Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ali Ayçil etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

ALBÜM

I bak; şu omza kurulan çiçek bozuğu benim  ince narin annemi ölümden döndürmüşler  pasa çalan makasla köpürmeyen sabundan  birkaç metre bez için kordon kesen ebeler beni açan ilk yaprak bir ölüm korkusudur  onla akran büyüdüm banyo edilmiş yüzü  çok istedim tedirgin bakan gözü saklamak  her resmin kıyısında eğik duran öksüzü II zaman kimin evi ki; ağaçların altında  sıra sıra durulur gözlerin içi güleç  gelinler köşe bucak biraz alım, hafif naz menekşeler sabırsız, adamlarsa üşengeç oysa herkes göçünün terkisinden inerek  ima eder hayatta tuttuğu çürük dalı  göğüs denen kilerin güze hiç belletmeden  sakladığı ne varsa alttan alta sarartı III nice ateş tutsan eğik kalıyor baston  sırtındaki kamburdan düşecek gibi günler  yumuşak bir toprakla bezlenen torunların yüzündeki kalayı körüklüyor gidenler varlık ki dairedir sonunda başa döner  kocayan çocuklaşır oyuncak olur ele  süt dişleri çıkıyor yüze varan ninenin...

İzdiham

Ne etsem berabere bitmedi o yılgın maç Herkes bende kalanı küçük bir sıyrık sanır Sen aklıma düştükçe içim nasıl izdiham Terkedilmiş bir evin ilk günü kadar ağır. Ali Ayçil

Her Şey Tamam Bir Şey Eksik

Eskiden dünyada, görünüşte dağınık ama iç dünyaları derli toplu insanlar vardı. Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama iç dünyaları dağınık. İnsansız kaldığımızda ruhumuzun yırtılacağını biliyoruz. “Yalnız kalmak istiyorum” demek için bile bir insana ihtiyacımız var. Bu yüzden ortak mekânlar oluşturup yan yana geliyoruz. Şakalar yapıyor, sırlarımızı anlatıyoruz birbirimize. Ama birden bir kurt düşüyor içimize. “Bir şey eksik” diyoruz. “Bir şey eksik ama ne?"… Hevesle dokunuyoruz raflardaki yeni çıkmış kitaplara. Kitaplar okuyoruz durmadan. Bizimle hiç tanışmayan, bizi hiç tanımayan bir yazarın yolculuğuna eşlik ediyoruz; içimizde kocaman bir düş coğrafyası açılıyor. Ancak son yaprağı da bitirip, kitabı kapatınca, yapayalnız kalıyoruz o coğrafyanın ortasında. Bütün cümlelerin tamam, bir tek cümlenin eksik olduğunu hissediyoruz. Düşünüyoruz, eksik olan ne?… Ders çalışıyoruz geceler boyu. Dem tutması hiç eksilmiyor ocağın üstündeki çayın. Küllükler bir boşalıp bir ...

Çımacı

Ben bu iskelenin süryanisiyim giden gider bana kalır güneşin kızıllığı herkesi uğurlayan o uğurlanmaz hüzün ayırmaz kıyısından içimdeki korsanı Yalamadır rotası ipi kopuk bir kavmin suyu görünce yekten hain hain gülümser çünkü karda iz tutan bir yüzü yoktur suyun göç denen çingeneden aşinalığı siler İki alem arası bu zalim arasattan bahar denilen savruk melek de geçen bazan terli avuçlarında tuttuğu şu uyruksuz ağır gülü unutur gider dalgınlığından Artık kalın halatlar yalnızca ruhum için dalgalar çekip onu sanki benden alacak tükendi pörsük hayat pösteki sayar gibi geriye ne kaldı benden başka salacak. Ali Ayçil

Yazarın Yazgısı

Pek çok insan bir yazarın yerinde olmayı düşünür. Onun tıpkı bir sihirbaz maharetiyle sözcüklere görünmez gömlekler giydirmesi; cümlelerini birer merdiven basamağı gibi kullanıp insan ruhunun karanlık bir yerlerine inmesi; hep düşünüp de adını bir türlü koyamadığımız bir varoluş sancısına bıçak gibi dokunması; ya da hiç beklemediğimiz bir yerde saçlarımızı diken diken eden cüretkâr bir hükme varması bizi fazlasıyla şaşkına çevirir. Ve ona ait bir metni her okuduğumuzda kendimize şunu sorarız: Kimdir bir yazar? Sözcüklerini birer yem olarak kullanan bir okur avcısı mı? Aklımız ve düşlerimiz arasında kumar oynayan ve hangisinin kazanacağını daha başından beri bilen hilekâr bir kumarbaz mı? Bizi bütün ayrıntılarımıza kadar gözlemleyen hayatımızı mürekkebine katık eden usta bir hırsız mı? Yoksa canı pek sıkıldığı için düzenimizi altüst ederek keyif çatan bir oyun bozan mı? Kim bilir belki de hepsi. Ama gerçek şu ki hiç birisi değil!.. Bana öyle geliyor ki insanlar içerisinde en talihsiz...

Babamız bir gün gerçekten ölür

Çoğumuz, babamız henüz hayattayken onun yüzüne bir kere bile dikkatle bakmayız. Baba, “baba” demeye başladığımız günden itibaren sürekli karşımızda duran bir alışkanlıktır. Yıllarca babamızdan değil, bir alışkanlıktan bahsederiz: Annemize, “babam bugün niçin gecikti?” diye sorarız; kardeşimize, “babam yine su istiyor,” der ve dertleniriz; bazen de,”babama hangi yalanı uydursam,” diye planlar kurarız kafamızda. Baba, her seferinde, bize biraz uzak, biraz yabancı birisidir. Her gün elbiselerini giydirip sokaklara saldığımız o” biraz” yabancının, zamanın karşısında nasıl da eriyip gittiğini fark etmeyiz bile. Oysa ilkin ve hep onun elbiseleri yaşlanır, ilkin ve hep onun saçları ağarır, ilkin ve hep o öksürür. Bir alışkanlığın perde gerisinden baktığımız o yüzde zaman, çizgilerden, girintilerden ve çıkıntılardan yeni bir yüz yapar; bunu da fark etmeyiz. İçimizden az buçuk dikkat kesilenler bilirler ki, baba, gözaltlarındaki torbalarda yorgunluk biriktiren kederli göçmenidir evimizin. Bir ...

güle ve aşka veda

Kalbinin durağında eyleşmeden geçiver verimli kuluçkada peydahlanan balçığın tahammülsüz atların sırtına bindirildi bırak da can çekişsin bir alabalık gibi ruhun kirli sularda gözeyi anımsama künyende tabiatı hatırlatan ne varsa rendele hafiflesin boynundaki ağırlık çocukluğunun masal küresinden sökülmüş ülkelerini bir bir geçir madeni ipten ve bu afyonlu çağın mabedinde tesbih çek güle ve aşka veda güle ve aşka veda güle ve aşka veda. Ali Ayçil

Yazgının Kalpsizliği

Yazgının kalpsizliği karşısında, hayatları allak bullak olmuş insanların tarihi hazindir. Onlar ne yapmışlarsa düşle gerçek arasında sağlam bir köprü kuramamış, kurduklarını zannettikleri her seferinde, o köprüyü geçmek isterken, kendilerini talihsizliğin ırmağında çırpınırken bulmuşlardır. Ancak düş kurmanın albenisi, az buçuk yüzme bilenleri yeniden kıyıya çekmiş, yeniden sahte bir köprü kurdurmuş, yeniden kaderin dalgalarıyla baş başa bırakmıştır. Bir gülşene varayım derken nasiplerine çalılık düşmüş bu insanların hemen hemen hepsinin ortak özelliği, bir türlü büyüyememiş olmalarıdır. Kocaman bedenlerinin içinde, dinlediği masallardan vazgeçmeyen bir çocuk onları esir almış, kendisine ölesiye bağlamıştır. Her neye bulaşmışlarsa mutlaka sonunu getireceklerini sanmışlar, fakat her seferinde kendi sonlarını hazırlamaktan başkaca bir şey becerememişlerdir. Dokunduğu ne varsa yoluna koyan o mucizevi kuşun teleğini hiçbir zaman ellerine geçirememiş; bu yüzden ne cinleri, ne de kötü...

Hem Yaralı Hem Yakını Bir Yaralının

Hem yaralı hem yakını bir yaralının kırıldı kuş sesinden direkleri dünyanın, kaldım eşikte sübyan kaldım cümle ovayla temmuzun köklerinde, yaşlanmış ağaçlara dert oldum. Kimi görsem dedim işte burdayım, iki ince boynumun arasında kimi görsem dilim buruk, kelimeler ölümlü, sesim anadan üryan. Yürüdüm benle birlik ağır bir halk yürüdü suya baktı ağırdı, güze düştü ağırdı, yola vurdu ağırdı. Bir sabah dünya boşken kalkıp sordum kendime: neyin var taşınacak? şu kırık dal sesinden, şu tökezleyen ırmak gürültüsünden başka neyin var sen gidince aklı sende kalacak! Şehirden Erzurum kitaplardan Krişna üzerime uzattım gerneştikçe yorgun düşen evleri, hiç yaşlanmadı akşam hiç yaşlanmadı bana bütün ana dillerden kar toplayan çocuklar. Kurutulup saklanmış bir hayatım yok diye beni boşladı kışlak indim aşağılara, ilk seferde dürülmüş sancak gibi açık kaldı maceram. Hangi kavşakta dursam çatallı bir acıyım. dağınık bir toy yeri, emanet bir elbise, bir ince kopuz sesi. Yok yerlere ...