Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ziya osman saba etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Cahit Sıtkı'dan Ziya Osman Saba'ya Mektup

Paris: 1.2.1939 Ziyacığım, İstanbul'dayken içime sıkıntı bastığı zaman sana koşardım; çünkü sen benim için yalnız vefakar ve halden anlar bir dost değil, aynı zamanda, açık havayı, güneşi, baharı, iyiliği de temsil eden, nasıl olup da insan kalıbına girdiğine daima hayret ettiğim bir meleksin . Melek olduğun şundan da belli ki, bana "vefasız" demeye dilin varmıyor: Hoş, ben de vefasız sayılmam pek. Paris'e gelirken seni kucaklamak için ne kadar çırpındığımı tahmin etmiş olacaksın ki, benim uzatmamı beklemeden tasımı abıhayatla doldurdun. Günlerdir içiyorum içiyorum bitmiyor. Ne diyeyim, bana senin gibi bir dost verdiği için Allah'a hamd-ü sena etmekten başka ne gelir elimden! Allah'ın sevgili kullarından biri olduğuma yavaş yavaş kanaat getiriyorum. Emin ol ki, seni tanıyanlar için yeryüzünde senden daha büyük bir revelation [keşif] yoktur. Bu satırları seni çok özlediğim için yazdığımı zannetme. Bunları daima düşündüm; ancak bugün söylemek fırsatını buluyorsa...

Sessizlik

Biz o kadar; o kadar ağladık ki beraber, Gözyaşları doldurdu avucumu şimdilik. Şimdilik uzun uzun, bambaşka bir sessizlik Yavaşça alçalarak, yavaşça bizi dinler. Etrafta kalan sesler kesildi birer birer. Hatırlamaz olmuşum, herşey uzakta, silik. Yalnız senin vücudun... Ah işte bir içimlik Bir su gibi ellerin avucumda serinler. Vücudunun gölgesi bak yerde gölgemle bir, Yeni bir nefes gibi sessizlik göğsümdedir. Sessizlik içerime doluyor yudum yudum. Dolu bir yelken gibi göğsümde genişleyiş, Ve öyle için için, ve öyle geniş geniş. Ben hiçbir şey duymadan, ben yalnız seviyorum. Ziya Osman Saba

Yaşamak Bundan Sonra

Yaşamak bundan sonra, katlanılmaz eziyet! Bir ey istemiyorum artık ne zevk, ne para, Kaybolmuş baharıma beni götür, hâtıra, Hâfızam avut beni, beni kurtar ey şiir! Yaşamak bundan sonra, katlanılmaz eziyet. Bir şey istemiyorum, ne teselli, ne umut: Hareket edeceğiz!.. Kalbim dünyayı unut, Dağlar, taşlar, elveda; gün, hakkını helâl et! 1940 Ziya Osman Saba Bu şiir 15 Şubat 1940'ta Sevet-i Fünun'da "Yaşamak Artık Rabbim"  başlığıyla yayımlanmıştır. Dergide şiirin ilk dizesi: "Yaşamak bundan sonra, kalbe ne eziyettir"; ikinci dörtlüğün ilk dizesi ise, "Artık her şey orada: Sonsuzluğum, hürriyet, / Gökler maviliğinde bembeyaz açan bulut." şeklinde yer almaktadır. Ziya Osman Saba / Cümleniz / Can Yayınları

Yalnız

Kalbim, seninle bir gün yalnız kalacağız, Şu daha birkaç yıllık mihnetin sonunda Bir dere kenarında, çimenler koynunda, Seninle hayallere, yalnız dalacağız. Kalbim, sen çocuk kaldın, tanımadın kini, Memnun olacağım senden bir baba kadar. Derken, ürperecek bir rüzgârla kavaklar, - Seher! Dinleyeceğiz, sonsuz musikisini... 1939 Ziya Osman Saba Cümlemiz / Can Yayınları

Gün Gelir

Gün gelir, hatırlamak bile bir acı olur. Gençlik aşkı, sevinci, daha dünkü ümidi... Yumruklasan göğsünü bir boş yankı duyulur. Gün gelir, en gür çeşmeler damla damla kurur. Bakarsın, bir yazın ağaçlarında şimdi Üç-beş kuru yaprak çırpınır durur. Ziya Osman Saba

Kim Bilir

İlk yağmur damlası düştü Kuru yapraklarına güzün. Ardında kış kıyamet, Dert, hüzün. Alınyazısı hepsi.... Kısmet.... Ha yazı, ha kışı geceyle gündüzün, Kim bilir kaç günü kaldı Ömrümüzün? Ziya Osman Saba

Ölmek Konusunda

Ha üç gün önce, ha beş gün sonra. Geldiğin gibi gidişin. Nereye gittiyse anan, baban, Peşinden kardeşin. Bir yaprak dökümüdür dört yandan. Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş, Bir sabah gazeteyi açarsın ki: Ölmüş! Daha dün gibidir hepsi. Evlendiğin gün çekilmiş resim. Mesutsun bak, çoluk çocuğunla. Geçti kaç mevsim... Gençtin, dinçtin... hepsi bir zamanlar. Nerende şimdi ağrın, sızın? Yatakta mı, yavaş yavaş Ya sokakta ansızın? Birkaç bahar, bir o kadar kış. Ömürdür; uzun, kısa. Ne ise göreceğin; Kısmet ne kadarsa. Hangi yılsa o, hangi ayın hangi günü, Saati çalınca, gelince sıran. Nasıl yaşadıysa habersiz, Nasıl öldüyse bunca insan... Ziya Osman Saba

Sevgiler

İnsanlar, hepinizi seviyorum! İçinizde dostlarım, kardeşlerim var. Ey şehir! Bütün hemşerilerim. Bayramınız bayramım, kederiniz kederim. Yoksullar, hastalar, zavallılar, Sizler için gözlerimdeki pınar. Ölüler! Özlemez olur muyum dünyanızı, Aranıza karışmış annem var, babam var. Günler geçiyor diye bir yandan içim sızlar, Hayat! Hayat! Seviyorum seni. Yemyeşil çayırlarda bembeyaz gezen kızlar! Aranızda sevgilim var. Ziya Osman Saba

Beyaz Ev

Gözlerimin önünde hep aynı beyaz ev. Her dağ yamacına kurduğum, Beliren her su kenarında, Pembe damlı, yeşil pancurlu, balkonlu, Balkonuna tırmanan sarmaşık. Gece, pencerelerinden sızacak ışık, Kışın tütecek bacası. Kapıyı ittiğinde çalacak bir çıngırak. -Duyuyorum o sesi şimdiden, berrak- Geçeceğim yol, çıkacağım üç basamak, Ellerinden sıyırıp atacağım eldiven, Her halin, gülüşün, kokun, bütün ruhunla sen! Ah, bütün bir ömür bırakmayacağım el, Okşayacağım saç, dinleyeceğim ses, Bakmakla doymayacağım yüz... Açık pancurlardan o gün dolacak gündüz, O günkü hava, Bir kapıyı açman, dolaşman sofada. Şaşıracağım: Böyle gezinen kim? -Evim! Evim!.. Ellerimle asacağım Camlarına perdelerini. Yatak odasında düsüneceğiz bir an İki kişilik karyolanın yerini... Yatak odamız, yemek odası, kiler Raflarında ellerinle yapılmış reçeller. Karşı karşıya oturacağımız sofra, Sürahide ışıldayan su, Yazın, rüzgâra koyacağımız testi; Senin yatacağın öğle uykusu... Sararacak bir yan...

Ziya Osman Saba’yı Unutmak

29 Ocak 1957 tarihinde Kadıköy'deki evinde kalp krizi sonucu bir şair ölmüştü. 31 Ocak'ta kılınan cenaze namazının ardından Eyüp Sultan'daki aile kabristanına gömüldü. 1980 yılında Eyüp Sultan Mezarlığı'nda kimi tadilatlara gidilmiş, kabirler arasındaki patikaların da mezara dönüştürülmesi sonucu şairin mezarının kaybolduğu ortaya çıktı. Bütün araştırma ve çalışmalara rağmen mezar bugüne dek bulunamadı. Burada bahsi geçen şair, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde kendine has bir yer edinmiş değerli bir isim, Ziya Osman Saba. Kültür değerlerine karşı duyarsız ve kıymet bilmez tavrımız dünden bugüne hiç değişmedi. Birçok köklü medeniyet, yüzyıllar önce vefat etmiş kimi kıymetli sanatçılarını saygıyla yâd ederken biz, çok değil, daha 57 yıl önce yitirdiğimiz önemli bir şairimizi, mezarını bile koruyamayarak unutuluşa terk ediyoruz. Buna ‘yazık' denmezse ne denir? Dış etkilerden korunmayı becerebilmiş, kendi kozasında yaşayan derviş meşrep bir şairdi Ziya Osma...

Ölümü seven şair: Ziya Osman Saba

Vefatının 54. yıldönümünde Ölümü seven şair: Ziya Osman Saba Cumhuriyet devri şairlerinden olan Ziya Osman, Mart 1910 yılında İstanbul’da doğdu. Mütareke yıllarında girip, hep yatılı okuduğu ve Cahit Sıtkı Tarancı ile dostluğunun başladığı Galatasaray Lisesini (Mekteb-i Sultanî) bitirir (1931). Daha sonra Cumhuriyet gazetesi muhasebe servisinde çalışırken aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi (1936). Emlak ve Eytam Bankalarında çalışırken ikinci eşi Rezan Hanımla tanışıp evlendi (1940). HAYATI Bu bankalardan ayrıldıktan sonra Millî Eğitim Basımevi Tashih Bürosu Şefliğine getirildi (1945-1950). Geçirdiği kalp hastalığı üzerine Kadıköy’deki evinde Varlık Yayınevi işleriyle uğraştı. Cahit Sıtkı Tarancı ile sık sık mektuplaşan şair, 29 0cak 1957 günü İstanbul’da evinde öldü. Eyüp Sultan Kabristanına defnedildi.1 31 Ocak 1957’de toprağa gömülüp, şiirlerinde devamlı arzuladığı öbür âleme göç ederken, şairlerden biri, arkasından şu cümleleri yazıyordu: ÖBÜR ÂL...

Bir Sokakta Giderken

Taşında otlar biten şu sokakta yürümek. Bir bahçe duvarının kokulu gölgesinden. Uzakta, mektepteyken okuduğumuz şarkı. Su içmek o tasasız günlerin çeşmesinden. Kalbe aşina bütün rastladıklarım, Herşey eskisi gibi, herkes bahtiyar, iyi! Bana büyük babamı hatırlatan ihtiyar, Çocukluk arkadaşım sarı benekli kedi Bütün günahlarımı affetmiş sanki Tanrım, Duyuyorum kalbimde tadılmamış sevgiyi. Ah, sade koşmak, koşmak istiyorum içimden: Aradığım diyara bu yol çıkacak gibi Ziya Osman Saba

Bilemiyorum

Bilemiyorum yıllardır neredeyim? Hergün yediğim ekmek, susayıp içtiğim su, Kolundan tutup gitmek istediğim kadın, Yaşamak kaygısı, gök hasreti, ölüm korkusu, Ve Rabbim senin adın! Yıllar var ki içindeyim hayatın. Anıyorum gençliğimi, özlüyorum çocukluğumu, Fakat bilemiyorum yarını. Bilemiyorum Rabbim, maksadını, kararını. Hepimiz işte dünyadayız, Yataktaki hastamız, topraktakı ölümüz; Neyiz, ne olacağız? Birşey bilmiyorum... Nefes almaktayım yalnız. Rabbim! beni yaratmışsın, İnsan şeklinde görünüyorum, Terlerim yazın, üşürüm kışın, Düşünüyorum, düşünüyorum... Ziya Osman Saba

Ayaklar

Ayaklar, çeşit çeşit kunduralar içinde. Ayaklar, yarı çıplak, paçavralar içinde. Ayaklar, odalarda, bir çift yavru güvercin. Tutup avuca almak, okşayıp öpmek için. Çocuk ayacıkları, o başkalık, tombulluk, Henüz yere değmemiş, daha pespembe, yumuk. Yolculuk nasıl geçti?.. Ne oldu? Ne de çabuk? Teneşirde ayaklar, mosmor, taş gibi soğuk. Ziya Osman Saba

Dilek

Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi Bu bahar gününde, dertliyi, ümitsizi Terfi etmiş memur, sınıf geçmiş öğrenci Kadını, erkeği, yaşlısı, genci, Bir bayram sevinciyle, kol kola sokaklarda Sevgililer, baş başa, muratlarına ermiş Çocuklar el ele, bir halka oluvermiş Görmek isterdim camlardan, odalarda oturmuş Radyoyu açmış, küçük sofra kurmuş Yol, meydan, dere, tepe, dağ, bayır, kır Vapurlar limanlarda yola çıkmaya hazır Gazinolar, plajlar, sinemalar açık Her dilden bir şarkı, her dudakta bir ıslık Ne yoksul âhı, ne dul hıçkırığı, ne hasta iniltisi Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi. (1954) Ziya Osman Saba

Her Akşam ki Yolumda

Her akşam ki yoluma koyulmuş gidiyorum. Her akşamdan vücudum bu akşam daha yorgun. Öyle istiyorum ki bu akşam biraz sükûn, Bir cami eşiğine yatıversem diyorum -Rabbim, şuracıkta sen bari gözlerimi yum! Sen, bana en son kalan, ben senin en son kulun; Bu akşam, artık seni anmayan İstanbulun Bomboş bir camiinde uyumak istiyorum. Sonsuz sessizliğini dinlemek istiyorum. Bilirim ki taşlığın bir döşek kadar ılık, Sana az daha yakın yaşamak için artık, Rabbim, ben yalnız zeytin ve ekmek istiyorum. Ziya Osman Saba

Kışa Giderken

İndirin perdeleri, indirin perdeleri… Sonbahar ağaçlarda ağlarken yaprak yaprak. Hışıldayan bu altın yağmuruna dalarak, Dinleyin içerimde serinleyen kederi. Çekin, önüme çekin şu yerdeki minderi, Sükûn, beyaz bir gömlek gibi ürpersin bırak. Çın çın çınlarken uzak, çok uzak bir çıngırak, Ah, indirin camlara bembeyaz perdeleri. Sonbahar, ölen günle basamakta duruyor, Saniyeler kafese bir el gibi vuruyor, İsterse hemen yarın evim örtülsün karla. Ferah veren bir rüzgâr olacak ıstırabım, Şimdiden kilitlendi her fırtınaya kapım. Senin belinde sarkan bir gümüş anahtarla… Ziya Osman Saba

İmkânsız Tesadüfler

                          Cahit Sıtkı Tarancı`ya- Şimdi çıkıverecek karşıma arkadaşım, Mektebe gitmek için geçtiğimiz şu yoldan. Babam tok sesiyle birden çağıracak: 'Ziya!' Kalbimde eski sevinç, dallarda eski bahar. Gözlerimi kapatıp: 'Bil?' diyecek birisi. Bir mahşer ortasinda şaşırıp kalacağım. Ve girecek koluma bir melek gibi karım. Saracak etrafımı doğmamış çocuklarım Ziya Osman Saba

Ahret

Bu garip dünyada ben yadırgadım yerimi... Yıllardan sonra bir gün görüp çektiklerimi, Tanrım, bir meleğine emredecek: "Yetişir!" Gözlerimi o saat sessiz kapayacağım. Beni bekleyedursun artık ılık yatağım, Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir. Bir yükü atmış gibi sırtımda bir hafiflik, Oraya geçmek için aşacağım bir eşik. Bir lâhza tutacağım bana uzanan eli. Bir el gözlerimdeki perdeyi sıyıracak. Onları bulacağım!.. Ve annem şaşıracak: “Oğlum! Ne kadar da büyümüş ben görmiyeli." Ziya Osman Saba

Çocukluğum

Çocukluğum, çocukluğum… Uzakta kalan bahçeler O sabahlar, o geceler, Gelmez günler çocukluğum. Çocukluğum, çocukluğum… Gözümde tüten memleket. Artık bana sonsuz hasret, Sonsuz keder çocukluğum. Çocukluğum, çocukluğum… Habersiz ölen kardeşim, Mezarı bilinmez eşim, Her bir şeyim çocukluğum. Çocukluğum, çocukluğum… Bir çekmecede unutulmuş, Senelerle rengi solmuş, Bir tek resim çocukluğum… Ziya Osman Saba