Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Müştehir Karakaya etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Durulma

taşırma son damlasını hayatımın artık durul yüreğim gençlik delilikleriyle çoktan geçti yaşın başında kavak yelleri esen sarı sıcak delikanlı değilsin. iki nokta arasında küçük bir çizgi saltanatın bir ünlemle gelecek durulmayı bekleyen keskin bir sınavdasın durul artık yüreğim korkusu yok varlığından kimsenin bir kehanet zincirini tutmanın titrek ellerine bir faydası yok yok bir dirhem balın tadı yalandan dudaklarına sürülüşün. durulmak, bir anda yokoluşsa sözlüğünde inanma kanyondan geçen ırmak daha duru, daha derin vadilere salınan koyun daha mübarek canavar gözünde. sen bilirsin taşmanın yanardağ lavları olduğunu içinden alevlendiğini önce durul artık yüreğim kendini sına bir emir gelmeden, bir azar kinini azık yap yedir deliliğine bir afet kilidi taksın dilin hergün birini sakla koynunda sana atılan taşın. sen, sen ol bekle sıtmanın kol gezdiği virânelerde 'kinin' dağıtan bir lokman hekim bulunur elbette. müştehir karakaya nisan...

Kapımızın Önünde Bir Salkım Söğüt

kapımızın önünde bir salkım söğüt vardı her akşam benimle yalnız o oturup ağlardı. bir salkım söğüt vardı suskunluğumu bir o anlardı her şafak vakti gün doğarken kapımızın önünde. hıçkırık boğazımda düğüm düğüm olurdu kapımızın önünde yel vurunca hıçkıran ikindi serinliği bir salkım söğüt vardı. ne garip bir bilmece tanrının uzun eli elimin üzerinde bir ayrılık korkusu içimin dehlizinde beni sarsarken rüya ve nefretin gölgesi için için ağlayan kapımızın önünde bir salkım söğüt vardı. mayıs 2000 -van -yıllardır kapımızın önünde her bahar arzı endam eden salkım-söğüt, bu bahar sus-pus, onun da yaşlandığını farketmekte gecikmişim galiba- Müştehir Karakaya

Ankara Garına Usulca İkindi Yağıyor

ankara garına usulca ikindi yağıyor bir güvercin çırpınışı yüreğim gar bekçisi kadınlara bakarcasına bakıyor elindeki düdüğe delilik sınavıyla deniyor bir kadın kendisini elleri saçları kadar sarı bekçinin üzerinden sarılar dökülüyor tren seslerinden halkalar yapıp kadına bir taç örüyorum çocuklu anneler gülümsüyor bir ankara garına usulca iniyorum simsiyahlar giyinmiş bir bekçi görüyorum kin besliyorum zamana bitmeyen bir düelloya çağırıyor beni şimdi ellesem saçları katrankarası oluyor birden birden zaman yeniden gülümsüyor telefonun ucuyla merakım saçlarını yolan karga trenler ah kara kara bir görünüp bir kayboluyorlar ankara garında bir bekçi sarı saçları tek tek yoluyor ankara garına usul usul bir ikindi yağıyor hey be helal sana keskin dişlerini etime batıran gece kahrolsam, incinsem, kendimi yesem fırsat bu fırsat anlımda incilerini çoğaltan simurg üç karış üzerimden atlayıp biniyor yeşil lokomotifli trene tren kaçıyor homur homur ankara garındaki garson yoruluyor önümdeki çay b...

Bırak Konuşmak İhanetim Olsun

kadrimi ve sabrımı biledim veyl ettim geceye ve sen ey beni yakıp yıkan ne bildin gözlerimdeki utkuyu ne gece örttü yalnızlığımı sesimi hapsettimse yüreğimde konuşanları kalleş bellediğimden vuracaksan vur artık beni arsızca bırak türküleri avuçlarımdan emziriyorum ne zaman ucursam bir kuşu boğulan bir yanım oluyor sesim bırakıp giderken beni içimin depremlerinde bir çocuk masum ve gürültülü susuyor beni hain, beni sinsi süzüyor her gün yeniden kopan tufanım dilek ağaçlarını yakışım boşuna değil dudaklarımın değdiği her yer morarmış bir karanlık oluyor gitme diyemem gideceksen git artık beni kendime bırak içimde yankı yankı bir sesin sarhoşuyum dudaklarımda kadim bir mühür her gece çıplak bir heykelin soğukluğu her gece hazan sarısı bir ihanet engin bir pınardan seni emziren beni zümrüt yeşiliyle öldürsün istemedim biraz ayrılık, biraz hasret biraz da beyaz bir bulut merhamet denen yalancı şahit hep aydınlık günlerimde beni arıyor sen ey aşkını dudaklarında gizleyen gecenin derin sırla...

Yüzleştim Yüreğimle Ağlayarak

ağlama bebeğim saat onikiyi vuracak soldurma gözlerinde açan çiçekleri bak sana bir nehirden beyaz köpükler sunayım bu yüzden kalem ellerim kırılsın susuz hazan yaprakları gibi kış ellerimi üşütmedikten sonra gövermesem de nice baharlar geçtim ne domur domur filizler ne erguvan çiçekleri açacak gövdemde ağlama bebeğim mutlaka nisan gelecek kirpiklerini bir yaz sayfasıyla sildin ve gittin kan testisinden içsem de ansızın gönlün mermerden bir sütun gördüm adımı unuttum, gelesin diye şehirler avuçlarımda kırıldı un-ufak sokakların değiştirdim isimlerini kırılmak şairlerin en ince yeri bilmeyerek inanmadın mevsimlere cemreler bir düş’tü tuttum, yüzleştirdim feleğimle nefsimi ayrılık sana ağlamak bana düştü sandım ki tarihler yazacak beni unuttum ihanetlerin çetelesini saçımın terini unuttu yastıklar kavgalardan damıttığım eczaları yüreğime gecelerin merhemi diye sürdüm baktın mı tarihe yalan söylüyor biz kim perdeler kim arkasında saklanan geceler içimde biriken naraları sağalttı düşlerimd...

Gecenin İplerini Çektim

gece sağanakları -ı- gecenin iplerini çektim artık barış taraftarı değilim savaş baltamı çıkardım topraktan depremleri yadırgamıyorum sınır istiyor yorgun ellerim yolum memleketlerden geçiyor ırgatlar yollarda güneşi içiyorlar kızılca şerbeti kesin bir yargı belirtmiyor gülüşleri gecenin iplerini çektim zehir içmek bir avuçtan yudum yudum benim savaşı istemem yüzümün mimiklerinden belli sen bir yarısı aynada boğulan kendinin uzağındasın diye kaderin bir parçasına çizilmiş en mahrem yanlarını tutuyorsun kimse gülmüyor artık yüzüne ben daha belalı bir savaşçıyım bakma benim güzel gülüşlerime aynadan okumuyorum tarihi iskender ve dahi tüm kördüğümler benim baltamın esiri gecenin iplerini çektim yadırgamıyorum tan vakitlerini gece sağanakları -ıı- sarkıtın ruhunuzu en derin kuyulara elverdiğince oynayın sizin olsun elleriniz beni boşverin ben kendi rüyasını kurutmuş bir yeryüzü tabircisiyim yoruldum başkalarının hülyalarını yorumlamaktan hey ne yaman bir savaşım var geceyle gece sağnakları...