Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Octavio Paz etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

GÜNEŞ TAŞI

billûr bir söğüt, bir su kavağı, yelin büktüğü yüksek bir fıskiye, iyi dikilmiş bir ağaç, ama oynayan, çukurlaşan bir ırmağın ilerleyişi, uzanan, gerileyen, çevrilen ve yetişen boyuna: usul bir gidişi yıldızın ya da evinçsiz ilkyazın, göz kapakları kapanmış su öngörülerle kaynaşan bütün gece, hep birlikte çalkalanan var oluş, dalga dalga örtünceye dek her şeyi, alacakaranlıksız, yeşil egemenlik, göz kamaştırmasınca kanatların geniş göğe açıldıklarında, gelecek günlerin çalılıkları arasında bir ilerleyiş ve uğursuz patlayışı felaketin tıpkı kuş gibi taşlaştıran ormanı ötüşüyle ve nerdeyse gelecek mutluluklar arasında. yok olan dalların, kuşlarca, gagalanan ışık saatleri şimdiden, parmaklar arasından kaçıp giden yoralar, bir var oluş beklenmedik bir şarkı gibi, şakıyan yel gibi yangında, asılı tutan bir bakış dünyayı dağlarıyla denizleriyle, bir akikten süzülen ışığın cismi, ışığın bacakları, ışığın karnı, koylar, güneşsel kaya, renkli cismi bulutun, sıçrayan hızlı günün rengi saat parıl...

Riprap

1.ÇİÇEK Ağlama, çengel, diş, ulumalar, etobur hiçlik, çalkantı, hepsi yokolmakta bu basit çiçeğin önünde. 2. O KIZ Her gece iner kuyuya ertesi sabah ortaya çıkar kucağında yeni bir sürüngenle. 3.BİYOGRAFİ Ne olabileceği değil, ne olduğuydu önemli olan: Ölmüştü işte. 4.GECELEYİN ÇANLAR Gölgelerden dalgalar, körlük dalgaları alev alev yanan bir alında: Düşünceme su dökün, boğun onu! 5.KAPIDA İnsanlar, sözler, insanlar. Duraksadım: Yukarıda orada, yalnız ay vardı. 6.BAKIŞ Kapatınca gözlerimi kendimi gördüm: Uzam, uzam bulunduğum ve bulunmadığım yerde. 7.PEYZAJ Böcekler tükenmezcesine çalışkan, atlar güneş renginde, eşekler bulut renginde, bulutlar, ağırlıksız kayalar, dağlar, eğik gökyüzü gibi, bir ağaç sürüsü su içer derede, tümü de orada, orada olmaktan hoşnut ve burada biz kızgınlığın yıpratmadığı, nefretin aşkın ve ölümün yıpratmadığı insanlardan değiliz. 8.OKUMA YAZMASI OLMAYAN Kaldırdım yüzümü gökyüzüne, o eskimiş harflerden oluşan dev taşa, ama yıldızlar tek bir söz söylemedi. *rip...

Herat ta Mutluluk

Ta buralara geldim Çekerek bu çizgileri, Öylesine; Yeşilli mavili bir cami, Altı yassılmış bir minare, İki ya da üç mezar, Ermiş bir şairin anıları, Timurla soyunun adları. Rast geldim yüzgünlerin rüzgarına. Kumla örttü geceleri, Kamçıladı kaşımı, kavurdu göz kapaklarımı. Şafak: Kuşların saçılması Ve taşlar arasında köylülerin ayaksesleri olan Suyun söylentiler yayan sesi. (Ancak su da aldı tozdan nasibini.) Ovada homurtular, Görünüşler Yitişler, Kil sarısı kasırgalar Düşüncelerim gibi, dönüyorlar Otelin odasında, tepelerde: Bir develer mezarlığı bu diyar Ve benim düşüncelere dalışımda Hep aynı çöken suratlar. Rüzgar, o harabeler efendisi mi Benim tek ustam? Aşınmalar: Gitgide büyür zerre. Ermişin türbesinde, Bir çivi çakmıştım Kurumuş ağacın derinine, Öylesi değil, Diğerleri gibi, kem göze karşı: Kendiminkine karşı. (Bir şeyler söyledim: Rüzgarın alıp götürdüğü sözcükler.)  Octavio Paz

Gecenin soğuk dudakları

Gecenin soğuk dudakları Bir laf eder Laf sanma taştır Taş sanma gölgedir Acının sütunu Olgunlaşmamış düşünce Hayali dudaklarıma doğru gerçek su Gerçeği taşıyan sözcük Hatalarımın nedeni Eğer o ölümse yaşarım yalnız onun için Dalarım anılara ama bir şey anımsayacağımdan değil Artık bilemem ne söyler de güvendiririm kendime Nasıl anlaşılır birinin hayat taşıdığı Nasıl unutulur bildiklerimiz Zaman aralar da gözkapaklarını Bakar bize ve kendisi de kaçırmaz görüntüsünü. Octavio Paz

Bir gün yiter gider

Bir gün yiter gider Evren gökyüzünde Karda iz bırakmaz ışık Bir gün yiter gider Kapıları açmaya ve kapatmaya.... Güneşin tohumu çatlar sessizce Bir gün başlar Sis oyar tepeyi Bir adam ırmağı iner Gözlerinde karşılaşır bunlar senin Günün içinde yiter gidersin Şakıyarak ışığın yapraklarında Çanlar çalar ötelerden Her çağrı bir dalgadır Her dalga gömülür çıkmamak üzere Bir kımıltı...bir söz...buluta karşı ışık... Güler ve saçlarını tararsın dalgın Bir gün başlar ayaklarında Adlarından başka şey değildir; el..aklık..saç.. Bu elin..bu aklığın... bu saçların.. Bu görülebilen ve yoklanabilen dışarı... Bu içeri ve adsız olan Aranır bizde el yordamıyla İzleyip dilin yürüyüşünü Geçerler bu imgeye gerdikleri köprüden Parmaklar arasındaki ışık gibi kayarlar Ellerimin arasında senin gibi Ellerimle elin gibi sarılırlar birbirlerine Bir gün başlar ve sözlerim Sıcaklık zinciri ışık kabuğu Bir gün başlar ağzında Gözlerimizde yiten gün Açılan gün gecemize.. Octavio...

Gitmekle Kalmak Arasında

Gitmekle kalmak arasında kıpırdamayan gün, katı bir saydamlık kalıbı. Hepsi görünüyor ve hiçbiri anlaşılamıyor, ufuk dokunulamayacak bir yakınlık. Masada kağıtlar, bir kitap, bir vazo: nesneler dinlenmekte adlarının gölgesinde. Damarlarımdaki kan giderek daha ağır yükseliyor ve yineliyor inatçı hecesini şakaklarımda. Işık kayıtsızca biçimini bozmakta donuk duvarın, tarihi olmayan bir zaman. Öğle sonrasının yayılışı; şimdiden bir körfez usul dalgalanışı sarsmakta dünyayı. Ne uykudayız, ne de uyanık: biziz, başka bir şey değil işte. An ayrılmakta kendi kendinden ve duraksamaların oluşturduğu geçite dönüşmekte. Octavio Paz Çeviri: Ali Cengizkan

1 Ocak

Günün kapıları açılır dilin kapıları gibi, bilinmeyene. Dün gece anlattın bana: Yarın imleri düşünmek zorunda olacağız, görünümü çizmek, planı tasarlamak çift katlı sayfası üzerine kağıdın ve günün. Yarın, yaratmak zorunda kalacağız, yeniden bu dünya gerçeğini. Gözlerimi geç açtım. Saniyenin bir anı için Aztek'in duyumsadıklarını duyumsadım, uzanıp beklerken dağlık durunun kıvrımında ufuktaki çatlaklar arasından zamanın kesin olmayan dönüşünü. Fakat hayır, yıl geri dönmüştü. Bütün odayı doldurdu ve bakışım neredeyse dokundu ona. Zaman, bizden yardım almadan, yerleştirmişti tıpkı dünkü düzen içinde boş cadde üzerine evleri, evler üzerine karı kar üzerine sessizliği. Yanımdaydın, hala uykuda. Gün yaratmıştı seni fakat henüz onaylamamıştın gün tarafından yaratılmayı. -Benim yaratılmamı da belki. Bir başka gündeydin. Yanımdaydın ve gördüm seni, kar gibi, görünüşler arasında uyuyan. Zaman, bizden yardım almadan, evleri yaratır, caddeleri ağaçlar...

İki Gövde

İki gövde yüzyüze bazan iki dalgadır ve gece bir okyanustur. İki gövde yüzyüze bazan iki taştır ve gece bir çöldür. İki gövde yüzyüze bazan iki köktür geceyle sarmalanmış. İki gövde yüzyüze bazan iki bıçaktır ve gece bir anlık parıltı. İki gövde yüzyüze düşen iki yıldızdır boş ve yalnız bir gökte. Octavio Paz

Unutuş

Yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta göz kapaklarının kırmızı yaprakları altında. Gömül vızıldayan sesin düşen sesin halklarına ve uzaklarda yankılanan dilsiz bir çağlayan gibi, davulların çalındığı yerde. Bırak kendini karanlığa, kendi etine gömül, kendi yüreğine; kemik, o mor şimşek, kamaştırsın gözlerini, kör etsin, mavi göğsünü göstersin akşam ışığı körfezler ve gölgeli koyaklar arasında. O sıvı karanlığında uykunun ıslat çıplaklığını; kıyıya kimbilir kimin bıraktığı gövdeni, o köpek danteli unut. Sonsuz kadın, yitir kendini kendi benliğinin sonsuzluğunda, bir başka denizde buluşan bir deniz gibi unut kendini, beni unut. Dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar o ölümsüz, o yalın unutuşta: gecenin kızlarıdır yıldızlar. Octavio PAZ (Türkçesi: Ülkü Tamer)