UZAK… tapındığı eski umutlara sarılıp gelmişti kadın; elinde gözyaşı şişeleri üstünde sevgilisinin renginde etekleri sonsuz bir acı dilinin ucunda ağzında kırmızı bir çığlık gözlerinde mavileştirdi damarlarında parçaladı en ince yerinden kopardı hasretini aktı sonsuza kimliksizdi giderken yüzünde, kuş tüyü yalanlar aynada, insan görünümlü hayvanlar kaldı ve belli olmasın diye yaşları hem içini hem dışını yıkadı Keskin, hüzünlü ve bir o kadar da sızlayan parmak uçları ile tutunmuştu bineceği otobüsün kapısına. Ardında bıraktığı şehre son kez baktı… Son kez baktı nereye gideceğini bilmeden. Bir yolculuğun başladığı yere düştü saçlarındaki kadın kokusu. Yol boyunca cama yansıyan ışık, su damlaları içerisinde kırılmış bir güneş gibi dağılmıştı yüzünün coğrafyasında. İntihar süsü takmıştı sanki tüm şehrin ışıkları. Otuz numaralı koltukta otururken gülümsedi. Aynı yaşta olmanın verdiği tesadüfi bir tatla. “Belki de hayatın son oyunuydu bu koltuk bana” diye mırıldand...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"