Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Perihan Baykal etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Kıtlama

              “an ki fıskiyesi sonsuzluğun                 keşke yalnız bunun için sevseydim seni”* bitti iyi günün azığı geceye düşen şiire sarılır cam önü seyranlığım çay demledim içiyorum şeker niyetine gezdirerek dilimde uzun uzun bir şiiri kokusu alıcı kuş kokusu uçurum bir mektup aldım yardan cemalli, süreyalı ağlayan taş olsun bundan kelli -mihenk taşı, kan taşı, su taşı- usandım çünkü usandım dağından firkatin ah, kaç kere yanılır aynı yangında kaç kere yırtılır perdesi sır evinin çoktan kayşadı yol, durma en çok sevdiğin kendini söyle bana nerde o ince sözlü bahçeler birlikte büyüttüğümüz o sazlı göller yanıyor gözlerim, gözlerim yanıyor mevsimin dalında kişne kirazı eşiklere oturmuş bir dolu insan bir öbek zakkum, bir masa: huş örttük işte bir vedanın üstünü eyer vurur gibi bir küheylana çoğu sana düştü bana azı dündü belki dünden de yakın son suyumu içtim fağfur bir kurn...

Upuzun Bir Kılıç Girmese Aramıza

sana aşktan söz edebilirim saatlerce öpebilirim seni saatlerce upuzun bir kılıç girmese aramıza apansız bir güzel balığı öldüren zıpkın kanamasa geceye konmasa simsiyah kanatları ölümcül yara/sa üç ağulu zakkum bordasında akşamın dokunur köklerime dilsiz kökleri düşer çimlenir içimde kekre bir tat üç kere bahtı kara, üç kere har’tasız gözleri taştan Niobe -akıtır mürekkebini denize kan!- sana aşktan söz edebilirim saatlerce dokurum ipince kumaşlar, ak tenteneler fağfur tabaklarda mahmur gülüşler yeri göğe, göğü yere saklayan kalbin en pileli yerinde ağlamasa bir çocuk bir ağaç simsiyah ölmese biteviye geçerdi yüzünden kuş sürüleri cânım iyi korsanlar, sonsuz adalar suyun ebrusuna ebruli kanca ipek yolum, en baharat gecem -düşürdü söz kuşu şahperini, yolda kaldı dengim yağar siyah bir yağmur yağar biteviye- sana aşktan söz edebilirim saatlerce öpebilirim seni saatlerce upuzun bir kış girmese upuzun aramıza Perihan Baykal

Bir Ada Cıngılı

-kovuğunda, gökyüzünün- I. ne zaman kuşlansa içim, için için darlansa ne zaman gökyüzü çekiliyor gibi olsa başımın üzerinden ya da bir şal düşer gibi hani aşerer gibi ansızın çilleri çillim çillim bir çileğe kapı önündeki şiire giderim, iyi gelir gün ağarır, şavkır aynamda sır sarışın bir gül olur hayat açılır da açılır kat kat koncası atı şahlanır “hayy!” olur menzili hakikat içinde rüyya rüyya içinde hakikat tekerlerinde şimşekler çakan bir fayton bir fayton, yazdan ve hazdan hızla döner köşeyi II. şiir! o en dipteki mercan, azur mavisi ve en güzel yüzü göğün, en süvarisi kandığım diken, kanadığım gül susa susa unuttuğum dil, ey! söve söyleye avuttuğum deli volkan camı, miho kuşu, yusufçuk ilk ağzın emdiği ilk süt, yeryüzündeki dile gel ve dile, kuşların diliyle: günden, geceden boşlukta yankılanan ilk heceden! ey sonsuzgülü zamanın ölünce bir şiire versinler ismimi Perihan Baykal

Bugün Aşk Benim

I. ahh! yalıncak bir şiir gibi, imgesiz siz, yalnızlık nedir -ama gerçekten- bilir misiniz? kaç kolon tutar ki saraylarınızı sağ ve zâlim sürveyanlarınızı kiraz ayı, orak ayı, aylandız bırak kim kazanacaksa kazansın sürümden kaldı mı bir tonu grinin… bilmediğimiz! … mataramda bir içimlik zülâl alnımda zül! bir kalbim, bir de ben -bir de çiçeği burnunda şu mavi- yeteriz! II. beni leylaklar getirmiş kuş konağı, kış ortası, bahar! bilirim kimseye göstermeden ağlamayı … sen sür atını, merhem niyetine ben çoktan ondum koynunda sürmene bıçağı sürdür sen oyununu, ey fettan felek ben çoktan bozdum gözyaşı dediğin ne ki -aynıyla vâki aynasıyla kör- başımın gözümün sadakası olsun! III. “omnes vulnerant, ultima necat” kapat defterini gözünde seyiren seyirin düşür tetiği menzili çoktan aştı aşk üşüyen bir kuştur şimdi avuçlarında elîm el verdi sâki: bugün aşk benim! Perihan Baykal

Sungu

1. en zor günlerimdi en kor günlerimdi! yağıp esip serinlettin içimi, delcileyin kazıp kazıyıp derinlettin! inandım kazaya ve kedere gölgesine huma kuşunun devcileyin işledin beni iliklerime kadar gümüşledin, gülledin açtım, bîlaç mavi somonunla besledin dili ısrar, ili esrâr sözün ağzımdan aldı közümü (alsın!) eğildim suça değdi saçlarım susmanın ilminden geçtim aşkın kadim toprağından bir hasreti kuşandım da geldim sana bir kuşluk vakti sür’gününüm al, avuçlarımdaki bütün çizgiler senin! 2. bırak döksün kavını yalan! a’yan! be’yan! at tozunu gülün, kostak yürü u’yansın cihan! işte hayâlim işte hânem ziyâsı gökten yere, siyâbend! gel buyur, otur başköşeye banayım ateşimi terine, kanayım derine, hep daha derine sureti boşver, aslın olsun perdemde gel fethet beni bitsin bu fetret! 3. bir yarayı büyütüyoruz şimdi seninle (anarak edip’i) campo dei fiori meydanında yanan kalbim! karıncalar, kuşlar ve cânım gökyüzü ah larçin, larçin...

Safirnâme

bunu nasıl yazmalı nasıl edip yazmalı bunu? dil yanarken ateşinde yalım yalım düştü yakamızdan güzalıcı karanfil mayestro! dünyadan erkler korosu sen de mi demekten yoruldu sezar uzadıkça uzadı akşamlar sabaha ellerinde dörtnal izi aynattı hodan çiçeği: hiç kahraman yok! hiç kahraman yok! ne yeni ne eskisi çitiledikçe bozaran puslu göğün altında yitirdik kabilelerimizi -totemi o içten gül!- bir nefesti tek bir nefes donmadan göl sondan bir önceki vakterişti, doldu mühlet hey cânım, heyecânım! dile geldi dilsiz taş: ben varım! dedi telli turna ben varım! dedi “kayayı delen incir” ben varım! dedi suyu öpen gölgesi söğüdün çek şafağı kınından ışığa kes yeryüzünü bak ufukta şaha kalkan atlar var görülmemiş rüyalar! bütün küsülü küller adına ve hatırasına o narçiçeği sevincin yak hadi ateş böceklerini içinin durma yak! tut ki sevdiklerin ölmemiş ve kaymamış daha en parlak yıldızları göğün gittikçe ağırlaşırken hayat gittikçe sağırlaşırken dünya ...

Uzun Yol Meseli

“Söktüm atımı söğüdün gölgesinden Şimdi yol benim yeniden” Birhan Keskin 1. en yalman yüzünde durdum vâdimin vâdesi solmuş vaatlerin… leyyl! akları mor ötesi ah, ne çok recm acısı yürekte sakalı cefayla uzamış ne çok forsa! kanlı ekmek doğruyor suyumuza tanrılar saatler hep aynı yerden vuruldukça derin! ala geyik, âlâ geyik! hangi sılanın gurbetidir göğsünde, tığ teber sen yara de, ben dört mevsimlik dalgınlık diyorum ona 2. aç göğünü ben geldim! kimim var ki senden başka? ey çatlayan kın, kabaran kabuk! işte giydim o âteşten gömleği bir çiçek sapı gibi eğip boynumu buldanından süzülen zağlı buhura aşka nâzır olsun da kalbim varsın görmesin denizi! mem û zin’den beri mem û zin’dan beri! yaramın içi nar içi 3. bir yelkendi açtığın geceye, kaçtığım sabahın epergeni durmadan oğullar büyüttüğüm uzun bir konvoy, silsilesi dağ eşkıya kesti yolumu dediler –ağızları köpük- git kendine yeni bir çöl bul üzerinde hiç toz izi olmayan ah! ne çok...

Angela

giremedim evine dünyanın ben hep eşikte kaldım kapadım perdelerimi kaçtım içime pervazlarımı, -silme cezayir- gayrı çakar da almaz bu fitil oğun dur o mantar ağulu, şu bulut nemli eksik olan ne, gecenin ceplerinde eksik olan ne, ellerinde açtım perdelerimi, kaçtım dışıma upuzuuun bir merdiven, yoksa serpenesi mi serpilen ömrün bilemedim, serenini bendini ben müneccim değilim melek desen hiç değil çok kahve döktüm üstünüze, tuzlu tıynetimde aşk çıktı, keşkesiz kanımda barbar kanı, hû kış konmaz, yüzük tutmaz ah, kuğusu boynumun iki dirhem bir çekirdek öde… öde… öde… bitmedi borcu yara bıçağı unutmaz angela yara, bıçağı unutmaz -unutsa da yarayı bıçak!- tüter durur tütün gibi dün gibi işte bu yüzden, bu yüzden işte yarın olacakları anımsarım birden boğar burmanız, bukağınız sıkar kalbiniz ve kalibreniz dar gelir aklıma okşamanız eğnime ar! bak ağarıyor gün, pusarıyor çöl küle gömülmüş bir elma kadar sıcak -gül sen angela, gül güllere sür manşe...

Sır Meseli

âh o derin susuzluk, kanımdaki dalgaların durmadan, durmadan, durmadan yazıp sildiği ~*~ 1. biz bu sokağı fesleğenli bilirdik, ezelden şurada bir çeşme vardı hani suyu güvercin sebili, gölgesi söğüt! semâvi bir şey midir iyilik neresinde konuşlanır sonsuzluğun -o son susuzluğun!- kötülük neresinde? saldım atımın dizginlerini, uzaktan tanrı görünüyordu ve kan rengindeydi ufuk çizgisi bir cebimde gizlice okşadığım tetiği taze çekilmiş bir gökyüzü ötekinde topaz benekli bir yavru pars! korkmayın tehlikesizdir, ısırmaz ve beyazdır düşleri, bir zencinin dişleri denli yaralarım: gizli celbim: mahfi kenz! 2. bozaltıyor kendini bir ip yeryüzüne doğru “bıktım ey! bıktım ey! bıktım ey!” ne çok yalansınız ah, ne az sâhi! kaplumbağanın bağasında üç kelebek üç kınkanaat melek! biri evvel, biri âhir, uçtu biri hangi kehanetiydi yuhanna’nın ve hangi güldü, erken açardı sustu! bunca yıl inandığımız sanrı :yok dünyanın kalbine tuttuğumuz aynada buğunun zerr...

Füg Çiçekleri

uzadı gölgesi kurganların, kavi ve sildi korungalar pembe terini alaca değirmisine akşamın şimdi su verme zamanı yaralara ve sardunyalara 1 acı sen miydin yalınayak geçen yanımdan ağzında firuze bir ıslık ve bir türküyle, inceden: 'değmen benim gamlı yaslı gönlüme'… ben miydim o küçük mercan balığı, o kef-i derya uçsuz bucaksız yelkenlere düş açan incisi incinmiş kabuk! ne kaldı bize şimdi söyle ne has bahçenin hangi zül'ü, hangi şehri zakkum hayatı beklemeye değil istemeye hangi tozlu rengi gökkuşağının iğdenin rüzgâra eğilen dalından? füg çiçekleri açtık mahur hem şen avcumuzda ılık tarih külleri. terli at sağrıları ve meczup kahramanlar ah, sevmekten utandığımız yetim dünya, nâçar dünya, güzel dünya -sormaya sormaya unuttuğumuz- 2 katranlaşır ağı ağacının gözleri sunağında ölü çocuklar bizdik bu sokaktan geçen durur ayak seslerimiz hâlâ pencere demirlerinde bilinmez nerde söndü ışık! işte bu yüzden üşür geceleri deniz fenerl...

Çünkü Biz En Çok Aşkı Sustuk

-daha bağları yazacaktım uzayıp giden masalını ninemin bin bir geceden- çünkü biz en çok aşkı sevdik, sedefli inci taneleri aradı ince ellerimiz boncuk terli ayasında mavinin yedeğimizde hep bir kırba sevinç tabanlarımızda can kırıkları özümüz her yandığında inceden elenen h'ûn aşk ile aşılanan ol yaralı nesteren -dağları yazacaktım daha kavi ıhlara vadisinde yatan gemileri- çünkü biz en çok aşktan öldük inan! kıyımız derin kuyumuz yusuf çevrenimiz derya deniz! ağyara suçtuk yârene bağış uyuduk uyandık sil belendik umuda şahbaz idik şah olduk şahmaran! yeniden yineden mor mineden doğduk kor lüleli saçlarını güneşin -kantarması gül dalı alatavlı taze tay daha suları yazacaktım deliboran karlı çay- şıramız üzüm dilimiz şiirden ayaklarımız gök balımız balamız sütten kesilmeden! karış dilini dilime barış! .. çünkü biz en çok… …aşkı sustuk! Perihan Baykal

YÂRE

bütün ruhumla sana taşındım sevgilim pâre pâre yaralarımla diri ve kırmızı kalbimdi bıraktığım avuçlarına! sığamadım… sığamadım... sığamadım… ah o şahlanan maya, o burcu hisar nağmesi aya değen çağanak: yer ile yeksan! yan! ılgım… katlan yine eğnine sarılarını sar geri, sırlan! dinler gibi kendini ney susar gibi kendine neyzen kalsın bende yalnızlığın suretâ bir sağanak unutma! acıdır suyu pişmanlığın gün gelir hatırlarsın kıyından geçmişti bir vakit yelkenleri güneş fırtınası bir dev kadırga! hercâi alacası değil çün açar kızıl kan rengi bir zor gülün bağrında ve hak edene takar tâcını aşk! Perihan BAYKAL

Ben hayatta en çok seni sevdim

ben hayatta en çok seni sevdim sen çıkıp yeldin, geldin ya yeğin gündüzler gece oldu, geceler gündüz güneş tabakta turunç, ay gölde tavus kazaz inceliğiyle yontardık aşkı, biz aşkı tek tek, tane tane, an be an fırat kıyısında ...içilen mırradan acı ve deliydi balımız -ki en çok sevdiğini kanatır insan- ben hayatta en çok seni öptüm dudağım dudağına tenin tenime değende en güzel kırmızısı dünyanın ben en çok sana güvendim hayatta tuttum elini eğildim uçurumuna yüzünün kar yağarken düşlerimize incecik sen gibi örtmedi bir daha kimse üstümü ben hayatta en çok sana küstüm giderdim senden sana varırdım sığındığım dulda yine senin kuytun iflah olmaz martısıydım göğünün ben tufeyli, ben evcil, ben vahşi ne olduysam hep senden yana, sana doğru yirmi bin gözüyle baktım kelebeğin sana bakar gibi suya gül, uçsuz ve sonsuz bir yavru kuş ağzıydı yüreğim ağzında işte öyle, işte öyle, işte öyle sevdim hayatta ben en çok seni sustum yaşım göstermedim yağı yabana g...

Rüyam Gördü Seni

Çöl… gün uçtu göz çelerip kapanana dek “maviye gel!” diye bağırıyordu adamın biri elinde bir parça puslu gök suflör unutmuş çoktan, bir eski replik “aşkım onurumdur, düşürmem!” dur! bekle… biraz daha ölme’sen yeni bir hüküm biçelim bu şarabî kumaştan, sek! vardır herkesin bir leylâsı -âmennâ- ama çöle… …kays gerek! Vaha… sürüleyim istedim, içindeki gurbete gül uğrusu sabanınla ağzımda günâşık tohumları, tırrım tırrım trampetler otların zamanı örttüğü o yerde: şeb-i yeldâ’dan da uzundu gece, upuzun şaraba durduğum, kıyâma durduğum, aşka durduğum usulca batardı aramızda bir ada göğsünün eterinde kırkikindiler halil ibrahim sofraları ikrâr ile, ikrâr ile sürdüm kendimi ağzına ağzın ki kutlu yenilgim, şenlik ateşim -ah, o kalabalık tenhâ!- kim ister çarpışmayı bir yıldızla? ben, istedim! Ilgım… ne zaman saysam göğü bir kuş eksik kaç kuş saydıysam biri fazla göğünden huysuzum ah, kırılma kusurum yokluğun kaç ülke eder kırlangıç uçuşu? yordum yoruldum...