Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Arif Ay etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Karıncaların Dili

Karıncaların diliyle geldim Bir dağ anlatısıydı sunduğum Cüssemi hesaba katmadan Yoruldu şimşir dualar şimdi Güneşten süzdüğüm bahtım Kör karanlıkta yoğruldu Aşkın en yoğun felsefesi Elmada gizli Adem’den beri Seni yalınkat bırakanlar ne bilsin Ne bilsin bit pazarına nur yağdıranlar Rüzgârımdaki derviş nefesini Güllerdeki peygamber kokusunu Oysa ben alnımı pusula bildim Tek bir yöne doğrulup Hayat bu kadar ucuz mu Hep bunu sordum Karıncaların diliyle geldim Beni yalnız sen anlarsın Ey içimdeki sevgili konuş Sorularıma cevap sende var Yalan gerçeği örttü Karanlık ve duvar Ey ruhum gel beni al Arif Ay

Sucul Şiir

Saçların hangi ülkenin ırmaklarında ıslanır İkindi gölgesi oralarda da uzun mu Oralarda da seven horlanır Sevilen vurulur mu Arif Ay  

İlhami Çiçek

“…ve her şey bir kader iledir.” ey atını uçurumlara süren çocuk terkisinde taşıdığın rüzgarla acının ağacından “toy bir yaprak” düşürdün ölüm de bir miraçtır tersinden kıyası mukassim olsa da ey uçurumlarda açıp uçurumlarda solan çiçek ye’sin infazı gerekti mat ve cinnet: yazıldı çünkü o kitap levh-i mahfûz ve muktezî “bir ilkyazdan koca bir güz yontan adam” köpürttün akıl atını kapaklandın hükmünde âdil olan yalnız o’dur çünkü “kadim kabarık bir öyküdür alınyazısı” ve her şey kaza ve kader mühründe kazılı ey oğul veren Çiçek kanının dengi kalbinin nuru “buruk bir andaç” olarak bıraktığın abdurrahman nuri büyüyor ve görüyor seni kitap denen o derin sırsız aynada Arif Ay

Bu Kadar

her şey bu kadar bu kadar bütün anılar yollar gibi uzun yolcu gibi gece gündüz yalnızlık bu kadar bu kadar çektiğimiz acılar aşk dediğimiz işte bu kadar çocuk bu kadar onun uzun masalı vardır bu kadar masallarla gelir her çocuk bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde bütün kuşlar gibi o da uçmuş yuva dediğimiz işte o kadar anne bu kadar hiç gün görmemiş bu kadar baba bu kadar gurbetle sıla arasında gitmiş gelmiş ilkbahar yaz sonbahar kış hepsi hepsi dört mevsimmiş hayat dediğimiz işte bu kadar bu kadar yaşadığımız nereye kaçarsan kaç bu kadar başını taştan taşa çal hoşça kal gülüm dünya bu kadar Arif AY

Gökyüzü Saatleri

III bakışından yakaladım seni duruşundan su gibi akışından sesinin ağaçlar kuşlar cümle bulutlar geçti hüznünden yakaladım seni saçlarımda eski zaman karıncaları ve ilk ışıkları çeşmelerin yüzün yüzüme değer gibi yıldızlar akşamından yakaladım seni sevinç mi telaş mı tahtaya kalkmış çocuk gibiyim karşında IV yaz akik bir güldü yanağında soldu ve bitti sende mi esti bu rüzgar savrulur saçların da şimdi yapraklar tümden nefti bir düş horozudur güneş her saat seninle kurulur masaya bir güzel ıssızlıklardan ıssızlıklara öter en tetik yerindesin sabahın kuşlar uçuruyor bakışların (Bin Yılın Destanı) Arif Ay

Bir Işık Görsem Uzaklarda

Yollara düşen kar erir Saçlara düşen kalır Aşk yakar yakar küllenir de Yıllar yılı rüzgâra savrulmak kalır Âh’lar berhava vâh’a döndü Gözde yaş dilde tat hep zehr-âb Mektuplar ki karışmış mürekkep Kim okur kalbinin kitabını Kurt yemiş yapraklar kalır Giyinir akşamları düşerim yollara Bir yağmur bir ben olurum Bir ışık görsem uzaklarda Aç kurdum dağlarda Kışı gezdirir hasreti ulurum Bir ışık görsem uzaklarda Bir ışık görsem uzaklarda Arif Ay

İnfaz

mahcup bir cellat gizli bende her gün yağlar durur ipini vakti yok infazların kendi infazda vakitlerin hızarlara gelemem gayrı hizalara da çürütülmüş bir köküm şurda burda seni düşlemeye gün yetmiyor artık günler bende bakırçalığı serin rüzgarlarda saçların yapraklarda sesin bin yıldızlı gök yaptım gözlerinden sevgilim demek için geceme zor yollardayım önüm ardım cinnet mahyaları cam kırıkları dökülüyor ıslıklardan gül değil yalnızlık bu elden ele kıyamet habercisi çarşılarda Arif Ay

Tenha Şiirler

Dal kırık bahçe talan sularda yüzün hangi âh, hangi melâl yok şimdi hayal sabahları boyayan kuşlar mıydı sonsuz suskunluktan gayrı yıllar yıllar savrulmuş sanki sonbahar düştü yok şimdi hüzün ve aşk ben bu duvarı ördüm yıktım ördüm dur gece dur akşam dur sabah tak tak tak bu poyraz bu telâş yağmurla örtüşür gibiyiz akşam yüzün gök yüzün yıldızlar yüzün leylim birlikteyiz işte hiç bitmiyor akşam II sürülmüş toprak kokuyorsun biçilmiş çayır söğütlüğü geçince her yer çiğdem, gelincik ellerin baktıkça açıyor yüzün baktıkça bulutlar ve güneş serçeler karışıyor gülüşüne Saat yok gölgemizde zaman ve suyun uzayıp giden öyküsü sevmek kadar seni III Rüzgâr esiyor usuldan bir kiremit düşüyor sundurmadan bahçeye elimin üstünde güneş birkaç damla yağmur karışıyor içtiğim çaya sonra bir bulut gemi gibi yanaşıyor masaya elele çıkıyoruz seninle güvertesine akşamın İşte yıldızlar diyoruz tüm çiçeklerin adını sayıyoruz bahçedeyiz yine masa aynı masa bu kez ...