Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Arife Kalender etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Güz İstasyonu

bir güz istasyonunda mantomun içine saklanarak kasımpatılara ve raylara düşen yağmur damlalarına bakıyorum bozkır biriktiriyor günlüklerim birazdan toynaklarından tozu tüylerinden teri silkeliyerek son kez düdük çalarak ve son kez çarkı çarka vurarak, soluk soluğa trenler dizginleri gerilmiş atlar gibi peronda duracaklar üşümek günündeyim meğer ben hep trenler çizmişim ömrüme ya da hiçbir istasyonda inmeyen yolcuymuşum şehirler geçmişim içinde insanı yok insan geçmişim şehrinden haberi yok boşuna ad koymuşum boşuna tarihmişim bozkır biriktiriyor günlüklerim bu ayrılığı kim taşıdı buraya kadar çok gitmişliğimden, az gelmişliğimden midir gülşen bağlar, yeşil bostan ummuştum daha raylar gözlerimi sürüklerken peşinden kim oturuyor bende, neyi beklemekteyim üşümek günündeyim adını başkasından öğrenen birisiyim sözümü hatırlasam, orası yurdum olacak bir aşkım vardı onu tende sattılar şahinler çoktan göçtü bağdatların yolundan bir tebessüm yolla onu örtüneceğim bozkır biriktiriyor günlüklerim...

Köz Taşırız Cehenneme

sözün de yolu bitti dilim kendime kekeme içime dökülür yüreğim yine içime bir günah çıkıyor kitaplardan ne yana bassa ayaklarım kirli bir kızın saçları götürür erkeği cehenneme gideriz közümüzle beraber hem zaten kimseyi öldürmedik neyin hırsızıydık, kime cellat nasıl olsa bizi kimse ağartmaz sevgilim yatak sayısı belli seni beni almazlar ol cennete ağırlaşıyor gündüz kalkamıyorum hayatı kaldır biraz altında kalıyorum derken bizim Deren ilk yaşına yeni girdi tutup elimden su veriyor yeşilime zaman soğuk sen ateşi söndürme Arife Kalender

Sen İstanbula Aldırma

Caddenin bostanına Malatyadan geldim kara trenlerin uzun düdükleri kulağımda Haydarpaşa kapılarını maviye açmış rüzgar martıya yakışmış balıklar suya kayık kayıyor,çanları tutun delirmesin hangi renkti sustuğum Göztepenin kıyısında yüzümde Istanbula aykırı bir şey yavrusunu emzirmeyen analar gibi itiyor elinin tersiyle gerisin geri saçlarımın kokusu bu kente esmer ve kadınlığım dik duruyor yollarına bir oyuk açıldı yarıldı nar o gün müydü kendime bir isyan aldım taş yerine şiir aldım bindim tramvaya moda şarkılar söyledim üvey baktım denize orayla bura arasında parçalandım Madam bu İstanbul sizin mi padişah yaşıyormuş saraylar eskise de yenisini yaparlar yüzümüzde göçmen duruş inkar uyum ve kapıda tekrar dilimden kimliğimi aldılar arzuhal yazdım kabul bekledim zaman dolmuş katipler yoklar aynı balıkçıydı kuşkum yok saçı sakalı köpüklü beyaz yaz dedi, bütün insanların sokağında ölüm ve aşk aynı renkle dolaşır sen İstanbula aldırma!.. Arife Kalender

İstiridye ve İnci

ölmekten yeni geldim kimse görmedi doğduğumu aldatıcıydı akıntısı suların kayaların dibindeki midye kocaman duruyordu bir kum tanesinin soluğu yeter mi denizlere ömrüm kendisine yaldızlı bir kabuk arıyordu saklandım bir istiridyenin pembe gizemlerine sürüklenip geri geldim sedeflerle örttüm kumu yakalandım ağlara, zaman ele verdi beni hüznümün beyazı satılıyordu söz dilde gizli, inci konuşmaz acemi sarraf kör bıçakla sedefi tenimden kaldırıyordu küçük diyor, değersiz kılıyor bedenimi kahırlı sabır, yangın sınırında kav bekliyordu kum tanesinin inciye dönüşmesi son perde yaşam her nesneye ayrı zamanda giysiler biçiyordu ölmekten yeni geldim kimse görmedi doğduğumu Arife Kalender

İmroz'da Alageyik Çığlığı

bu boşluk sizin mi bayan Lena Dereköy'de taş evin avlusunda dalıp gitmiştiniz, daldığınız kıyılarda bulduk sizi kulaç kulaç ıraklaşırken ada sahillerinden gözleriniz bu yüzden mi ovaların ötesinde boşluğa tanıdık geldi, adını sordum bir ağaca yanındaki söğüte, yolda madama sordum ağaç sallandı ışıltılarla, söylemediler yol unutmuş yürüyeni, şimdi evler konuşuyor evler, adını unutmuş ağaçlar gibi rüzgârda duvarı çökmüş kilerin, kahve fincanları gibi orda madam Lena söyleyiniz göçüren neydi, neydi götüren uzaklara ezan ve çan sesleri arasında şaşkın düşleriniz anılar mı gidip gelen, siz miydiniz çamaşırhanede her gece bir ıslık sesini bekleyen su çanakta alazlanırken, dolunay zamanlarında gemsiz, yularsız şahlanmış bir at durmadan durmadan dinsiz, dizginsiz şaha kalkmış tin duvar ustasıyla iki yanardağ gibiydiniz parçalana bölüne, ateşle su içindeydiniz adını sordum ağaca dal titredi, oynadı yaprak kırık kiremitlerin üstünde öttü bir horoz rüzgâr yüzümüzden ...

İnsana Giden Yollar

Her insan bir şehirse sevgili ben senin her semtinde uzun süre oturdum yolların yordu beni saraylarında uyudum yıkandım hayrat ve sebil çeşmelerinde denizini seyredip en yüksek tepelerden okşayarak dalgasını lodoslarının kumsallarımda susturdum yüzümün üstünde bulutun duruyordu yıldırım saklıyordu içinde birikmişti damla damla yağmurun sevdim yazlarının fesleğen kokusunu Harem'inden ıraklaştıkça vapur aşkta eksilmeye başlıyordu yolculuk sen şimdi beylerin beyi Üsküdar mısın iskelende öptüm seni, gemi yanaşıyordu su çırpınır dalgalanırdı yosunlar bana açılan kapalı çarşılarından tutsak kızın kulesine usulca kayıyordu üzüm şerbetinde uyuyan yılan bir kapın bin oluyor, sonra kapanıyordu bezirganbaşıydım İpekyolu'ndan geçtim çok kibrit harcadım ateşle oynayarak kırıldı kilit kilitte, ıslandı çakmak gece sabaha inerken balığa çıkardım dudaklarımda öpüşlerinin tuzlu suyu her insan bir şehirse ezberledim seni sevgili sonra unuttum Arife Kalender

Aşk

Bu meyhane seninle mi kalabalık ansızın sen mi getirdin denizi eski koylardan Dizin dizime değiyor, rakılar boz bulanık yüzümüzde sevda portrelerinin karakalem çalışması tabaklarımızdaki balık iskeletine bakıyoruz kemancı Itri’den, biz mahilerinden mahmur giderken yorgun, tipi yemiş ve uykusuz sana göstermeden kıvılcım çaldım gözlerinden ateşin sesi bu, tutuşmasından anlıyorum bardaklara alazların parıltısı çarpıyor bu meyhanede kuş sesleri yoktu eskiden sen mi açtın tüm kafeslerin kapısını kanadın kanadımda susuyoruz Bu meyhane seninle mi kalabalık ansızın seninle mi sesini yükseltiyor su Sonra bir kelebek oldun, Ceneviz’li matador pelerinlerinle sardın incecik kadınları tüm öpüşlerini göl kıyısında yosunlara gömdüler o şiirin taslaklarını getirdim, bak işte yalnızlığın yoksa niye ürpereyim sakalının kokusuyla elin elime dokunurken tel telde ısınıyor bunca renkle baş edemem, çürür kırmızı poyrazlarım kente iner sen yokken kurtlar ısırır yalnızlığımı şarkı hırsı...

Aşk Kocaman Bir Kent

sana taşıdım kendimi aşk boyunca senden taşındım yoksul yoksul ve ince gelirken yeniydi yollar evler çatılar sen yeniydin yeniydi çiçek ağaçlar taşındım sana içim sıra ırmaklar sende oturdum aşk kocaman bir kentti o sıralar o sıralar gök mavi su berrak ekmek doyurucu senden taşındım kuru toprak, soğuk hava ve batak gözlerim eskitmiş seni çok bakmalar yol mu kısa, ömür mü az daha var, var aşk, insan yaşadıkça yaşar Arife Kalender

Yağmur Ormanları

Bugün çok fazlayım kendime birazımı al âmâ aşklar gezdirdi konaklar udiler uykudaydı, neyzenler sustu rakkaseydim danslarımla seviştim şal, tefe vuran parmak ve şarap herkesin kışı kendisine kar eriyişlerden geçitler yapıyorum bir ucunda benim şarkım saklanır bir ucunda senin sazın çıldırarak tel kırar bugün çok fazlayım kendime birazımı al komşum tatlı getirmiş eski fasıllarını dar sokakların boğazdan geçiyor gemi, yükünü almış buharlı camlarını elleriyle silerek yağma artığı şehre bakıyor yolcular bir toprağa ad söyle coğrafyasını bilsin yağmur ormanlarında her ağaç konuşamaz köklerimizin yanıp yapraklarımızın üşüdüğü yağmuru, ince uzun dallarından düşürmeyi salkımsöğüte bıraktılar bugün çok fazlayım kendime birazımı al Arife Kalender