Ana içeriğe atla

Kayıtlar

şükrü erbaş etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Otların Uğultusu Altında

1. Hangi hayal hangi hatıranın yerini tutar Bir gövdeden ötekine gölgelenen zamanlar Ey çaresizlikten yapılmış yaşama bilgisi Taşların taşlarla konuştuğu bu yalnızlıkta İnsan üzüntüden başka nedir ki... 11. Hepimiz kendimizi gömdük geliyoruz. Yakamızda birer gözyaşı fotoğrafı Avuçlarımızda ölümden soğuk bir dua Toprağın merhametine inanarak korkuyla Birbirimizin omuzları üstünden Mezarlığın dışındaki hayata bakarak İçimizde dünyadan yapılmış bir keder Bizi yaşamakla cezalandırmış bir tanrı Gömdük kendimize geliyoruz. 23. Birinci konuşmacı, "şiir okunmuyor" dedi. İkincisi, "şiir ayağa düştü" dedi. ‘Şiirin okunması için bir şeyler yapmalı’ dedi, üçüncü. Dördüncü ‘şiirin hiçbir zaman çok okuru olmamıştır’ dedi. ‘Yeni bir şiir yazılmıyor nicedir’ diye bitirdi sonuncuları. Konuşmaların altında kaybolmuş altı dinleyici, kargacık burgacık bir yazı gibi çıktı. Birisi ‘şair olmak ne zormuş’ dedi. Diğeri ‘asıl okur olmak ne zormuş’ dedi. En sessiz...

Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?

Köylüleri niçin öldürmeliyiz? Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır Değişen bir dünyaya karşı Kerpiç duvarlar gibi katı Çakır dikenleri gibi susuz Kayıtsızca direnerek yaşarlar. Aptal, kaba ve kurnazdırlar. İnanarak ve kolayca yalan söylerler. Paraları olsa da Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır. Her şeyi hafife alır ve herkese söverler. Yağmuru, rüzgarı ve güneşi Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden Düşünemezler... Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek Topraklarını büyütmeye çalışırlar. Köylüleri niçin öldürmeliyiz? Çünkü onlar karılarını döverler Seslerinin tonu yumuşak değildir Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler. Gazete okumaz ve haksızlığa Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar. Adım başı pınar olsa da köylerinde Temiz giyinmez ve her zaman Bir karış sakalla gezerler. Çocuklarını iyi yetiştiremezler Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur. Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar. Köylüleri niçin ö...

Çırpınma

Sen evden çıktın ya, eşik önünden aktı, pencere ardından koştu. Kalabalık içinde yabancı kalma diye aynadaki gülüşün, kâküllerindeki rüya, sandıktaki kokun, üstüne gökyüzü oldu. O uzak, soğuk, kocaman şehir birden ev içine döndü. Ben titreyerek baktım ardından. Kötü bir yalnızlık seni incitmesin diye avuçlarındaki hayat çizgisinden sessizce öptüm. Hatırlar mısın, sokağın başında bir kadın, ölüme bakar gibi bakıyordu çocuğuna. Sen korktun, ben korktum. Kar mıydı, akşam mıydı, büyümüş müydük, zamanın sahibi kimdi, gelecek nerelerden gelecekti, bilmiyorduk. Sen sakindin, ben kötü bir telaştım. Sen güzeldin, ben katıydım. Sen kalbine tutunmuştun, ben öfkemi seviyordum. Dünya bir kibir fotoğrafıydı. Kocaman bir yapının önünde durdun. Bütün pencereler sana baktı. Sen bütün güzelliğinle onların geldikleri yerleri gördün. Ben o gün orada öğrendim, çocukluğu olmayanın büyüklüğü de olmazmış. Akrep de yelkovan da iki kaşının arasında durdu. Şimdi dünya herkesten yapılmış bir gönül yorgunluğu....

Sonsuzun Uçları

1. Neden kimse sana benzemiyor Hatice? 2. Gözyaşımın sahibi Ne zaman alnımı camlara dayasam Kanatlarını batıra batıra Sana uçuyor bütün kuşlar. 3. Ölümü senden mi öğrenecektim Soluğu canımdan çekilen kadınım. 5. Çocuklar geldiler mi hiç? Geldiler Hatice İçimize baktık uzun uzun Sana geldik Tek tek odaları kokladılar Bizimle ağladın sen de Sonra yine ikimiz kaldık. 6. İster ölüm olsun ister ayrılık İnsan unutur mu var olduğu bedeni. Dünya sözüm, can evim Bir gün ağzından uzak gülerse ağzım Tanrı gökyüzüyle boğsun beni. 12. Ömür Hanım Çıkarıp çerçevesinden o hayal zamanları Silmezsem eğer hayatın harfleriyle Her gün biraz daha tozlanacak evimiz. 14. "Evden uzaklaş biraz Antalya'dan çık Mezarlığa gitme her gün Fotoğraflar dünyayı örter Acı soğusun Sen Tanrı değilsin Ölülerden değil Dirilerden geçer zaman Git, bir başka insana dokun..." Ben de öyle yapıyorum Harflerden binlerce Hatice yaratıp Tek tek dokunuyorum hepsine ...

Uğultu

Yıllarca yalnızlık şiirleri yazdım. Kalabalıklardan yapılmış bir ceza Kalabalıklarda boğulmuş bir arzu Tanrının sureti, ormanların uğultusu Seslerden soğuk bir sessizlik Çıngıraklı zamanlar Boyasız evler, çatısız duvarlar Bir şey söylemeden gidenler Bir şey söyleyip de unutanlar Sokak köpeklerinin ıslık çalan gecesi Ağaçların sabah rüyası yollar boyunca Yoksulluğun çarşılarda döktüğü yaprak Ayrılık dedim, kavuşma dedim "İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi" dedim. Şimdi içimde kirpiklerinin uğultusu Ağız dil vermez bir dünya cezası Başkalarının kaderlerinden soğuma Bir öksüz ruh, bir gönül acısı Toprağın bedeninde bulutların kefeni... Ölümünü bırakıp odalarımıza Uzun yanlışımızı düzelttin sonunda: Tanrı yalnızlığı senden yaratmış. Şükrü Erbaş

Bellek, Şiir, Fotoğraf

Bellek… İnsanın bilme, unutma ve anımsama yetisi. İnsanın, farkında olarak yaşama ayrıcalığı. Beş duyumuzla algıladığımız her şeyi kaydettiğimiz bir özel alan. Yaşadığımız her şeyi; zamanı, olayları, doğayı, toplumsal olguları, geçmişe ve geleceğe taşıdığımız, üç boyutlu hale getirdiğimiz, aralarında ilişkiler kurduğumuz, karşılaştırmalar ve değerlendirmeler yaptığımız, böylece kendimizi ve dünyayı anladığımız, çoğalttığımız bir bilgi ve bilinç hali… Yaşamayı biyolojik ihtiyaçlar ve zorunluluklar alanından çıkarıp, etik, estetik, ideolojik, dinsel ve felsefi bir değerler silsilesine doğru taşıyan yetisi insanın. Bize hayal kurma, haz alma, acı duyma, sevinçten korkuya kadar pek çok heyecanı yaşama imkânı veren; bizi bedensel varlığımızın ötesine geçiren; estetik yaşantılar tasarlama ayrıcalığı veren, kısaca varlığımızı insan kılan bir büyülü özelliğimiz… Erken söylenmiş bir sonuç cümlesi sayılmazsa, ödülü ve cezası insanın . İnsanın doğumdan itibaren yaşadığı her şey; ses, dokunuş, ...

Oğlumu Çok Özlüyorum

“Oğlumu -dedi- Gördüm geliyorum.” Oturdu derin bir nefes aldı Sigarasından. “Oğlumu -dedi- Çok özlüyorum.” Acısı anlamsız bir ayıbın Baskı duvarlarına Sığacak gibi değildi. Eğildi uzun uzun Eğildi gözlerime -Soğuk sularda susuz Bir çift dudak gibi- Kirpikleri gözlerime değdi. “Oğlumu -dedi- görseydin Sana çok benzerdi.” Oturduğu yeri incitmiş gibi Doğruldu usulcacık “Üç yıl oldu -dedi- Pencerenin önünde Kitap mı okuyordu, türkü mü Yoksa bir kitabı türkü gibi mi… Camlarda canhıraş bir ölüm ıslığı… O kuğu boynundan kanlı kurşunu Çıkarmaya gerek kalmadı Ölü parmaklarındansa, yumulu Öyle zor çıkardık ki Kitabını…” Dalgın ve yitik yürüdü Döndü son kez “Oğlumu -dedi- Çok özlüyorum…” Şükrü Erbaş 1981 -Küçük Acılar-

Gölgelik

Ağaçlar şarkısını döktü Boncuk Hanım Bahçelerin duası ölüm üzerine nicedir Deniz çekildi çekildi, buğday başağı bir çocuk Harman yerlerinde köpüklenip duruyor On parmağın gösterdiği güneşler Çatılarda bir yoksulluk ürpertisi Islık çalan kirpiklerde yıldız tozları Puhu kuşlarından bir yatakta uzaklar Yorgunlukla sürmelenmiş bir rüya şimdi Bir kandil soluğu gökyüzünde rüzgâr. Önce Ömür diyorum, sonra Hayal Sonra sonsuz karlar içinde bir nar Bir adam her gün biraz daha ölüyor Gövdesi ağardıkça canı heves yarası Ağzı geçikmiş zamanlardan bir kuyu Rodos gülünü örtünmemiş üstüne Limon çiçeklerine mahcup Varsa yoksa gülhatmilerden bir yoksul harf Kimi sevse gözlerinin bebeğinde o çığlık: “Dinle imdi sen o zarı arı inler bal içinde.”* Dünya aklında tutmaz kimseyi sürmelim Benim, sevgilim diye diye çırpındığın Senin, huzur diye unuttuğun Ne varsa gövdemizde tüten -Bir karabatak sulara dalıp dalıp çıkıyor- Bir yasemin kokusu kadar sürmez hükmü Tanrının can bulduğu bu ...

Halk Albümü: Ceyhun Atuf Kansu

Saatini güneşe, işe, çocuklara, ışığa kurmus, şiirimizin "sevgi öğretmeni"nden gecikmeli bir armağan... Halk Albümü: Ceyhun Atuf Kansu Şiirimizin ozan atası Ceyhun Atuf Kansu'nun yüreği 17 Mart 1978'de sustu ama, insanı, doğası ve tarihiyle Türkiye coğrafyasının yüreği bütün coşkusu, bütün hüznü ve iyimserliği ile şiirlerinde atmaya devam ediyor. C.A. Kansu'nun 1952'den 1978'e kadar çeşitli dergilerde yayınlanmış, ancak kitaplarına girmemiş şiirleri "Halk Albümü" adı altında, "Bütün Eserleri"nin 3. cildi olarak Bilgi Yayınevi tarafından yayınlandı. Tepeden tırnağa insan sevgisi, tepeden tırnağa yurt ve doğa sevgisi ile dolu bu güzel yürek, yaşadığı, tanık olduğu tüm acılara, yoksulluk ve yoksunluklara karşın umudunu ve iyimserliğini yitirmez. Tersine, bütün gücüyle bir iyiliği, bir güzelliği dokur durıır şiirlerinde sözcük sözcük. Vecihi Timuroğlu, C.A. Kansu için "doğayı insanlaştırmış bir büyük şair" diyor. Gerçekten ...

Açıklama

Annemin sesi öksüz bir çocuğa benziyordu Babam ölmüştü. Çocuklarım      gözlerimin önünde bir uzaklıktı. Çoktan sönmüştü kalabalığın kandilleri. Günahlarımdan oluşan bir geceydi karım      günü bitiren ve başlatan. Göğsümdeki kederle yumuşatmaya çalışıyordum      ağzımdaki taşı. Akıl almaz bir hızla azalıyordu her şey. Ne şiir, ne kitaplar. Aptalca türkü söylüyordum. Sesinden başka suçum, yüzünden başka      iyiliğim kalmamıştı. Sana neden sığındığımı anlıyor musun?... Şükrü Erbaş

Bu İğdiş Gökler Altında

Bu rüzgâr dağların kokusunu getirmiyor Bu bulutlar tutsak daracık bir gökyüzüne… Akşam güven vermiyor, sabahın sevinci yok Ne güleç bir yüz ne hareli bir merhaba Herkes sırtıyla konuşuyor birbiriyle… Toprak yok bahçe yok sular bir derin hasret Kuşlar bile kekeleyerek uçuyor havada… Acıdan başka her şeyi bırakıp geldik Alnımızda külü kalbimizde koru yanan evlerin Her parmağımızda bir çocuk can verdi. Bizim olan ne varsa terk edip bir talana Bizim olmayan bu iğdiş gökler altında İnsan nasıl başlar yeni bir hayata Bir diş gibi sökülüp atılmışsa yerinden… Şükrü Erbaş

6666. Paylaşım

Derin Kesik 1. Sitem de cana böyle mi batarmış Giyindim oturdum sesini çın çın. 2. Yazmasaydım Borçlu ölürdüm aşka. 3. Öyle çok güldünüz ki Geceyi bozdunuz. Sizin hüznünüzü de Korumak bana düştü. 4. Gözlerine tek nokta siyah düşmesin diye Işıttım geceyi sabaha dek gövdemle. 5. Bir tek ben bilirim değerini Ağzından ağzıma akan sözlerin. Kim neyi susarsa canımda gölleniyor. Bu aşkı ben senden sonra da söylerim. 6. O kadar doğru konuşuyordu ki Hülyası kalmadı hiçbir şeyin Kalktım yapacak bir yanlış aradım. 7. Hepsinin de gözü dışarda Bu kadar özenme evlere Yoksa neden bunca pencere... 8. Yaşlı adam, yaşlı çocuk, yaşlı kız Savaşın sağladığı eşitlik! 9. Sorularının yanıtını bilseydim Şiir yazmazdım. Git sende herkes kadar Payını al güneşten. 10. Bir halkın vicdanıyım ben Koroya karşı en güzel şarkı. 11. Bir sarkaçsın, dedi Yapıp yıkan Yapıp yıkan. Beni anladı ve gitti. 12. Yakın olan her şeyi sıkıcı yapan Ey uzak zamanlar Her yerd...

Güneş Filizi

Akasya ağaçları söyledi önce Delice kuşlarından yapraklarıyla Irmak boylarında birer tanrı ıslığı Yılkılık istasyonlar, kamışların duası Sabah ezanları söyledi, çalgıcı kahveleri Gözleri bütün dillerde merhametin gökyüzü Köpekler söyledi sokakların ıssız çanıyla İncinmenin ebruli ipini geçirerek canından Kirpikleri avuçlarında birer kandil ölüsü Çay bardaklarında soğumuş ihtiyarlar söyledi Eşikleri hayıf terazisi evler Deniz turnaları, balıkçı rüyaları Arastanın rüzgârsız dükkânları söyledi Çerçevesi can çekişen zaman eskileri Değirmenler, okul kapıları, paslı pulluklar Emekleri yüzlerinde soğumuş hayal Uyku diye ikinci yoksulluğu uyuyan Ustalarından yapılmış çıraklar söyledi Dünyanın bütün aşklarını toplamış Güneş filizi parmaklarına İki çocuk söyledi günahlardan taşarak: Yaşamayı kimse bağışlamaz bize Biz onu ölümün ana rahminden Aşka dönmüş bir beden arzusuyla Harf harf yaratarak çeker alırız. Ömür Hanım, ışık hecem, ‘mihrap sırrım’ Gökyüzünün mavi kanını d...

Kim İzin Verecek Rüzgara

Sen Mem u Zin'i Ben Ferhat ile Şirin'i Sen Cigerhun'u, Otuzüç Kurşunu Ben Nazım'ı, Cihat'ı, Turgut'u Sen gözleri deprem kızını kara çadırın Ben Sürmeli Bey ağıdını Sen Dicle'yi durgun ve nazlı Ben Kızılırmak'ı, mağrur ve geniş Sen Siverekli öfkeyi Fransız önünde Ben dağların onuru Kamalı Efeyi Sen Cudi'yi uçurum ve doruk Ben Konya ovasını beyaz ve tenha Sen düşmanını ağırlayan konukluğu Ben son lokmasını konuğa sunan saygıyı Sen karın türküsünü dağlardan dağlara Ben köpük köpük büyüsünü denizlerin Sen değirmen taşı bir zamanı boynunda Ben göğsümde kadranı paramparça bir saati Sen ancak benimle onaracağın acıyı Ben yalnız seninle sileceğim utancı Sınırların ardına çekebilir miyiz Sınırların ardına neden çekelim ki Sınırların ardında yalnızlık bitecek mi Sınırların ardında yoksulluk daha mı az Sınırların ardında ateş yakmaz su boğmaz mı Sınırların ardında ölüm vakitli mi gelir Sınırların ardında ay hilal ufuk hayal d...

Yaseminlerin Sabahı

Gökyüzü bulut bulut uyanıyordu Tanrının büyük yalnızlığından Ağaçlar birer ses salkımıydı kuşların ağzında Ayın puslu cümlesinde evler okunaksız harflerdi Yasemin kokularından bir ışık sokaklarda Gittim denizin lacivert bahçesine oturdum Ölümün mü hecesiydim yaşamın mı bilmiyorum Arzuyla vazgeçiş canımda halkalanıyordu Ses değil sessizlik değil zaman değil mekân değil Ağzımda bir çocuktan kalma süt kokuları Kirpik ırmakları dil pınarlari parmak yağmurları Kayaların masalını dinliyordum kumlardan Dağlar gecenin merhametinde çıkıyordu sabaha Ey yalnızlığın yaprak döken mahşeri Ayrılığın büyük harfiydi her şey Sen bir deniz kıyısında gonca zamandın Ben eski şarkılardan eskiydim kımsesizdim İçimde dünyanın bütün akşamları Tuttum ağzının sabahına sözler söyledim Ey güzelliğin ölümden büyük yaşama gücü Yalnız ölenler unutur birbirini Seni sevmeye yeni başladım.. Şükrü Erbaş Bağbozumu Şarkıları

Işık Heceleri

Damla damla akıyorsun gözlerimden.  * Şimdi yanında olsam, ağzım dinlesem, saçlarını giyin~ sem, güzelliğinin göllendiği yatağı sevsem, sevsem... Öyle bir hayal ecesisin ki, her yer sensin. Usul usul dökülen mimozalar, azalan limon çiçekleri, ayaklanan hanımeliler, deniz yaprakları, gülen güneşler, rayiha bahçeleri, bulutlu rüzgârlar... Tanrı da senin gibi var oluyor dünyada.  * Günaydın sabah sevinci, uykulu gamze, kuyuların rüyası... Günaydın zamanın tanrısı, ağzımda harflenen sonsuzluk, yürüdüğüm gökyüzü... Günaydın bulut türküsü, el çırpan ağaçlar...  * Yastığa başını koyduğunda başucundaki boşluğa bak. Ayrılık diyordun ya...  * Bir denizden bir denize kocaman bir ışık vuruyor. Işık gül oluyor. Gülün ortasında kırmızı bir ocak, ocağın ortasında dağılmış bir nar, narın her tanesinde dünya var. Yalnız seni sevmiyorum ben. * Usul bir sabah. Tanrı bu saatlerde var etmiş olmalı kendini. Açıklanamaz bir iyimserlik her şeyde. Nar ağaçları...

Zaman... Geçerek... ten

Bir maviden bir siyaha geçerek zaman Geçerek bir çocuk teninden yaşlı uçuk bir deriye Dokunup durgun yüreğine büyük suların Binbir rüzgârla bir dinmez akışa geçerek Geçerek kirpikleri ve düşleri arasından Yüzünü güneşe tutmuş uzun adamların Yağmurlardan yazlardan parklardan geçerek Uçarı giysiler içinde telaşlı titrek Kâküllerden gamzelerden alın çizgilerinden Geçerek bir ince ağrıyla gönül çarpıntılarından. Akşamlardan bir bozgun, gecelerden külhani Sabahlardan bir tüy gibi uykulu düşlerle hafif Geçerek günlerin iğdiş ilişkilerinden… Bir zorbanın onursuz gücünden tiksintiyle Bulantıyla bir kaypağın yayvan gülüşlerinden Lekesiz ve zedesiz, geçerek Sürekli yer değiştiren bir korkunun gölgesinden… Karaköy iskelesinde sisler içinde Gözleri ayrılığın menzilinde iki damla yol Sesine İstanbul karışmış bir kızın Geçerek gecikmiş sevgisinden kederle… -Yoksulluk bir paniktir oğlum evler için Bir kar suyudur sızar temeline sevgilerin Gün siyah bir tül, gelecek düş bil...

5555. Paylaşım

Ölümün Yaşı Yaşlı bir adamı gömmüştük Uzundu, zordu, bulanık ve tenha Öldükten sonra da babamdı... Görünmez zamanı gördük bir gün Yıldızları gecesinden çaresiz Bir kasaba yalnızlığıydı erken Biz büyüdükçe, vadesiz muratsız yaşı. Şükrü Erbaş

Aşk

Aşk, sanırım insanın en kolay olduğunu sandığı en çetrefil yaşantılarından birisi. Gündelik hayatın en kolay yaraladığı bir duygu. Her zaman biricik olduğundan, hiçbir deneyimin 'ustalık' kazandıramadığı bir güzel acemilik. Başlarken de biterken de acı verir. İnsana insan olduğunu duyumsatan en büyük imkândır. Zaaflarımızı büyüten bir erdemdir. Güçsüz düşürür bu yüzden. Kendisine özgürlük isterken, sevdiğinin üstüne kapanan bir paradokstur. Her şeyin ayak üstü yaşandığı bir dünyada, bu karmaşık duygu da ne yazık ki payını almış ve ikinci cümleden sonra yüke dönüşmüştür. İnsanı hoyrat kılan bir sonuçtur bu. Hemen her ilişkimize yansıyan bir sığlığa, bir saygısızlığa götürür bizi... Aragon diyor ya, 'Aşk, bize güç veren tek özgürlük yitimidir.' İlk gençliğin telaşı geçti. Elli altı yaşımdayım. Aşksız hiçbir iyiliğin, inceliğin ve verimin olamayacağını, belki biraz pahalı, öğrendim. Ne şiir, ne bilim, ne kavga... Nefret bile aşktan doğar. Büyük heyecanların ve yaratıların ...

Şükrü Erbaş ve Bir Şiirin Oluş Yapılış Yazılış Süreci

Beni şiire genellikle bir küçük ayrıntı, herkesin geçip gittiği silik bir görüntü götürür.Kalabalık içine sıkışmış bir sessizlik, doğayı çın çın inleten bir yalnızlık, bir gözyaşı kurusu, tedirgin parmaklar, kekeleyen bir ses, bir hançer gibi eğri alın çizgileri, düğüm düğüm kirpikler, düştüğü yeri oyan bakışlar, vazgeçişin menevişlediği bir yüz, kimsenin duymadığı bir iç çekiş.… Her biri onlarca öykü anlatan bu ince ayrıntılardan giderim,gitmeye çalışırım insanın evrensel gerçeğine; toplumun 'hali pür melaline' . Kısacık bir şiirle örneklemeye çalışayım bir şiirin gelişimini. Halka halka büyüyüp duran bir dalgınlık, bir resim çizmeye başlıyor içime, gözlerime: ' Karın kapattığı yollarda / Yalnızca serçelerin ayak izleri / Bir tek pencere görünmüyor ufukta.'  Üç dizelik, Japon haikularını andıran bir doğa resmi. çağrışım alanını, kar, serçeler ve pencerenin sağladığı, doğanın yalnızlığından insanin yalnızlığına ilmekler attığını düşündüğüm bir resim. Bu dizelerle gezi...