Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Selim Temo etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Mes'ut Bir Tesadüf'e İkinci Mektup

Ayrılığı bir sözcük gibi andığın her an, geleceği bilme yeteneğimi elimden alıyorsun. Dönebileceğim bir kapı yoksa, gitmeyi öğrenmeliyim. Rüzgârın ne güzel bir şey olduğunu anlatacaktım daha. Ortak harflerimizi daha iyi vurgulayarak bak bu “waran” (yağmur) bu da “roc” (güneş) diyecektim. Dağlarımızdan taşıyıp getirdiğin kekik kokusunu arayacaktım saçlarında. Kendimden bu kadar bahsetmeyecektim. Kütüphanelere kırık bir eğriyle daldığım her saat, birtakım sakallı adamların ömrüne ekleniyor. İktisadiyat ilminin acayip sayıları ve mesela Spencer’a ne gerek varsa! Ama bende beni yok sayan kılıksız hocaların müstehzi sözleri kırıyor beni. Belki sen olmasan bu kadar alıngan olmazdım. Belki her şeyi ve bu dili bu kadar hırsla öğrenmezdim, ki Türkçe bir Kürt için düşünme ve yaratma dili değil, polis, asker ve mahkemeye ifade verme dilidir. Seninle geçen her akşamın saçları var, neden inkâr edeyim ki şimdi? Daha güçlü, daha mesafeli mi olmalıyım? Yüzüme bir yolculuk anısı yakıştırıp başının üstü...

Gön: Ahmed Arif

Bazı mektuplara hak ettikleri uzunlukta cevap verilmemesi bahsinde akla Bettina von Arnim gelir ve elbette Goethe. Ya ruha değen mektup bahsi? Şamîl Esgerov’un Cegerxwîn’e yazdığı mektup derim. 1967 olmalı. Bir gün ben de Esgerov’a bir mektup yazdım. Bir adres buldum. Şöyleydi: Nergiz Neşriyat, BAKÜ. Postaneye gidecekken ölüm haberini okudum. 21 Mayıs 2005’ti. Bir gün önce göçüp gitmişti. Artık bunu diyecek yaşlara geldiğime göre “bir zamanlar” her mektup meraklı bir ele değerdi, diyebilirim. Sevdiğim kadınlarla aynı masada karşılıklı oturup birbirimize mektup yazdığımızı hatırlıyorum bir de. Erzincan, Gülnar, Polatlı ve Batman arasında zarfsız mazruflar uçuşurdu. Zarfa OZAN yazan okuru Ahmed Arif’i şahsen tanımıyordu. Ahmed Arif’in de şahsen tanımadığı birine yazdığı bir mektubu vardır. Yazdığı kişiyi, yani gönderileni yazacağım ama bu yazıyı yazarken şairin bütün şiirlerini taradım da tek bir “mektup” sözcüğüyle karşılaşmadım. Tuhaftı. Ahmed Arif’in söz konusu mektubu yazdığı...

Jübile

kanıyor içimde güneşe bakan güller biliyorum sözcüklerin eğimini beni bu odaya gömen şeyin de adı var her gün bakar gölgesiz bir eşikten bir istavroz çıkarıp zamana karşı biliyorum saflığın karmaşayı beklediğini sunulmuş armağanlar gibi kıyıda unutulan bir hıncı bileyen anılarla kabarır yelkeni yoruldum her şeye bir anlam bulmaktan günü sularla anmaktan gülü kuşkuyla terk edip mavi sözleri saten bir tene kusuru aramaktan kusuru sevmekten derim ki teşnedir ruhum gelmeyen cevaplara adım geçmez bir kadının rüyalarında geçer zaman göğün çeperinden ayılır orada bir suskunun depremi kimsiniz bu boşluğu dolduran kim gövdem mi soyunuyor anlamından yoktur ruhun çeperinde bir mazi yaşadım işte acı çektim yaşlandım bu muydu herkesin benden beklediği yok sesimle yankılanan bir yüz mutsuz bir hayat tuhaf ilkeler filan hatta bir ara bir dantel cumhuriyeti hep gitmek terbiyesi iş ki marifet kalmadı kimseye diyeceğim yalan gitmeliyim kalmaktan iyidir çünki kanıksıyoru...

Birakujî nedir?

Bin dokuz yüz doksan dört. Haziran. Şairim, ağabeyim Abdulla Peşêw, göğsünden hiç çıkarmadığı kalbiyle uzun bir geceye başlar. Yazacağı şiire bir ad bulmasına gerek yoktur. Şiirin adı, Güney jargonunda “partî” ve “yekîtî” olarak anılan iki Kürt partisinin adını çoktan koydukları bir vahşet olarak her sokakta, her dağda uğulduyordur: “Birakujî” (kardeş katli) . Şairin sözünü şiir yapacağı uzun bir gecedir bu. Her bir dizeyi sadece bir kere yazar. Pimpirikli şairler gibi dönüp tek bir dizeye bakmaz. “Ev ne helbest e, helwest e” (Şiir değil, bir tavır bu) der. Kürtler, “kurt soylu çobanlar” gibi “açlıktan kırılan çocukları siper ederek” birbirlerinin kanını iştahla döküyorlardır Hewlêr’de de. Bütün Hewlêr şairin o gece o şiiri yazdığını biliyordur. Sabah herkes erkenden uyanır, şiiri dinleyen ilk kişilerden olmayı umar. Şair uyumamıştır. Evin basık kapısından çıkar. Sokağında biriken yüzlere bakmaz, onları görmez, onlara selam vermez. Elindeki şiir ilk kez rüzgâra değerken yüzündeki...

Oğlumun Gölgesi

yelken gibi şişti rüzgâr yüzüm oyuk oyuk kırgınım ölüden kalan giysiler içinde erselik bir meme mi bu dikelen gece şu saatte hâlâ hapşıranlar olmalı kendini düşe sayan unutan büyük kibire atanan cüce bir memur tımarlı rakılarla korkunç bir sataşma mübaşir çağırmadı demek ben de masumum kuluncu alınmış bir zaman daraltılmış pantolonlar içinde semiz şehrin virgülleri yok hazır düşler satılan çarşılar kapalı burada artık Hiçkimse’nin külüyüm anlamsız zayıf kederli göğsüne yarayla başladı oğlum nasıl üzgünüm kollarım açık belki ben de çarmıhım ağzımda unf çarh gibi tuhaf sözcükler sanki bir Göl tercümesi şitâb hattâ hab gibi sesler çıkar ulurum soluk derler ona hadi oğlum bir tarihi var onun biri elma soyacak durup bana bakıyor yanlış diyorlar ordan yanlış kuş kanatla yazılır dışarda ağır aksak bir dışar asılmış bir pencere çok sakallı bir ay süt gibi gerçek şeylerden konuşmalı âh ölüyle geçirdiğim haftanın saçları mı uzar yollarda bayraklı infial uzun uzun kırılan ...

Onlara de ki, bir halk ancak yazarlarına para verince millet olur

Bir martın bir gününde  Üçümüz, bir yarımadanın ortasındaki bir bahçede, bir Martın bir gününde oturmuş, ağzımızda akide şekeri varmış gibi konuşuyorduk. Üç kişi, bir parkın hemen yukarısındaki bir otelin bahçesinde oturmuşuz. Mutlu bir dev, mütebessim bir sürgün, şanslı bir ben. Silme kuş dolu bir göğün altında. Rüzgâr unutulmuş bir mırıltı gibi esiyor, yosun kokusu geliyor en uzak denizlerden. Mutlu devin cep telefonu çalıyor. "Telefonumu üç kişi bilir, biri Mehmed, biri Selim, biri..." diyerek açıyor, sevgili eşine sevinçle sesleniyor. Mart ayı, 2006 yılı. Ben biraz gribim. Mehmed abi sağlıklı. Dev mutlu. Bir türlü kulağına yerleştiremediği telefona söylediği gülden hafif sözler buğu diye havaya karışıyor. Cep telefonuyla arası pek de iyi değil. Bir keresinde oğlumla bisiklet sürerken aradı, uzun uzun konuştuk, bir gözüm bisikleti yampiri süren oğlumda. Heyecanla, yazması 20-30 yılı bulacak geniş roman konularından söz etti. Sesi kesildi birden. Biraz sonra ses...

Ah Tamara

mızgin ve frok için ah! Tamara (bitmemiş bir şiirin ipuçları) yaşam ve ölüm iki hasım şimdi iki şüpheli şahıs her an birisindir her an ikisi ý Samanyolu uzanmış sere serpe hasat bitmiş erzak, kuruyarı istif geriye bir şairin hüznü kalmış biçilmedik boy vermiş, Başak uçları göbekte! incecik bileklerime batıyor ah, Tamara! büyüdükçe mi yitiriyoruz saflığımızı? Samanyolu çırılçıplak, gece yıldızlı dut yaprakları hışırdıyor, orda mısın? ý ý meyva dalları ağır, yorgun er sabah doğuracaklar yarın şimdi geceye karışıyorlar simsiyah yapraklarıyla kapımın yüzyıllık mavisi bir sağımlık çiyi çiçeklerimin -en çok şafakta tazedirler hep tükenmez bir umudun habersiz sebepleridir ağzımda dağılan Toran üzümü sapsarı tınazlarla sağılmayı bekleyen harman saçları tutuşan dağlar havaya akan kuru buhar! hep bu umudun dirilişidir Tamara! bundan tenim bu kadar esmer ve savrulup gidişim adı geri verilen diyarlara.. ııı tandırdan ahker eksilmez olmuş yapışmış hamur...

Üçüncü Temrin: Ardiye

kimse beni oynamasın kaybettim mesire mahalli aç öpüşler tok öpüşler içinde ayıldı gururlu bir bardak gibi ay çözüldü giz kim sadık bir ağzı öpmüş ki ulan Şakir kötü finnaler buluyorsun her aşka peripetie mi dedin ben orada değilim yırttım epey beklemiş dürüst eğilim ve hürmetli yalınlık eliyle kisvemi ağlasam mı birileri gibi vakara skorer gözüyle kaç cima hesabına kârlı kaybetmek işimdir toplama bilmem vefaysa iftiradır berabere bitmemiş bir aşkın uzatma dakikalarında Selim Temo

Mes'ut Bir Tesadüf'e Altıncı Ve Son Mektup

-ve nihayet ikimiz kaçtığımız aşkların toplamıyız- sokakta yaralı bir it koşturuyor iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadın ellerimi. benimle çıkmıyorsun bu yolculuğa. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim. bu resimden çıkıp gidiyorum. seni isteyen yanım ölümsüz yanımdır. bulutsuz da yağan nedir? şimdi öğreniyorum ki, gözyaşi! bu resimden çıkıp gidiyorum. seni isteyen yanım aşk yanımdır. babam romantik bir fişek savaşçısıydı. çapraz fişeklik duyardım yüzümde ona sarıldığım zaman. sonrası jandarmalardı. ağıt kadınlardı. mezarlardı. o gün bugündür sayrıyım. çünkü insan öldüğü yaşta kalır. babam elin eskilerini giyerdi. ben bu yüzden ezik olurum bayram sabahlarında. yani bir sömürgede doğan kırılgan olur. çünkü insan öldüğü yaşta.. sokaktan askeri konvoylar geçiyor iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadım ellerini. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim. yaşadığım yitirdiklerim oluyor hep. oysa tuttuğum elleri bı...

İhanetin Uğultusu

“Söz, tene dönüşmüştür”(İncil) öylesine bir Mayıs. bu ikinci, sen yoksun. ruhum çinko bir tepside. yalnız; arayan değil dönen biridir her yer bulaştı üstüme. kirliyim, bir zenci kadar telaşlı, bağırın, diye sustum, söz ve ses yabancıdır, ten yanılmaz. ansızın bir teleferik, termometre ya da aysar… deliyim, bir gece bekçisi kadar dalgın. kefen diye örtünmeden üstüme işte herkes çekip gitti. geç oldu, ama anladım insandan korkmam gerektiğini. söyler- im,zaman ve veznadar cüreti: “esrik bir kadını öpüyorum. bakmayın adımı bilmiyor. nasılsa unutur güneşin kuzeyden battığını. kasıklarımda cinlenen hin’e sarılıyor. bildiğim tek özgür ülke, nüfus:1,rakım:1.72!” içime döndüm yine. seni severek kullandım çarşı iznimi Selim Temo

Süleyman

umutsuzsun muhtemelen yağmur yağacak anladım nisan! başka yere gidemediğin için burdasın başkası olmadığın için kendi bir kadının terli koynunda feodal erkek yalnızlığın ancak mezara gömersin korku senfonisi ıslığınla bütün komşular esmerliğine düşman aşkın yol yordam bilmezi yüreğine dayanırlar Süleyman bütün şiirleri üstlenirsin fiili meçhul birisin başkasına yeten yetmemiş sana kışın kesin zatürree örenci kahvelerinde potansiyel çay bardağı! kaçman yazıklanışın üstelemeyisin susmasa bir zaman gözlerinde kallavi bir sitem dokunur kendine uçurumlanır barışıklığın bir zaman yorulursun hayat yorucu hayat bıktırıcı tekrarlarda hayat biraz kavgalıyken barışık olduğumuz Pazarcık ovasında bir turaç ötüyor sevdiğini kim öpüyor ha Süleyman hadi sokaklara vur şimdi belki kendine rastlarsın herkes biraz başkası Selim Temo