Babam daha yaşıyordu. Telefonla arayıp konuşuyorduk, gün aşırı. Gün geçtikçe yürüyüş mesafesi hedefini küçültüyordu. Bunu anlattım Roni’ye, “İp” şiirini yazdı: İp Artin’in babası doksan beşinde rakıyı bıraktığında, “Dokunuyor oğlum” demiş, içmemiş sonra bir daha. Tepenin ötesindeki kahveye yürüyerek gidermiş her gün. Arayıp Artin’e haber verirmiş, “Soluklanmadım bile” dermiş. Bir zaman sonra geç kalmış, aramamış. Aradığında, “Oğlum,” demiş, “ulaşamadım dün kahveye, ipe varıp ancak, geri döndüm.” Geçen trafiği yavaşlatmak için bir halat çekmiş köylüler asfalta. “İpi geçemedim oğlum, kaldım. Moralim bozuldu, dokundu bana.” Yıllar geçtikçe çoğalmış sonra dokunan şeyler. Canı sıkılmış. Ve doksan dokuz yaşında sessizce bir ikindi vakti bırakmış dokunulmayı Avedis Efendi. Ben bu yazıyı tamamlayamadım. Roni hastaneden çıkamadı. Sabah atölyemin önünde bir motosikletli kuryenin sürüklenişinin sesini duydum. Düştüğünü gördüm. Koştum bir bardak su verdim. Ayağım kırıldı galiba, dedi. Ambulans çağ...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"