Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Çeviri Şiirler etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

NE YAPTIN?

“Sen” virane kalbime ne yaptın? Bak, divane aşkıma ne yaptın? İpeğin içinde rahatlığa alışmıştım         Sen “kelebek” kanadıma ne yaptın? Gözünün kadehinden içmeden sarhoş oldum Baygınım, meyhanemi ne yaptın? Meğer yaslanmaya layık değilmişim Sen omuzumdaki hasreti ne yaptın?    Beni yordun ve sen yorgun gittin. Sefere çıkan, sen evime ne yaptın?   Dünyam, senin ağlama yağmuruna bulandı… Sarayımın çatısına ne yaptın? Afshin Yadollahi Çeviren: Eyyüp Azlal

KIZIMA, 'ERKEKLER EVE GELDİĞİNDE KENDİNİ ATEŞE VER' DİYECEĞİM

EV -I- Bütün kadınların içinde kapalı odalar vardır, diyor annem: arzudan mutfak, kederden yatak odası, ilgisizlikten banyo. Bazen anahtarlarıyla gelir erkekler, ve bazen gelir erkekler çekiçleriyle. -II- Nin soo joog laga waayo, soo jiifso aa laga helaa, (*) Dur dedim O’na, Hayır dedim O’na, fakat dinlemedi o adam. -III- Belki bir planı vardır kadının; belki kendisinin yapmak için geri alır adamı, buz dolu bir küvette birkaç saat sonra uyanması için adamın kuru bir ağızla, aşağı doğru bakarken kendisinin yeni ve şık yöntemine. -IV- Bedenimi gösteriyorum parmağımla ve diyorum ki: Ah, bu eski şey mi? Yeni giyindim bunu üstüme. -V- Bunu yiyecek misin? diye soruyorum anneme, parmağımla gösteriyorum yemek masasında uzanan ve ağzında kırmızı bir elma doldurulmuş olan babamı. -VI- Vücudum ne kadar büyük olursa, o denli daha fazla kapalı oda var onda, ve o denli daha çok erkek gelir anahtarlarıyla. Anahtarı o kadar da içeri sokmamıştı Anwar; hâlâ düşünüyorum içimde acaba ne açabilirdi diye. B...

YUVAYA DÖNÜŞ

Bahçede bir elma ağacı vardı – Bu kırk yıl evvel olmalı- ardında Alabildiğine çayırlar. Çiğdemler Islak çimlerde sürüklenen. O pencerede duruyordum: Nisan sonuydu. Bahar Çiçekleri komşunun bahçesinde. Kaç kez çiçek açtı o ağaç, Tama o gün ama, doğum günümde, Daha önce ya da daha sonra değil? Değişkenin, evrilenin Sabitle ikamesi Amansız yeryüzünün İmgeyle ikamesi. Ne biliyorum Bu yere dair Ağaç rolünü onyıllardır Bir bonsai oynuyor, sesler Yükseliyor tenis kortlarından — Tarlalar. Uzun çimenlerin kokusu, taze Biçilmiş. Lirik bir şairden bekleneceği gibi. Dünyaya bir kez çocukken bakarız. Gerisi hatıradır. Louise Glück Çeviren: Nuray Önoğlu

ARTIK VEDA VAKTİNİN GELDİĞİ İÇİNE DOĞMUŞTU

HİCRET’İN DOKUZUNCU SENESİ L’an neuf de l’hégire   / Mahomet          Artık veda vaktinin geldiği içine doğmuştu. Metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyordu. Yolda gördüğü kimselerle selamlaşıyordu. Her gün sanki biraz daha yaşlanıyordu. Oysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalında. Durup su içen develeri izliyordu arada sırada. Böylece deve güttüğü zamanları hatırlıyordu… Sanki cenneti görmüş, ilahî aşkı bulmuştu; Sanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştu. Alnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdi, Kaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindi, Boynu gümüş bir testinin boğazıydı sanki. Tufanın sırlarını bilen Nuh’un havası vardı. Ona danışmaya gelenlere adil davranırdı, Kimi itiraf eder, kimi gülüp inkâr ederdi; Sessizce dinler, en son konuşurdu kendisi. Ağzından dua ve zikir hiç eksik olmazdı. Çok az yer, karnının üzerine taş koyardı.     Boş durmaz, koyunlarını sağıp oyalanırdı. Oturur yere, elbiselerini kendisi yapardı. Artı...

ŞİDDETLİ RÜZGÂRLAR GÖRÜYORUM SON YOLCULUĞUMDA

272 La vita fugge et non s'arresta un'ora Yaşam kaçıyor ve durmuyor bir saat ve Ölüm geliyor arkadan dev adımlarla;  ve şimdiki ve geçmiş şeyler  savaşıyor benimle, gelecek şeyler de, anılar ve umut bir bu yanını eziyor  yüreğimin bir o yanını; öyle ki, aslında,  kendime merhamet duymasam,  artık kurtulurdum bu düşüncelerden. Karşımda beliriveriyor en küçük tatlılık  elemli yüreğin duyduğu; ama öte yandan  şiddetli rüzgârlar görüyorum yolculuğumda, fırtına görüyorum limanda ve artık yorgun dümencim ve kopmuş direkler ve ipler  ve sönmüş bir zamanlar baktığım güzel ışıklar. 273 Che fai? che pensi? ché pur dietro guardi Ne yapıyorsun? Ne düşünüyorsun? Niçin bakıyorsun  asla geri dönmeyecek zamana hâlâ?  Huzursuz ruh, niçin odun ekliyorsun durmadan ateşe, içinde yandığın?  Yumuşak sözler ve tatlı bakışlar, tek tek betimleyip resmettiğin,  alındı yeryüzünden; ve çok iyi biliyorsun,  burada aramak onları yersiz ve çok geç. Ah, ...

Göz daha fazlasını görür Kalbin bildiğinden.

4. Ağlaya ağlaya yürüyorum kayalar üzerinden,  Dehlizler ve ölüm vadileri üzerinden.  Neden ki hakir görüyorsun Ahania'yı,  Kendi ışıl ışıl huzurundan neden fırlatıp atıyorsun beni,  Yalnızlık Dünyası içine? 5. Dokunamıyorum onun eline, Ne de ağlayabiliyorum dizlerinde, işitemiyorum Tatlı sesini ve okçu yayını, ne de görebiliyorum gözlerini  Ve neşesini, işitemiyorum adımlarını ki Kalbim yerinden çıkar, duyduğumda o tatlı sesi!  Öpemiyorum ışıl ışıl ayağının Bastığı o yeri, Ve fakat dolanıp duruyorum kayalar üzerinde,  Kaskatı bir mecburiyet içinde. 6. Nerededir benim altın sarayım? Nerededir fildişi yatağım?  Nerededir sabah vaktimin neşesi? Nerededir ebediyet evlatları, şarkılarıyla 7. Uyandırdıkları ışıl ışıl Urizen'i, hakanımı, Kalkıp da dağlarda eğlenmek üzere, Ebedi vadilere saadetler getirmek üzere; 8. Sultanımı sabah vakti uyandırmak üzere, Ahania'nın neşesini kucaklasın diye, Geniş sinesinin açıklığında?  Asude şebnem bulutumdan dökü...

İmam-ı Şâfiî'nin Şiirlerinden Seçmeler

BIRAK GÜNLERİNİ DİLEDİĞİNİ YAPSIN Bırak günleri dilediğini yapsın Razı ol hükmedince kader Gecelerin musibeti sabrını taşırmasın Bâki değil dünyadaki zorluklar Güçlü bir adam ol, korkuların üstünde Ahlâkın müsamaha ve vefa Kusurların çoğalsa da tüm mahlukatta Örtüsü olması seni sevindirir yine de Cömertlikle setret ki her ayıbı Örter denilir cömertlik Sakın gösterme düşmanlarına zillet Belâdır üzüntünle onları sevindirmek Cimriden yardım umma Ateşte susayan için su yok Rızkını eksiltmez ağırdan alış Ve artırmaz hırsla çabalamak, yorulmak Ne hüzün devam eder ne sevinç Ne sıkıntı, ne rahatlık Eğer kalbin kanaatkarsa Farkın yok, başkası dünyaya sahip olsa Kimin inerse meydanına ölümler Ne gök korur onu, ne de yer Allah’ın mülkü geniştir ama Feza daralır hükmettiğinde kader Aldırma vefasız günlere hiç Fayda vermiyor ölüme ilaç GAM Ne zenginlik içinde olan bilir fakirliğin tadını Ne sağlam bedenli biri hasta gibidir Ne yoksulluklar vardır ki, örtülüdür üstü onurla Ne zaruretler memnuniyet a...

Ben

Gece benim kim olduğumu soruyor Ben; endişeli, derin ve karanlık sırrıyım onun Asi sessizliğiyim Benliğimi sükûnetle örttüm Kalbimi şüphelerle sarmaladım Ve solgun bir yüzle kalakaldım burada Dikiyorum bakışlarımı ve sual ediyor bana yüzyıllar: Kimim “ben” acaba? Rüzgar benim kim olduğumu soruyor Ben; şaşkın ruhuyum onun, zamanın inkar ettiği Bir yerim yok, tıpkı rüzgar gibi İlerliyor da ilerliyoruz, sonu olmaksızın Geçiyor ve gidiyoruz, durmaksızın Dönemece ulaştığımızda Onu ıstırabın sonu zannederiz Ama bir boşluktur karşılaştığımız Zaman benim kim olduğumu soruyor Ben onun gibiyim, bir muktedirim asırları düren Sonra dirilişler bahşeden Ben yaratıyorum uzak geçmişi Neşeli umudun cazibesinden Sonra gömerim onu gerisin geriye Dünü yeniden inşa edeyim diye Yarını donmuş Ve nefsim benim kim olduğumu soruyor Ben bir şaşkınım onun gibi, neye baktığımı bilmeden bakıyorum karanlığa Hiçbir şey huzur vermiyor bana Soruyorum hiç usanmadan ve cevabı Örtüyor bir serap daima Onun hâlâ yaklaştığın...

Geri Dön

Sık sık geri dön ve alıp götür beni. Geri dön ve alıp götür beni sevgili duygu, bedenimin anıları uyanıp, eski arzular tekrar canlanınca kanımda. Dudaklar ile ten hatırlayınca ve yeniden dokunmuş gibi olunca eller. Geceleri, sık sık geri dön ve alıp götür beni dudaklar ile ten hatırlayınca. Konstantinos Kavafis Çeviri: Ari Çokona

ŞU ANDA YİNE TEK DÜŞÜNCEM O

Şu anda yine tek düşüncem O.  Gerdanlığı altın çiçekli çampakadan. Teni yıldız yıldız. O bir padişah kızı ben hırsız  Uyurken kıvıl kıvıl, uyanıkken fettan. Şarkılar vardır unutulan  Birden hatırlarsınız Sesi, kulaklarımda böyle bir şarkı. Şu anda yine tek düşüncem O.  Kaşları yaydı, Kirpikleri ok.. Daha dün kollarımdaydı, Gazel omuzlarında saçları, Lotus ormanında bir turnaydı. Şu anda yine tek düşüncem O.  Asılacakmışım vızgelir, Ancak ölüm dindirebilir. Onsuz yaşamanın acısını  Nerdesin cellat? Nerdesin?  Yalvarırım sana uçur kellemi Acılarım sona ersin. Bilhana (Kaşmirli 11.yy. şairi) Çeviri: Cemil Meriç 

Dımaşklı Asilzade Tevfîk Kabbânî’ye

Kelimeler kırık… Babanın göz kapakları gibi Sözcükler zayıf… Babanın kanatları gibi O halde nasıl söylesin şarkıcı şarkısını? Hokkanın tamamı gözyaşlarıyla doluyken Ne yazabilirim ki oğlum? Ölümün tüm dilleri mezara koymuşken Hangi gökyüzüne uzatıyoruz ellerimizi? Londra sokaklarında bize ağlayacak kimse yokken… Her taraftan ölüm saldırırken bize Keserken bizi; iki söğüt gibi Sana bakıyorum ve hatırlıyorum Ali’yi, Bana bakıyorsun ve hatırlıyorsun Hüseyin’i Sırtımda taşıyorum seni ey oğlum İki parçaya ayrılmış bir minare gibi Saçların yağmurun ıslattığı bir buğday tarlası Başın avucumda bir Şam gülü…Ve yüzün ay ışığının yansımaları Ölümünle bir başıma yüzleşiyorum Bir başıma topluyorum kıyafetlerini  Öpüyorum kokun sinmiş gömleklerini ve Pasaportun üzerindeki resmini Deliler gibi çığlık çığlığayım, öylece bir başıma Etrafımdaki herkesin yüzü donuk Herkesin gözü taş Zamanın kılıcına nasıl karşı koyacağım? Kılıcım kırılmışken Güzel prensimden bahsedeceğim size Aynalar gibiydi saflığı,...

SENDEN EN GÜZELİ UMULUR

Muzenî anlatıyor: Ölüm döşeğindeyken Şâfiî'nin yanına gittim ve; "Nasıl oldun?" diye halini sordum. Şöyle dedi: "Dünyadan gider, kardeşlerden ayrılır, ölüm şarabını içer, Aziz ve Celil Allah'a varır oldum. Bilmiyorum ruhum cennete gidecek de onu kutlayacak mıyım, yoksa cehenneme gidecek de acısını mı paylaşacağım. Sonra ağlayarak şu beyitleri okudu: Musibetler karşısında Allah'tan kork ve ümit et O'ndan  Israrcı nefsine uyup da pişman olma  Allah'ın affını müjdele, şayet müslümansan Korku ve ümit: kal ikisi arasında. Kalbim sertleşip daralınca yollarım  Ümidi affına merdiven yaptım  Suçum büyük olsa da  Sana yöneltiyorum isteklerimi  Mahlukâtın ilahi  Ey lütuf ve cömertlik sahibi! Evet büyüktü, çok büyüktü günahlarım  Fakat rabbim onları affınla kıyasladım Affın daha büyüktü Sen affedensin tüm günahları Cömertsin, lütfeder, bağışlarsın. Beni affedersen eğer.  Sınırı geçmiş bir âsi kulu Affetmiş olacaksın. Kavuşsa da Müslüman adıyla sana Bir ş...

NEREDE BUZ VARSA

Nerede buz varsa, iki kişilik serinlik de vardır. İki kişilik. Onun için getirttim seni.  Çevrende ateşten bir solukla - Güllerden gelmiştin. Sordum: Neydi oradaki ismin?  O isimdi bana söylediğin: Kil parıltısı vardı üstünde -  Sen, güllerden geldin. Nerede buz varsa, iki kişilik serinlik de vardır:  Çifte ismi ben verdim sana. Gözlerini o isim altında açtın-  Bir ışık vardı buzdaki deliğin üzerinde. Şimdi ben kapatıyorum, dedim, gözlerimi: -  Al bu sözcüğü - benim gözlerim seninkilere anlatmakta!  Al ve tekrar et arkamdan, ağır ağır tekrar et, geciktir geciktirebildiğin kadar söylemeyi, gözlerini ise - açık tut, tutabildiğince! Paul Celan 

BURADA

Burada-kiraz çiçeğinin oradakinden daha koyu       olmak istediği yerde.  Burada - o çiçeklere öyle olabilmeleri için yardım       eden el. Burada - binip kum ırmaklarından yukarı      seyrettiğim gemi demir atmış yatıyor, senin serptiğin uykularda. Burada-anlamı, tanıdığım bir adam:  şakaklarında, bir zamanlar söndürdüğü  korların renginde kır serpintileri  Kadehini fırlatmıştı alnıma  yara izini öpmek için dönmüştü. ve sonra, bir yıl geçince aradan, Dile getirmişti ilencini ve kutsamasını, bir daha hiç konuşmadı. Burada-yani akşamlarından beri,  bir bulutla birlikte  yönettiğiniz kent. Paul Celan  Çeviri: Ahmet Cemal

GECEDE IŞIK DEMETİ

En parlak yanan, saçlarıydı akşam sevgilimin: ona yolluyorum en hafif tahtadan yapılma tabutu. Tıpkı düşlerimizin Roma'daki yatağı gibi, dalgalarla sarılı; beyaz bir peruk takmış benimki gibi ve sesi kısık çıkmakta: yüreğin kapılarını açtığımda benim gibi konuşuyor. Bildiği Fransızca bir aşk şarkısı var geç ülkelere yolculuğum sırasında ve sabaha mektuplar yazarken söylediğim. Duyguların kakmasını taşıyan güzel bir sandal bu tabut. Daha gençken senin gözlerinden, onunla bırakmıştım        kendimi kanın akıntılarına. Şimdi ise Mart karlanında ölü bir kuş kadar gençsin, şimdi sana gelip söylüyor Fransızca şarkısını. Hafifsiniz: ilkbaharımı sonuna kadar uyuyorsunuz. Ben daha hafifim: yabancılara söylüyorum şarkımı. Paul Celan

Keşke yaşamım boyu girdiğim bütün haikai işlerini unutabilseydim.

Haiku, ölüm karşısında içinde şakacıdır: Onun neşesi, bütün ağırlığıyla ölümle birlikte duyulan yaşamın neşesidir. Çiyoni'nin "benim küçük yusufçuk avcım" diyerek ölmüş oğluyla ilgili yaptığı şakadır bu. Bu anlamda, Başo'nun, ölüm-döşeği haikusunu şöyle de anlayabiliriz: Her haikun, onu yazdıktan hemen sonra ölecek durumdaysan -ölmeyi düşünüyor, ya da öleceğini biliyorsan-jiseindir. Yani, her haiku, zaten, şakacılığında, ölüm taşır. Şimdi anlıyorum: Rilke'nin yukarıda verdiğim mezartaşı yazıtı, tabii ki, jiseisiydi-kan kanseri olduğunu ve öleceğini öğrendikten sonra, mezartaşına yazılsın diye, yazdığı... (Gene ayraç içinde şunu da belirteyim: bu jisei, kendi yazanına yönelik, bir 'seslenme'li haiku, aynı zamanda- -kendi mezarının üstündeki taşa yazılacağı için de, 'iltifat' ettiği 'evsahibi' kendisi olacak-bkz Dizin...) Bu kadar sözünü ettikten sonra, şimdi de sıra, bir saplama yaparak, 'yaşama veda' anlamına gelen jisei 'ye örn...

NE İDİ?...

Aşk benim için ne idi? Çok kere, gözyaşından bir ırmak. Üzerinde hafif bir sandal yürüyordu; içinde sandalcı benim ruhum ve onu iten rüzgâr ahlarımdı.  Aşk benim için ne idi? Istırapların ormanı. Sık merkezinde kurtların bağrışı ve yarasaların çığrışı duyuluyordu. Aşk benim için ne idi? Kelebekleri kovalıyan, bir hendeğe yuvarlanıncıya kadar soluk soluğa koşan akılsız, budala bir küçük çocuk. Aşk benim için ne idi? Ölen ümitlerin, derin elemden dokunmuş kefeni; yahut, beni idam yerine götürdükleri kızıl araba. Şimdi benim için aşk nedir? Gül ağacında minimini bir kuş yuvası. İçinde neş'e ile ötüyorum; ve fırtına onu bozarsa biraz öteye gidip başkasını yapıyorum. Petöfi Şandor 

BİRKAÇ KISA GÜN...

Birkaç kısa gün.. Ve ben ne kadar çok yaşadım! Aynaya bakmağa pek cesaretim yok; saçlarımın ağarmış olmasından korkuyorum.... Ve bu kalb, ah, bu o kadar ihtiyar ki. Geceleri, gözümü yummadan geçiriyorum. Uykuyu artık aramıyorum bile. Nasıl olsa bulamam. İçimde ümit uyuyalı gözüme uyku girmiyor. Artık ıstıraplar bile hep yoruldular, bana işkence etmekten yoruldular; halbuki göğsümüzün içinde ıstarapların hançerlerini taşımak cesetlerini taşımaktan daha kolaydır. Ben onları taşıyorum ve düşünüyorum ki, onları bir asırdan beri taşımaktayım.. O kadar ağır ve o kadar soğuk ölüler! Kanım onlardan donuyor, ve hemen ancak hareket ediyor. Alnını taşa çarpan, sonra biraz kendine gelen ve her şeyi çift gören, hiçbir şeyi açık ve temiz olarak görmiyen bir insan gibi, fersiz gözlerle etrafa bakıyorum. İçimde hayat yok, içimde ruh yok. Kaygılarım onları uzaklara kaçırdı. Daha güzel bir zamanın hatıraları, üzerime, kabrin üstüne dökülen koparılmış çiçek yaprakları gibi dökülüyor. Petöfi Şandor  ...

EĞER ALLAH

Eğer Allah bana: Çocuğum, nasıl istersen öyle öl, sana izin veriyorum deseydi ondan şunu dilerdim:  Sonbahar, fakat güzel, munis, açık bir sonbahar olsun; sararmış ağaç yaprakları üstünde güneşin ziyası pırıldasın. İlkbahardn kalan bir kuş, sarı yapraklar arasında son şarkısını söylesin. Ve ölüm, sonbahardaki tabiat üzerine nasıl yavaş yavaş, hissedilmeden inerse, bana da öyle gelsin. Ancak yanıma oturduğu zaman farkına varayım. O vakit, dalların üstündeki kuşcağız gibi ben de, aşağıya, kalblerin derinliğine ve yukarıya, göklere tesir eden harikalı bir sesle son şarkımı söyliyeyim. Bu sihir ve füsun şarkısı bittiği zaman dudaklarımı bir buse kapasin, senin busen, sarışın güzel kız, ey yersel varlıkların en şereflisi! Lakin, eğer Allah buna izin vermezse.. O vakit yalvarırdım ki: İlkbahar olsun; erkek göğüslerinde güllerin, kanlı güllerin bittiği savaş babarı.. Cenk bülbülleri, borular kuvvet ve heyecanla ötsün. Ben orada olayım ve benim kalbimden de zehirli bir kan çiçeği bitsin. E...