yürüyüp, ihanetin ayak izlerinde okumalısın hayatın kaypak yüzünü. Çekip giden bir kadının geride bıraktığı son hicaz hüzünleri özenle toplamalısın odanın içinde. Bir kristal bardağı tutuyormuşçasına özenle toplamalı ve mümkün olduğunca gözlerden uzakta tutmalısın....

Nisan Yüzlü Sevgilim

Sana söyleyecek bir şeyim kalmadı. Artık hiçbir cümleyi tamamlayacak gücüm yok. Belki utanç, belki yılgınlık bütün kelimelerimi alıp götürüyor. Böyle zamanlarda hayat, saçları kökünden kazınmış müntehir bir travestinin bileklerinden sızan sırnsıcak kandır, kimsenin el süremediği. Şimdi ucuz bir otel odasının küçücük tuvaletine sıkışmış bir hayatın eşiğinde duruyorum ve sana söyleyecek hiçbir şeyim kalmadı. Nisan saldırıyor üzerime sevgilim. Nisan çalıyor bütün sözcüklerimi. Yüzünde parlayan güneş bir anda kaçıp, yaşlar boşalıyor gözlerinden. Ben nisan şaşkınlığında yitiriyorum öykünün geri kalan kısmını. Nasıl bitiyordu? - İyiler nereye gittiler? Kadınlar ve çocuklar nasıl kurtulacaklar? Bir yağmur böylesine nasıl savurabilir bir insanı? Yağmur değil sevgilim, gözlerinden aktığımdan bu yana darmadağın üstüm başım. Saçlarında biriken kelebek kanatlarını talan ettiklerinden bu yana utanç kemiriyor kalbimi. Saçlarını işgal ettiklerinde kaçtığım sokaklarda düşürdüm şahdamarımı. Şim...

İnsan, sakladıklarıyla insandır

İnsan, sakladıklarıyla insandır. Yaşananlara dair söylenmesi gereken çok şey var aslında. Bütün bir geceyi uykusuz geçirmene sebep olan şeyleri bir nefeste anlatmak kolay değildir. O kadar çok şey biriktiriyor ki insan! Kimsenin karşılığında bir şey söylemesi de gerekmiyor. Oturup uzun uzun anlatmak, ne varsa söylemek yetiyor çok zaman.Karşındaki bir şey sormasa .Yargılamadan, yüzünü ekşitmeden,saate çaktırmadan bakmaya uğraşmadan, dudak bükmeden dinleyiverse, anlatacak o kadar çok şey var ki… Şimdi kalkıp da seni seviyorum desem. Söyleyemem ki… Bunu kendime bile söylemeye cesaret edemedim ben. Bunu içimde hissettiğim ilk andan itibaren içimde saklıyorum. Münkesif bir kalbin iç burkan acziyetini kimselere söyleyememek de başka bir acı veriyor insana. Oysa karşıma çıkan her insana ilk olarak ve sadece bundan söz etmek istiyorum. Tutuyorum kendimi, saklıyorum. Seni saklıyorum, parmaklarını ellerini saklıyorum, gülümserken kıvrılan dudaklarını saklıyorum, hoşçakallarını saklıyor...

Gitmek biraz ölmektir

Biliyorum gideceksin. Bir eylül ayında ve günün herhangi bir vakti gideceksin. Ne eski bir şarkı engelleyebilecek gitmeni ne de yalnızca gözlerimde sakladığım aşkım. Usul usul ve ağır başlı adımlarla gideceksin. Her adımda gitmenin acısı yankılanacak sokakta. Bir törendeymişçesine göze batan bir yürüyüşle gideceksin ve ben çocuklar gibi bakacağım ardından. Sen geriye dönüp bakmayacaksın. Gideceksin... Yalnızca gözlerimde sakladığım aşkımı sukuta kurban vereceğim. 'Keşke' diyeceğim sonra ve sonraları da ve her zaman 'keşke' diyeceğim. Söylenmemiş sözlerin ateşi yakacak tüm bedenimi. Engizisyonlarda kurban edileceğim her gün. Geç kalmış infazın korkusu kemirecek beynimi. Duvarlara bakıp hayıflanacağım. Biliyorum gideceksin... Puslu bir eylül ayında gideceksin. Gözlerinle birlikte, saçlarınla birlikte gideceksin. Geride seni hatırlatan bir tek kelebekler kalacaklar. Bir tek kelebeklerin kanatlarına bakacağım özlemle. İlan edilmemiş bir aşkın hüznünü bırakacaksın ...

Aslında seni çok özledim

Şimdi bulabildiğim tüm soru cümlelerini üst üste yığıp, bulabildiğim en merhametli cevabın dizlerine yaslamak istiyorum başımı. Bulabildiğim en müşfik cümlenin önünde bir an olsun düşünmeksizin iyiden iyiye bitik, yorgun vücudumu yere bırakmak istiyorum. Uzanmak ve hangi günahtan kalma olduğunu kestiremediğim acıların yorgunluğunu bir parça olsun üzerimden atmak istiyorum. Uyumalıyım. Hayatımın parçalarını nasıl bir araya getirebileceğim konusunda en küçük bir fikrim bile yok. Nerden başlamalı ki? Başı ve sonu iç içe geçmiş bir hikayede ortaya çıkacağı anı karıştırmış bir kahraman gibiyim. Nerede ortaya çıksam yanlış karedeyim. Kalbimden neler geçtiğini, kafamda biriktirdiklerimi, tasarladığım her şeyi bildiğini düşünüyorum. En azından tüm bunları hissettiğini. Belki de böyle bir beklenti benimkisi. Çünkü bunları sana asla söylemeyeceğim. Asla söyleyemeyeceğim. Oysa o kadar dilimin ucundalar ki... Rüzgar esse düşecekmiş gibi, gözlerime baksan, giderken başın...

umarsız ve ifadesiz bakışlarla yürümelisin…

Kayan her bir yıldıza selam durup, taş atan avuçlarını okşamalısın çocukların. Sonra Mekke’den gelen rüzgara yüz sürmelisin. Eski zamanlardan kalma selamlar doluşmalı koynuna… Taşın altındaki siyah adamın iniltilerine kulak kesilmelisin ve hayat her sabah yeniden yaratıldığında ,SEN yeniden ayaklarının altında kanayan yaralarını sarmalayıp yürümelisin… Dikbaşlı yürüyüşlerin olmalı… Her aşkı feda edebilecekmiş gibi duran çelik bir kalp taşıyormuş gibi asi, umarsız ve ifadesiz bakışlarla yürümelisin… Fakat hiç kimse bir yaprağa gözyaşı dökebilecek olmanı anlamamalı! Tarık Tufan

Anna

Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbin adıyla başlayan adamlarız Anna. Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan. Sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden. Piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. Kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetiniki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında. İşte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor. İnsaf et Anna! Gidelim buradan. Senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim. Hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim. Ölelim diyecektim az kalsın. Ölmeyelim. Hiç ölmeyelim Anna. ...

Yavaşça dokun yaralarıma

Yavaşça dokun yaralarıma. Yavaşça. Annesi dün ölmüş çocuklara dokunurcasına şefkatle. Bin yıllık mushafın sayfalarına nasıl dokunursa insan, öyle dokun. Ben kolayca incinirim bilirsin. Kolayca hasta olur, kolayca vazgeçerim zor olan ne varsa. Kolayca doğmuşum annem öyle söylüyor. Tarık Tufan

Gittin ve kent üzerime yağdı

Mat bir gündü. İnsanın içine sıkıntı veren cinsten. Yağmurun hemen sonrası. Göklere dokunsak yağmur yine bardaktan boşalırcasına üzerimize yağacaktı. Konuşsak yağmur yağacaktı yeniden. Pencereden dışarı çevirsek bakışlarımızı yağmur yağacaktı. Birimiz ayağa kalksa, bir diğerimiz gözlerini sıkı sıkıya yumsa. derin bir iç çeksek, ellerimizle yüzümüzü kapasak, geçmişe dalsak durduğumuz yerde yağmur yağacaktı. Ne yaparsak yapalım gök üzerimize yağacaktı. Ne yaparsak yapalım kent üzerimize yağacaktı. Albümlerde bekleşen fotoğraflar, apartman saçaklarına sinmiş taslar, çöp kutularının altlarına sığınmış kediler, kitap aralarına iliştirdiğimiz çiçekler, fanilaların kenarına iliştirilmiş muskalar üzerimize yağacaktı. Hayat, aramızda kalmış utangaç bir çocuktu sanki. Kent susmuş ve söylenecek bir çift lafın merakına dalmıştı. Susuyorduk öylece. Göz göze gelsek kör olacaktık. Konuşsak sözler bitecekti Ve söylenecek bir çift söz kalsın diye konuşmuyorduk. Geriye dönebilecek bir adım kal...