Bazen fısıltıların sesi, kulakları sağır edecek bir yüksekliğe erişebiliyor. Duyduğum bunca şey arasından hangisine, gerçekten hangisine ses denebilir? Hiçbir zaman söyleyemeyeceğini bildiği binlerce sözle, hiçbir zaman durduramayacağını bildiği koca bir karmaşanın içinde yaşayıp gidiyordu. İçini dökecek bir yer bulamayanlar, ömür boyu o ağırlığı içlerinde taşıyarak yaşamaya mahkûm oluyor. Sanki sonsuzca sükut edip dinlemeye amade bir sahilmişim de, deniz beni orada yüzüstü bırakıp gitmiş gibi... “Bizler, uçmak isteyen balıklar gibiyiz, elden ne gelir ki!” diyor Rilke hikâyelerinden birinde. Ne çok insan, ne çok başka insanın içinde umutsuzca kök salmayı bekliyor. Sadece kendisini hatırlatınca hatırlanan da aslında unutulmuşa dahildir. Ne zaman “Kimim ben?” diye sorsa, etrafındaki hazırcevaplar hemen bir cevap tutuşturuyordu eline; kendi cevabını düşünmeye hiç vakti olmadı bu yüzden. Dünya meşguliyetleri her gün insanlardan daha erken uyanıp bütün yol başlarını tutuyor...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"