Eski günlerdi, evlat Yürek ile gülünürdü ve gülünürdü gözlerle; oysa yalnız dişleriyle gülüyorlar artık, aranırken gölgemin peşinden buza kesmiş gözleri. Öyle zamanlar da vardı elbet yürek ile el sıkışılırdı; geçti gitti tümü, evlat. yüreksiz el sıkışılıyor aranırken diğer el benim boş ceplerimi. “Burası evin,” “yine gel,” diyorlar, ve tekrar geldiğimde ve hissettiğimde evimdeymiş gibi bir defa, iki defa, üçüncü olmuyor hiç- kapanmış buluyorum tüm kapıları üzerime. İşte böyle böyle çok şey öğrendim, evlat. Yüzler giyinmeyi öğrendim Elbiseymiş gibi –evyüzü, iş yüzü, sokak yüzü, hancı yüzü, asil mi- asilyüzü, herbirinin uyumlu gülüşleri donuk bir portreninmiş gibi. Ve gülmeyi de öğrendim sadece dişlerimle ve el sıkışmayı yüreksiz. “Güle güle” demeyi de öğrendim, “İyi sıyırdın” demek isterken, “Memnun oldum tanıştığımıza” demeyi, pek de memnun değilken; ve “sohbet güzeldi” demeyi, sıkıntıdan patlarken. Ama inan bana, evlat. Aynı kalmak isterim dün neysem hani senin gibiyken. İsterdim unut...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"