Ana içeriğe atla

Kayıtlar

enis batur etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

YOKUŞ

Attar’ın öldüğü yaşa geldim yorgun, öfkeli; içimde belli belirsiz bir hızla sönen mum: Fitil bitti bitecek, yağ sürüyorum boşuna: Belki de yarın olmayacak, diyorum. Bu kehribar ağızlık, tütüne dadandığım yıllardan: Figen bulup seçmişti, gümüşün, minenin arasından; sayısız armağan aldım ondan yaşarken, ama bir tanesi beslerdi tümünü: Sevdim sevildim bu çirkin dünyada. Attar’ın yaşına geldimse, bilinmedik bir giz yok elimde: Öyle çok zaman yitirdim yaşantı kalmamış gerimde: Saat durmuş ilerlemiş farkına varmamışım: Dipsiz! bir hokkaya sığmış, seyrek, yokuş, şiirim. Enis Batur

Sessiz Sinema

Yordu bütün yıl bizi işler ve ilişkiler: Buraya ondan geldik. Korkmuştuk korkularımızdan, coşkularımızdan bıkmıştık, ne yavaşlıyor ne de hızlanıyordu çarklar, kimseye rastlamıyorduk, kendimize bile: Buraya ondan gelmiştik. Bulduk aradığımız yeni oyuncuları, öğrendik ve öğrettik basit ve karmaşık kuralları, neden böyle oldu pek anlayamadık: Kağıtlar ve zarlar, pullar ve kibrit çöpleri atıldı tek tek bir köşeye: Bir gençlik oyunuydu, benimsedik birden. Kamera kontrol, döndü makaralar geceden geceye: Rolden role girdik gördüğümüz, görmediğimiz filmlerle; güldük beceriksiz bir anlatıma, usta bir kavrayışı içtenlikle alkışladık, mimikler ve jestler arasında başka durumlara ve kişilere öykündük: Buraya ondan gelmiştik. Kimbilir kim hatırladı piyanoyu içimizden: Bıkmıştık sinemadaki sessizlikten. Biraz buruk, çokca esrik, kendimizden koparak yattık sonra o gece. Buraya ondan mı gelmiştik: Uyandık erkenden, yeniden seslendirdiğimiz filimde: Yabancıydık şimdi giyindiğimiz kişiye, tıpkı gelmeden...

Karantina

Yoruldum, Enis, durmadan kendim olmaktan, kendimdeki başkalarından da. "Odama kapanıyorum" demiştim, “açık denize çıkarken." Büyük bir mide gibi salladı ve kustu su, kamaramı: Orada yaşamıştım peşpeşe, cinnet ve som sabır arası tahteravalli, onca mahzun coşku, tayf dehşet ve ışık. Simsiyah bir çölden, buzul mavi bir gökten geçip, ipekböceği düşlerim, burada demir attım. "Bekle" dedi bir ses; dik, tartımlı, ama kırgın: "Sendeki salgını ölçeceğiz: Bilmem yeniden dönecek misin, yoksa bulaşıcı mısın bir limandan ötekine." Dönüp arkama baksam, kimbilir kaç yüz kulaç derinde bekliyor terkettiğim batıklar; altın sikke dolu sandık, deniz imparatorlukları arasında imzalanmış sıcak mühürlü akitler, yakut bir yüzükle gümüş bir katedral şamdanı, Doğu'da üflenmiş kırılgan cam ve Batı'da dövülmüş tunç bindiğim gemileri bir bir açık denizin dibinde, kovaladım hayatımı, onu tutar tutmaz kaçtım: Korkak ve gizli, küpesiz bir korsanım ben, geceden geceye kazandı...

Vasiyet

Her yıl vasiyetimi yazardım bir kağıda, insan birdenbire ölebilir ve bıraktığı izler sayısız kararsızlık doğurabilir korkusuyla kalanlar için - soru işaretleriyle tıkabasa dolu kalanları gördüydüm: Rahmetli benden sonra tufan diye mi düşünmüştü, yoksa aklına mı getirmek istememişti öleceğini, anlamadım hiçbir zaman nasıl yaşanabilir ölüm düşüncesinden bunca firari: Birden gidenlerle ağır ağır gidenler doldururken günlerimizi, neydi ki vasiyet bellediğim: Kâğıt üzre kâğıt üzerindeki vaziyetti. Vasiyet gidenle ilgili benim durumumda, kalan için tek kalan tasa verici bazı işlemler. Bıraktığım bırakacağım borçsuz bir hayatla içerikleri yalnızca benim gözümde açık seçik olan yüzlerce dosya: Nereden kim baksa benim gider hanemde kayıtlı bütün bunlar, bir de mütevazı bir gelir olasılığı torunlarım için: Ne öldürür, ne yaşatır. Asıl sorun manevî bedelin altından kolay kalkılsın: Varsa ruhum, olacaksa gövdem zerrelerine ayrıldığında bile, kıvranmasın isterim sessiz soluks...

Fa Bemol

Sanmıştım ki: Gidersem dönebilirim. Bilirsiniz, hem de nasıl basmakalıptır zaman tüneli imgesi. Girdim oysa ben, çıkamadım: Uzun, hızlı, girdaplı bir tek yöndü - vardığımda ne kendimdim artık, ne başkası: Ne canlı, ne cansız, eskimiş nota kâğıtları üzerinde bir avuç kanlı ses, mürekkep lekesi, iç çekiş; ne olmuşum, ne olmamış. Enis Batur

FUGUE XVII

"Ne Zaman Bitiyor Peki Kitap?" "Nerede ne zaman başlıyorsunuz bir kitaba sözgelimi?" diye soruyor kadın. "Bilemiyorum" diyor şair: "Başlangıcı sonra farkediyor galiba insan: İlerlemiş bir hastalık gibidir şiir: Hemen hep gecikir teşhis". Birkaç aydır kitabı kuruyor. Hayatlar geri duruyor artık: İmgeleminde yüzen yüzler, kesitler, sanrılar bırakıyorlar yerlerini harflerin ve boşlukların yarattığı pürüzlere. "Vazgeçtiğim kelimeler": Gülümsüyorlar, uzun bir sessizlikte aynı anda karar kılmadan önce. "Ortaya çıkan tartılır, uzun uzun didiklenir de sonunda size kalır elinizden kayarak gidiveren şiirin delici tortusu". Fransız Hastanesi'nin dar yan sokağında kaç gün dolaştığını kimse bilmeyecek artık: Dışarıdan, pencerelerin arkasından dikkatli retinasına çekilen enstantanelerin içeriği boğmuştu kabaran içinde kabaran sözü: Hayat, Ölüm, Bellek, Unutuluş arası ötekilerde birikenler çatlatmıştı günden güne art...

Kan Lekesi

"Bütün bunlar çok iyi, çok zarif şeyler de" demişti: "Artık tek bir mümini kalmamış bir dinin peygamberi olmak neye yarar?" Doğruydu bir bakıma, her zaman taktığı soğuk mesafe maskesinin ağzından tane tane çıkan bu sözler, başka doğrular da ekliyordu nefes aldırmadan: "Hem kim tanır bugün Juliette Drouot'yu ya da erguvanın rengini nisanın ilk haftasında, Tanrı aşkına, bir tek kul biliyor m usun çevrende - uyansın sabah ve Monteverdi dinlesin, bir kadınla beyaz örtülü bir m asada yemek yerken yeni gelen kırmızı şarabı şişe boşalana kadar kadehe yavaş yavaş doldursun -gömlekte yayılan kan lekesini düşünme hemen-, soyu tükendi güzelim sessiz karanlığın, kelimeleri ve anlamın yanındaki ham büyüyü ve gecenin sonuna bel bağlamayı iki gün arasında nirengi sayabileceklerin soyu tükendi". Bir an susup yankı mı beklemişti, bağlamıştı sözünü fazla açmadan arayı: "Aramıza karışmak için çok geç şimdi dostum: Neden küçük bir çıkın doldurup...

Muhacir Kuş

I Büyük, yalnız, yaralı bir kuştu Hamdi beyin gördüğü: Odasında otelin iç organlarını dinliyordu her gece: Kimbilir kaç kış çökmüştü yazların arkasına, uyku onu çoktan terketmişti. Hatırlamıyordu şimdi güneşi ve sise doladığı kadınları, istasyonlar bile kendi zamanını kemiren aç bir tünel faresinin dişlerinde öğütülmüştü. Doğduğu evden bir pencere karosu, M ontparnasse'den bir ara sokak, Beylerbeyi'nde bir sakız çamının avcuyla sıcaklığını yokladığı sert kabuğu ve nerede ne zamandı bilemediği sinsi bir yağmur: Dilinin ucunda aksak müziğiyle gezinen eksik bir mısraydı artık hayatı. II Yorgundu göz kapakları ve belleği, o bellek ki rüzgârda inatla aynı sayfalarını karıştırıp bulan bir defter gibi büyük kar sessizliğinden seçiyordu görüntüleri. Varşova'da çekildiği gün sararmış fotoğraftaki çoktan kaybolmuş maiyeti sonsuz bir kışın hazırladığı odun çıtırtılarıyla donatıyordu hâlâ Sefaret'teki koyu sıkıntıyı. Hiçbir yerde durmamıştı yüksek du...

SİGMA, requiem

Sahne kararıyor ve ağır ağır batıyorum mecnûnu olduğum suyun içinde, görüyorum hızla yanımdan geçen yüzleri: Odisseus, Iason, Sinbad, Kaptan Ahab Pirî Reis ve diğerleri, kaç kişiye nasip olur böylesi bir karşılama töreni- ... Son gece bir düş gördüm: Boylu boyunca Uzanmışım Dantes'in küpeştesine, kıyıdan el sallıyor herkes ve yelkeni dolduruyor uzaktaki dağlardan inen rüzgâr, dümen sahipsiz, sular kabarmış, öfkeli köpüklerin ortasında kararlı bir hayalet tekne gibi açılıyor tozun dünyasına o titrek kabuk, anlıyorum ki geridönüş yok artık, tam o sırada sesin geliyor: Dostum, Baudelaire'in sözünü ettiği "Sonsuz yolculuk bu işte"- birden rahatlıyor içim. Son gece, son düş, sonsuz yolculuk, son hava kabarcığı ağzımdan çıktığında varmış olacağız, teknem ve ben, dipteki öteki batıkların yanına. Şu işte Argo, hazır bekliyor adamlarım. Her yıl geçeceğiz boğazların dibinden, derin fırtınalar ve yıldırıcı akıntılar kesecek yolumuzu, Ağustos geldiğind...

Bahara Doğru

Kış bitmiş sayılmaz henüz, yanına çömelmiş bahar hakkında konuşuyorum bodur limon ağacıyla, soğuktan uçları biraz yanmış yapraklarının, gene de canlı ve dilbaz, ne biliyorsa anlatıyor hızla yutarak kelimeleri, soruyorum, daha ince kimse sözetmemiş ona Monet'nin ufarak tablosundan, gidip içerden getiriyorum kartpostalını resmin, bakıyor uzun uzun, susuyor, kimbilir ne düşünüyor. Enis Batur

THE WAY THEY LIVE NOW (Uyarlama Denemesi)

İlk gidenle dağılmaya başlamıştı aslında tarikat, diyor Fatma, da diyor Alyoşa, ilk gidenin neden gitmeye karar vermiş olduğunu anlamak gerekirdi, öyle ya birşeylerin dağılmaya hazır olduğunu düşünmese, sözünü kesiyor Ekrem her zamanki gibi, Yavuz'du ilk giden, unutmamak gerek, zaten kalmaya niyeti olmayan biri, ne o bize ısınabilmişti ne de biz onu benimseyebilmiştik, evet ama diye atılıyor Nilgün, ilk o gitmiş olsa bile, hatırlarsan aynı dönemde Mete'de karar vermişti New York'a gitmeye, demek ki çözülme bir tek Yavuz'la başlamadı,  hem kalanlar da gitmeyi akıllarından geçirmeyenler değildi, çoğumuz adını koyamadığımız bir tarihe erteliyorduk içimizde saklanan yolculuğu, yani diyor şairaneliği elden bırakmadan Emin, tetiğe dokunmuştuk gerçekten, ağır ağır yol alıyordu ağır çekimdeki gibi hedefine doğru namludan fırlayan mermi, gene söze giriyor Ekrem dayanamayıp, çarpıtıyorsunuz yahu şimdi makarayı geri döndürüp, ben meselâ hiç gitmeyi düşünmüyordum ...

Doğu-Batı Divanı'ndan Seçmeler

Ne çok taşındık! Nasıl dolaştırdık bunca umudu, terkedilişi,  kaybetme ve kaybolma duygusunu? (s.15) Gerçekten de bir yanlışı bir başka yanlışla düzeltircesine,  telâşla savrulmuştuk oradan oraya: Kimi getirsek gözümüzün önüne kırık dökük eşyaları çağrıştıracaktı. Yitirilen bunca saf hedef,  geridönüşsüz kararların yıprattığı uykular,  sabah uyanınca yüzümüzde patlayan  yalnızlık damarı ya da yanımızda yatan yabancının bir akıntıda hızla uzaklaşan gövdesi: İçimizde  toplananlar çapraz sağlamada bulduğumuz şaşkın bir eksiği kapatmaya asla yetmeyecekti.  (s.16) "Bilemiyoruz" diyordu son yıllarında, "Tahmin edebilir mi bir kırlangıç gerçekten de fırtınayı? " (s.20) Anlaşılmaz oysa insan: Nasıl birdenbire başlayan yağmur uzaklaşıp gitmişse biz daha şemsiyeyi açmadan.  (s.20) Sorulsa,  bütün sorular ağır gelecekti.  (s.26) izini; düşünebiliyor musun: Aylarca aramış her yerde, her an: Bir gün gelmiş, belli ki sı...

Râbia Hâtun Şiirleri

Pâyın sadâsı gelse de sen hiç gelmesen Men dinlesem kıyamete dek, vuslat istemem! Bulsam izinle semtini, ol semte irmesem Aşsam zamanı hasretin encâmı gelmeden * Aslı yok bir hayâldir cânân Şekl-ü-reng-î muhâldir cânân! Bulamazsın cihânı devr etsen. Bir görünmez cemâldir cânân! * Olsandı sen semâ, olsandı sen havâ, Alsamdı men senî dem dem, nefes nefes! Olsandı sen zaman, olsamdı men mekân, Eflâki dolduran bir aşk olurdu bes! * Bir kâsedir alav dolu gönlüm, yanâ yanâ Men tâ senün yanunda dahî hasretem sanâ! Yaşlar dökende söndüremez âteşimi sû: Sunsan elünle kaanumu içsem kanâ kanâ! * Bir bâde olsa, lezzeti sevdâya benzese; Bil dilber olsa, hasreti sahbâya benzese; Hicrân visâle tarziyye hissiyle yüz sürüp Demler çekince bülbül-i şeydâya benzese! * Bin mevsimi var, âlem-i dil başka bir âlem Bülbül gibi güller de o âlemde dem çeker Batmaz güneş, olmaz gece, geçmez dem-i vuslat Deryâsı da kevser gibidir; gıbta eder cem! * Cânân olaydı cânım, hicr...

Kırkikindiler

"Bu sarı, tok tütünü senin için ayırdım: senin için soydum domatesin kabuğunu, senin için dildim, tuzladım." "Senin için perdaha çektim içimdeki hayvanı; gövdemi yaya, burguya aldım senin için. Bu koku, bu kor, bu gemsiz istek senin açlığın için." "Toprak suya doydu bu yıl, ben sana daha doyamadım," diye sürdürüyor kadın, içinden. "Yüzündeki gururlu umutsuzlukla içimdeki doludizgin kısrağa katıl." Enis Batur

Buz Geceleri

1 Gittim, yenildim, döndüm. Ordum kırıldı, sabah erkendi ova uçsuz bucaksız, gece çöktü ve daraldı görüş alanım: Kan koktu toprak, hava, gürül gürül akan su. Çatlamış atların ağır dansı, iniltileri donmuş yaralılar, yollara yığarak unutulan ölüler, utkuyla bozgunun arası bir karış: Oradan darmadağın, geçtim. Şimdi yeni bir sabah. Pıhtı ve barut geride kalsın. Gökyüzünden umduğum arı bir yağmur Beni eldeğmemiş bir vakte hazırlasın. Bir tay istiyorum bugünden tezi yok, buğday tenli bir tay istiyorum –dün kanamış olsun ilk, bir tohum, filiz, zamansız bahara dönmüş bir dal istiyorum: Kabarmak, açılmak, açmak istiyorum, kokular kokuları silsin. Enis Batur                                                       

Şiire Eşlik Eden Fotoğraf

Bu dizeleri burada ilk kez okuyan bir okur, şiirde sözü geçen fotoğrafları görmediği halde, onları zihninde kurmayı kolaylıkla başarır sanıyorum. Bu açıdan değerlendirdiğimizde, fotoğraflar şiire bir fazlalık yaratacaklardır. Kesin bir ölçüm yapabilir miyiz? Fotoğrafları hiç görmemiş olanların düşünceleri, onları görmüş olanlarınkinden ayrılabilir. Şüphesiz buluşanlar, düşünceleri çakışanlar çıkacaktır aralarından, gelgelelim ayrı düşünenler olacağını kestirmek de güç olmasa gerek. Birinci varsayım: Fotoğrafların şiire eşlik etmesi, şiirden eksiltiyor, eksiltebilir. Şiir, kendi imge düzeni içinde, fotoğraflara gereksinme duyulmayacak biçimde düşünülmüş, yazılmış olmalıydı. İkinci varsayım: Fotoğrafların şiire eşlik etmesi, şiirin etki gücünü arttırabilir. Şair, dilediği ölçüde fotoğrafların içeriğini şiire aktarmak için çalışsın, fotoğrafların gücüyle başedemeyecektir. Düz gerçeğin, şiirin dolaylama yanı ağırbasan gerçekliğine katkısını iğdiş etmemek gerekir. Bana öyle geliyor ki...

Fugue

Fugue IV Ben daha yokum "Sizi kendi şehirlerime götürmeliydim" demişti adam. "Kendi sokaklarıma, çıkmazlarıma, durmadan taşındığım, hiçbirini unutmadığım evlere". Donmuş gibi dinlemişti. Saydığı şehirlerin hepsini su ikiye bölüyordu. Andığı sokaklar hiçbir rehberde kayıtlı olamazdı. Evlere gelince: Onları belki unutmamıştı, ama bir daha uğramadığı nasıl da belliydi. "Ben yokum" demek istemişti birden, "ben daha yokum". "Bu ev, bu sokak, bu şehir bu şehri ikiye bölen su daha yok." Çoktan susmuşlardı oysa. Fugue V Bu çocuğu hemen aldırtmazsam "İşaretleri bunca sevdiğine göre ona yorulmadan işaret vermeliyim". Nasıl yorulmazdı: Kapısına götürüp bağladığı beyaz at, aynı gün içinde postaya attığı binbir mektup, beklenmedik gecede beklenen bir güneş olmak - verdiği her işaret hayatında birikmiş büyük bir imgeyi söküp atıyordu ondan. Kadın doymuştu oysa bu duygulara. Beklediği işaretler değil işaretlerin işaret ett...

Karabasan

Yoruldum, çok yaşlandım artık: Geçen ay 83 yaşıma bastım, gövdem beni daha ne kadar taşır kestiremiyorum; zihnim, yıllardır direniyor olup-bitenlerin yıpratıcı yanına, o da dinlenmek istiyor galiba. 40 yaşlarındayken, uzun yaşamak, yapmak istediklerime, yazmak istediklerime olabildiğince geniş ufuklar, olanaklar kazanmak arzusu egemendi içimde, anımsıyorum. Zoraki göçmen olacağım, kendi ülkeme dönme şansım olmaksızın bir şehirden ötekine göç ederek yaşamak zorunda kalacağım pek aklımdan geçmezdi. Şimdi dönüp bakıyorum da, aymazlığımı, çevremdekilerin aymazlığını kavramakta güçlük çekiyorum: Nasıl olmuştu da olabileceklerin boyutlarını sezememiş, güçlü bir girdabın ortasına doğru topluca sürüklendiğimizi farkedememiştik? Geçen yüzyılın son çeyreği başladığında oysa, barut fıçısı şekillenmeye yüz tutmuştu zaten. Bize nasıl bir geleceğin hazırlandığını görmemek için kör olmak gerekirdi. Türkiye fokur fokur kaynıyordu, durulur sanıyorduk. Doğu'da, Güneydoğu'da komşu ülkelerin yükse...

Yokuş

Attar'ın öldüğü yaşa geldim yorgun, öfkeli; içimde belli belirsiz bir hızla sönen mum: Fitil bitti bitecek, yağ sürüyorum boşuna: Belki de yarın olmayacak, diyorum. Bu kehribar ağızlık, tütüne dadandığım yıllardan: Figen bulup seçmişti, gümüşün, minenin arasından; sayısız armağan aldım ondan yaşarken, ama bir tanesi beslerdi tümünü: Sevdim sevildim bu çirkin dünyada. Attar'ın yaşına geldimse, bilinmedik bir giz yok elimde: Öyle çok zaman yitirdim yaşantı kalmamış gerimde: Saat durmuş ilerlemiş farkına varmamışım; Dipsiz! bir hokkaya sığmış, seyrek, yokuş, şiirim. Enis Batur

Ortak Bir Işık

Bekledik, gelmediler. Açtık pencereleri, kulak kesildik seslere gündüz ve gece, taradık tek tek istasyona inen yorgun yüzleri, ufuktaki lekelere ayarladık dürbünü: Bekledik, kırık, gelmeyeceklerini anladıktan sonra bile. Görkemli geçmedi günler burada: Sıradan, sade, dingin anlar kovaladı sıradan, sade, kekre anları: Yoktu büyük fırtınalar öyle, büyük büyüler kurulup çözülmedi bu yaz: Her zamanki nedensiz hüzünler, çocukların şaşkın falı, biraz tatilde kasaba sosyalojisi, biraz başı boş konuşmayla döndü takvimler. Gözümüz yoldaydı gelmediler. Odalara çekilip şiir okuduk içimizden: Seferis ve Montale, Akdeniz dolu dizeler, hepsi genizden. Durup dururken yürüyüşe çıktık akşamları, durup dururken sustuk yakalamış gibi seyrek bir anlamı, dağ köylerine çıkıp bir gün öyküsünü dinledik süngerci oğulların, unutulmus bir kadınla konuştuk bir başka gün, tansıklar izledi birbirini sonra: Bir atmacaya baktık uzun uzun avının gözünden, sağanak indirdik kavruk mevsimin ortasına, bir yangını söndürür...