Ayrılığı bir sözcük gibi andığın her an, geleceği bilme yeteneğimi elimden alıyorsun. Dönebileceğim bir kapı yoksa, gitmeyi öğrenmeliyim. Rüzgârın ne güzel bir şey olduğunu anlatacaktım daha. Ortak harflerimizi daha iyi vurgulayarak bak bu “waran” (yağmur) bu da “roc” (güneş) diyecektim. Dağlarımızdan taşıyıp getirdiğin kekik kokusunu arayacaktım saçlarında. Kendimden bu kadar bahsetmeyecektim. Kütüphanelere kırık bir eğriyle daldığım her saat, birtakım sakallı adamların ömrüne ekleniyor. İktisadiyat ilminin acayip sayıları ve mesela Spencer’a ne gerek varsa! Ama bende beni yok sayan kılıksız hocaların müstehzi sözleri kırıyor beni. Belki sen olmasan bu kadar alıngan olmazdım. Belki her şeyi ve bu dili bu kadar hırsla öğrenmezdim, ki Türkçe bir Kürt için düşünme ve yaratma dili değil, polis, asker ve mahkemeye ifade verme dilidir. Seninle geçen her akşamın saçları var, neden inkâr edeyim ki şimdi? Daha güçlü, daha mesafeli mi olmalıyım? Yüzüme bir yolculuk anısı yakıştırıp başının üstü...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"