Ana içeriğe atla

Kayıtlar

edip cansever etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

MENDİLİMDE KAN SESLERİ'NİN AHMET AĞBİ'Sİ

"Ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar, diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar, mendilimde kan sesleri.” Edip Cansever’in bir Ahmet Abi’si vardı bir zamanlar. İşçi bir babanın oğlu olan ve Kayseri’de, memleketinde Komünist Ahmet diye tanınan “Ahmet Gayretli” (1926 - 25 Mart 2015). Ahmet Gayretli’ye ithaf edilen şiirdir “Mendilimde Kan Sesleri”. Peki, kimdir bu Ahmet Gayretli… Erdal Öz, cezaevinden çıktıktan sonra Edip Cansever’le görüşmek ve “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde geçen Ahmet Abi’nin kim olduğunu öğrenmek ister. Bir fırsatını bulur, doğruca Kapalıçarşı’ya, Edip Cansever’in antikacı dükkânına gider. Edip Cansever her zamanki gibi basık tavanlı üst kattaki çalışma masasının başındadır. Kapalıçarşı’dan Bebek’e geçerler. Cam kıyısında bir masaya otururlar. Balık, salata, rakı… Erdal Öz’ün çok özel bir soru soracağının farkındadır. Sözü döndürüp dolaştırıp “Mendilimde Kan Sesleri”ne getirir. Şiirden bölümler okur. Edip Cansever hem şaşırır hem sevinir. Bi...

DÜZELTEMİYORUM HAYATIMI NERESİNDEN ÇEKSEM ÖTEKİ YANI BOZULUYOR

                                          12 Temmuz 1969 Sevgili İlhan, Duymak, çok duymak eziyor beni. Yeni, bilinmedik bir sayrılık da olabilir bu. Bilmiyorum ki. Eziliyorum sadece. Uyumsuzluğum (dışa vuramadığım) yiyip tüketiyor kupkuru ruhumu. Biraz soluk almak için, kuramsal olmamak koşuluyla, ne yapabilirim acaba? Hiçbir sey gideremiyor susuzluğumu. Hiç, hiçbir sey.. İçmek yoruyor artık. Eskiden içkiye koşardım, kafamı kovardım dünyamdan. Şimdi? Kimseyi ortak etmek istemedim sıkıntılarıma. Hiç değilse uzun süre böyle yaşadım. Ama.. Belki.. Neden bir çaresi olmasın bunun? Kürkümü severek giyiyorum. Ve hep aklıma geliyor inceliğin, inceliklerin. Ankara sendin. Özlemle arayacağım o kısa günleri. Şimdi dışarda bir bakır düştü. Mayraba olabilir, bir sahan kapağı, bir buhurdanlık olabilir. Bazen sesler duyarım Boğazın tepelerinde. Bir çekiç sesidir. örneğin. O kadar yaşlıdır ki, kapl...

Uçurum

Bir ağaç sürüsünün üstünden Çok ağaçlı bir ağaç sürüsünün üstünden Kesilmiş limon dilimleri gibi düşüyor güneş Votka bardağımın içine Benim olmayan bir sevinç duyuyorum. Kesiyorum durduğumuz yeri ortasından Ey görünüş! seni bir yerinden hiç anlamıyorum Dibimde değil ayaklarımın, damarlarında Derinliğini orda tutan, orda harcayan Uçsuz bucaksız bir uçurum. Zamanla değil, bir yerde Benim olmayan bir şeyle yaşlanıyorum Geçiyorum ilk şeklimi tüketerekten Ağır ağır yanan bir tuğla harmanını Billurdan sarkaçlarıyla. Kalbim, sersemliğim benim..   Edip Cansever

Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka IV

Korkunç, biz buna sonbahar diyoruz, oysa bir böceğin vızıltısı Bir yaşlı çocuktan azalan sesi dünyanın — bir böceğin vızıltısı Pis lokantalarda çekilmez akşamüstleri — bir böceğin vızıltısı Bilmem. Kimi duymak istiyorum ben? Sizi mi? — bir böceğin vızıltısı Ah şimdi o taş evin sıcağında — sanki bir anmak istediğim öyle uzak ki, nasıl Nasıl bir hüznün başkaldırışı — bile değil — bir böceğin vızıltısı Herkes ne çabuk göçüyor. Azıcık korkuyorum. Dün biri gitti Olanlar oluyor işte — ne yaparsın — bir böceğin vızıltısı Akşamları uykum kaçıyor. Kaçsın — Yaşlı teyzem diyor ki Diyor ki — vallahi anlamıyorum — bir böceğin vızıltısı Bir de hep unutuyorum — anlamadığımı — özürler diliyorum durmadan Ohoo!. Teyzem mi? uyumuş oluyor çoktan — şu kantolar ülkesinde canım Eski bir Üsküdarda, bir gül kokusu ağırlığında dolaşıyor belki Hay Allah! nereden çıktı şimdi? bu saatte kim olabilir ki Yani ben kimseyi tanımıyorum ki — kendimi bile — ah şu böceğin vızıltısı Bir gün kırmızı gözlü birinin gülbahar o...

Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka III

Ben sanki unuttum da yaşamakta olan her şeyi Acıyı, sevinci, aşkı, o her zamanki her şeyi Derim ki vakit olmayacak, olmayacak pek şimdi Hanlarda, ve pirinç karyolalarda, ve deliksiz uykularda gibi Tadarken bir ekmeği hep, kurarken bir cep saatini Tam öyle gibi, çok alıngan birinin doyumsuz yalnızlığında O karanlık sözlerin daha bir kesinleştiği Gibi Vakit olmayacak pek şimdi. Bir bir gezindim de ben bütün mezarlıkları Zakkumları gördüm ve erguvanları Ölüler gördüm ölüler, bir avuç kemikle o sonsuz Onlar ki ne yaparlar, hiç bilmem — ben sevmem omuzlarımı Ayaklarımı da Takır da takır, takır da takır omuzlarımı Ayaklarımı Ayaklarımı, omuzlarımı İçimde yürürler doldurup uykularımı Dışımda yürürler, ki benden değiller gibi kaskatı Ah nasıl bilirim ben vakit olmadığını Yaşarken olmadığını, sonra hiç olmadığını Ve nasıl isterim ki, açınca bağrımı birden Der gibi, diyerekten: ey Lazar çık dışarı! Çık dışarı, çık dışarı! Oysa ne mezarlar konuşur, ne Lazar çıkar dışarı Ne de bir ses olur ağzımda...

Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka II

Ben mutsuz kişiyim, size yüzümü getirdim bu anlamda Nasıl seğirttim işte, kızmayın işte, dün o hekim dedi ki Dönünce birden yüzüme, yüzümün bu en yitik çağına Dedi ki: siz niye yoksunuz acaba Bilmem ki — doğrusu bilmiyorum — niye yokmuşum ben Sahi ben niye yokmuşum — öyle ya — elbette sordum ona Dedim ki — ne desem beğenirsiniz — iri bir top çekiyor gibi bilardo masasından Dedim ki, falan filan.. Örneğin ölüversem şu daralmış yüreği kullanaraktan Ölüversem şuracıkta Bakınca herkes orama burama Derler mi bir ağızdan: bu ölen de kim Hey tanrım! bu ölen de kim, yani kim yaşamış kendi adına. Yani kim yaşamış kendi adına Vardır ya, hani hep görürsünüz, berber dükkânlarında Tam önünde kapının, beyazla kırmızı bir şey döner Döner de döner öyle; hani bir simge, bir şey Hani ne başlar ne biter Hani ne vardır ne yoktur Tanrısal bir harekettir din adamlarınca Bana sorarsanız büsbütün hareketsizlik Çıldırtır insanı, zorlanmaya görsün insan bakmaya Hem sonra şaşarım buna, niye olmalı insansak bu ak...

Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka I

Ne çıkar siz bizi anlamasanız da Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da. Hiçbir şey! Kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarında Yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla Dönüşür içlerimizde az menekşe, bir sarmaşık Menekşe hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara Mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler kurur Her yerde güneşler kurur, sanki yaz günüyledir Bir adam kayboluyordur bir taşra sıkıntısıyla Deriz ki, “şuram ağrıyor” bir de, “başım dönüyor”, “yanıyor avuçlarım” Belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma Bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş, yaşıyorcasına Uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık Nedir mi ellerimiz — korkunçtur bir elin bir köşesinde insan olmalarıyla — Korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin Kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin Ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park bekçisinin Korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi sallanarakta...

AŞKLAR İÇİNDE

Denizin en az yeri bir köpüğü başlatıyor  Yürüyorum kumların çakılların yanı sıra  Yüreğimde bir sancı keskin bir akasya kokusundan  Avuçlarımda bir yanma  Büyüyen bir ürpertiyim sanki, kayıp gidiyorum üstünde sabahın  Oldu olacak  Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize  Ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden  Bir çocuğun gülüşü gibi  Aşkların, nice aşkların ayrılık günü gibi  Bir sokağın ucunda kaybolup solan  Daha çok solan, aşkların solgunluğu suyun üzerinde  Korularda yoğun bir erguvan sisi.  Hisarlı balıkçı ağlarını ayıklıyor  Ağları pembeden hüzne giden  Dip sularında mercanlar gibi koyulaşan  Kirpiksiz gözleri böyle daha güzel  Çil basmış yüzünü bütün  Parmakları capcanlı, pavuryalar gibi  Merhaba, desem bir kucak balık atacak önüme  Biliyorum atacak  Böyledir memleketimin yoksul halkı  Bir onlarda rastladım bu cömertliğe  İstavritler kıpır kıpır dibin...

Umutsuzlar Parkı

I Biliyorsunuz parkların Sizi çağıran tarafları İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı Orada saklanıyor onlar Çünkü her türlü saklanıyorlar orada Bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla Dağınık mavisiyle gözlerinin Sevgi vermez kadın uçlarıyla Korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak Eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin Yalvaran bakışlarıyla –nasıl da sevimsiz- En kötüsü, belki en kötüsü Bir duygu açlığıyla soluyarak Parklara yerleşiyorlar, parkların Onları çağıran köşelerine Bir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyah Bacak aralarından Çömelmiş, öyle sakin Selamlıyorlar “Günaydın” diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına Kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından Birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor Acılar alıp veriyor dünyadan Dillerini gösteriyorlar, diz kapaklarını Bir sıkıntı şiiri gibi Sıkıntı İşte Tam orada duruyorlar. II Bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde Her cümlede iki tek göz, bu kimin Ya da kim korkuttu bu kadar sizi Bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar h...