Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Paul Celan etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

NEREDE BUZ VARSA

Nerede buz varsa, iki kişilik serinlik de vardır. İki kişilik. Onun için getirttim seni.  Çevrende ateşten bir solukla - Güllerden gelmiştin. Sordum: Neydi oradaki ismin?  O isimdi bana söylediğin: Kil parıltısı vardı üstünde -  Sen, güllerden geldin. Nerede buz varsa, iki kişilik serinlik de vardır:  Çifte ismi ben verdim sana. Gözlerini o isim altında açtın-  Bir ışık vardı buzdaki deliğin üzerinde. Şimdi ben kapatıyorum, dedim, gözlerimi: -  Al bu sözcüğü - benim gözlerim seninkilere anlatmakta!  Al ve tekrar et arkamdan, ağır ağır tekrar et, geciktir geciktirebildiğin kadar söylemeyi, gözlerini ise - açık tut, tutabildiğince! Paul Celan 

BURADA

Burada-kiraz çiçeğinin oradakinden daha koyu       olmak istediği yerde.  Burada - o çiçeklere öyle olabilmeleri için yardım       eden el. Burada - binip kum ırmaklarından yukarı      seyrettiğim gemi demir atmış yatıyor, senin serptiğin uykularda. Burada-anlamı, tanıdığım bir adam:  şakaklarında, bir zamanlar söndürdüğü  korların renginde kır serpintileri  Kadehini fırlatmıştı alnıma  yara izini öpmek için dönmüştü. ve sonra, bir yıl geçince aradan, Dile getirmişti ilencini ve kutsamasını, bir daha hiç konuşmadı. Burada-yani akşamlarından beri,  bir bulutla birlikte  yönettiğiniz kent. Paul Celan  Çeviri: Ahmet Cemal

GECEDE IŞIK DEMETİ

En parlak yanan, saçlarıydı akşam sevgilimin: ona yolluyorum en hafif tahtadan yapılma tabutu. Tıpkı düşlerimizin Roma'daki yatağı gibi, dalgalarla sarılı; beyaz bir peruk takmış benimki gibi ve sesi kısık çıkmakta: yüreğin kapılarını açtığımda benim gibi konuşuyor. Bildiği Fransızca bir aşk şarkısı var geç ülkelere yolculuğum sırasında ve sabaha mektuplar yazarken söylediğim. Duyguların kakmasını taşıyan güzel bir sandal bu tabut. Daha gençken senin gözlerinden, onunla bırakmıştım        kendimi kanın akıntılarına. Şimdi ise Mart karlanında ölü bir kuş kadar gençsin, şimdi sana gelip söylüyor Fransızca şarkısını. Hafifsiniz: ilkbaharımı sonuna kadar uyuyorsunuz. Ben daha hafifim: yabancılara söylüyorum şarkımı. Paul Celan

Kar Parçaları

KEKELENEREK DİLE GETİRİLECEK DÜNYA, onun konuğu olacağım ben, bir ad terlenecek duvardan aşağıya, ve bir yara yalayacak o duvarı aşağıdan yukarıya. DUYDUM Kİ, BALTA ÇİÇEK AÇMIŞ, duydum ki, o yer adlandırılamazmış, duydum ki, o yere bakan ekmek asılan adamı iyileştirirmiş, kadının o adam için pişirdiği ekmek. duydum ki, onlar hayat için tek sığmak derlermiş. TAŞLARIN atılması böceklerin arkasından. O sırada gördüm ki, içlerinden biri yalan söylemiyordu, çaresizliğime alıştım, diyerek. Tıpkı senin yalnızlık fırtınan gibi, o da başardı enginlere yayılan bir sessizliği. TARLAFARESÎNİN sesiyle cikliyorsun yukarı, keskin bir ayraçla, beni gömleğimden tenime kadar ısırıyorsun, seni gölgelerle ağırlaştıran konuşmamın ortasında, ağzıma bir bez kapatıyorsun. LARGO Sen, ey yoldaşım olan başına buyruk yakınlık: kocaman bir ölümün büyüklüğü ile yatıyoruz birlikte, zaman - ötesi ise inlemekte senin soluyan gözkapaklarının arkasında, bir çift karatavuk asılı yanımızda, ta yukarıdan geçip giden ikimiz...

ON İKİ YIL

Gerçek kalan, gerçekleşen satır: ... senin Paris’teki evin - ellerinin sunağı olan evin. Üç kez solunmuş, üç kez parıltılara boğulmuş. Dilsizleşiyor ortalık, sağırlaşıyor gözlerin arkasında. Zehrin çiçek açtığını görüyorum. Her sözcükte ve her kalıpta. Gel. Gidelim. Aşk siliyor ismini: kendini sana adıyor. Paul Celan

IŞIK ZORUNLULUĞU

KALINTILARI, duyulanlarla görülenlerin, bin bir numaralı yatakhanede. gece gündüz polka: seni eğitip değiştiriyorlar yine o oluyorsun. GECEYE DALMAK, yardıma hazıra ağız yerine, yıldız geçiren bir saydam yaprak: daha bir şeyler var delice harcanacak, ağaç boyunca. ÇOKTAN UZANMIŞTIK çalıların arasına, sen nihayet sürünerek geldiğinde. Ama kulaçlayamadık Karanlığımızı sana kadar: Zorunluydu Işık. YİTİRİLMİŞLERDEN dökme olan sen, tam olması gerektiği gibi bir maske, gözkapağımdaki kırışık boyunca kendi gözkapağımdaki kırışıkla sana yakın olmak, ize, evet, o ize dehşeti serpmek, sonunda, öldüresiye. NE VARDIYSA bizi birbirimize fırlatan, ayırmakta şimdi ürküterek, bir dünya taşı, güneşin uzaklığında, vızıldamakta. BİR DEFASINDA, ölüm çok kalabalıklaştığında, sen, benim içimde saklanmıştın. KENDİMİ sende unuttuğum yerde, bir düşünceydin artık, bir şey geçiyor içimizden hışırdayarak: dünyanın son titreşimlerinden ilki, fırtınalı ağzım beni de aşmakta dolup taşarak, ama sen kendinle buluşmuyo...

Sen de Konuş

Sen de konuş, son olarak sen konuş, söyle sözünü. Konuş - Ama ayırma hayırı evetten. Anlamı da kat sözüne: Ona, gölgeyi ver. Ona yeterince ver gölgeyi, sence ne kadar paylaştırılmışsa gece yarısıyla öğlen ve gece yarısı arasında, o kadarını ver. Bakın etrafına: Gör, nasıl da canlı, çepeçevre - Ölüm aşkına! Canlı! Hakikattir gölgeden söz edenin söylediği. Ama bak, küçülmekte şimdi durduğun yer: Peki şimdi nereye, ey gölge çıplağı, nereye? Tırman. Yokla etrafını. İncelmektesin gittikçe! Daha ince - bir iplik, yıldızın aşağı inmek için kullandığı; o yıldız ki, aşağıda, kendi yansımalarını gördüğü yerde, gezginci sözcüklerin dalgalı sularında yüzmek istemekte. Paul Celan Çeviri: Ahmet Cemal

her şey dökülürken

Sen ölümümdün: Seni tutabildim, her şey dökülürken elimden. Paul Celan

PAUL ELUARD'IN ANISINA

Ölenin mezarına koy, yaşamak için söylediği sözcükleri. Yerleştir başını onların arasına, bırak hissetsin özlemin kıskaç gibi dilini. Ölenin göz kapaklarına koy, ona sen diyenden esirgediği ve tıpkı onunki gibi çıplak bir el, ona sen diyeni geleceğin ağaçlarına aşıladığında, yüreğindeki kanla görmezlikten geldiği sözcüğü. Koy bu sözcüğü göz kapaklarına: Belki de henüz maviliğini yitirmemiş gözlerine, bir başka, daha yabancı mavilik girer de, ona sen demiş olan, bir rüyaya dalar onunla, biz diye. Paul Celan

Ölümfügü

Kara çalan sütünü şafağın içeriz biz akşamüstü içeriz biz günortasında ve sabahleyin ve içeriz geceleyin içeriz biz ve içeriz biz kürekleriz bir mezarı havada büzülerek uzanmayacağın senin bir adam yaşar evde oynar yılanlarıyla ve yazar yazar karanlık çökerken Almanya'ya senin altınımsı saçlarını Margareta yazar onu ve çıkar dışarıya kapılardan ve yıldızlar parıldar topluca ve ıslık çalar av köpeklerine kalsınlar yakınlarda ıslık çalar Yahudilerine saf saf küreklesinler birer mezar toprakta emreder bize oynaşın dansetmek için Kara çalan sütü şafağın içeriz biz seni geceleyin içeriz biz seni sabahleyin ve günortasında ve içeriz seni akşamüstü içeriz biz ve içeriz biz bir adam yaşar evde oynar yılanlarıyla ve yazar yazar karanlık çökerken Almanya'ya senin altınımsı saçlarını Margareta Senin külrengi saçlarını Shulamith kürekleriz bir mezarı havada büzülerek uzanmayacağın senin Haykırır adam kazın bu toprağı daha derin siz orada öbeklenenler siz diğerleri şakıyın...

Gölgedeki Kadının Şarkısı

Sessiz biri gelir de başını vurur lalelerin: Kim kazanır? Kim kaybeder? Kim koşar pencereye? Kim o kadının adını en önce söyler? Adam saçlarımı bürünendir. Adam bürünür saçlarımı başının üstünde ölüler gibi. Adam bürünür saçlarımı göklerin bürüdüğünce o yıl aşk içreyken ben. Adam bürünür saçlarımı kendini beğenmişlikle. Birisi ki kazanır. Kaybetmez. Koşmaz pencereye. Söylemez o kadının adını. Adam gözlerimi edinendir. Edinendir gözlerimi kapandığı an kapılar. Bürünür gözlerimi parmaklarında halkalar gibi. Bürünür gözlerimi safirden ve şehvetten parçalar gibi: güzden beri erkek kardeşim oldu adam; sayıyor günleri geceleri. Birisi ki kazanır. Kaybetmez. Koşmaz pencereye. En sonuncudur söyleyecek o kadının adını. Odur sahip olan söyledeğime. Taşır onu kollarının altında bir bohça gibi. Taşır onu hani saatler taşır ya en kötü saati. Taşır onu eşikten eşiğe, fırlatıp atmaz asla onu. Birisi ki kazanmaz. Kaybeder o. Koşar pencereye doğru. Odur en önce s...

Ölüm Fügü

Akşam vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü ve öğlenlerle sabahlarda bir de geceleri hiç durmaksızın içmekteyiz bir mezar kazıyoruz havada rahat yatılıyor Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan hava karardığında Almanya'ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete bunu yazıp evin önüne çıkıyor ve yıldızlar parlıyor köpeklerini çağırıyor ıslıkla sonra Yahudilerini çağırıyor ıslıkla toprakta bir mezar kazdırıyor bize buyruk veriyor haydi bakalım şimdi dansa Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları hiç durmaksızın içmekteyiz Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan hava karardığında Almanya'ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete senin kül olmuş saçlarını Sulamith bir mezar kazıyoruz havada rahat yatılıyor Adam bağırıyor daha derin kazın toprağı siz ötekiler şarkılar söyleyip dans edin tutup palaskasındaki demiri savuruyor havada gözlerinin rengi mavi sizler daha derine ...

Corona

güz kendi yaprağını yiyor elimden: biz iki dostuz. zamanı ceviz kabuklarından ayıklayıp yürümeyi öğretiyoruz ona: zamansa dönüyor kabuğuna. aynada pazar, düşte uyunan uyku, ağızsa gerçeği söylemede. gözüm bir sevgilinin cinselliğine teşne: öyle bakışıyoruz, karanlık sözler ediyoruz birbirimize, haşhaş ve bellek gibi seviyoruz birbirimizi, uyuyoruz şarap gibi midye kabuğunda, bir deniz gibi ayın kanlı ışığında. penceredeyiz sarmaş dolaş,kendimizi seyrediyoruz sokaktan: vakt erişti, herkesler bilsin bunu! artık çiçek açma zamanıdır taşın, yüreğinse tedirginlik zamanı. zamanıdır, zamanı gelmenin. artık zamanıdır. Paul Celan

Bütün Bir Hayat

Gündoğumuna bir saat kala saçlarına düşen mavi gibidir mahmurluğun güneşleri; bir kuşun mezarının üstünde, otların hızıyla biterler. Onları da baştan çıkarır, zevkin teknelerinde oynadığımız rüya oyunları. Zamanın tebeşirden kayalıklarında onları da hançerler bekler. Daha mavidir derin uykunun güneşleri: Bir zamanlar saçının bukleleri gibi. Bir gece rüzgârı olup, kız kardeşinin parayla açılan kucağına sığınmıştım; Üzerimizdeki ağaçtan sarkıyordu saçların, ama sen yoktun. Biz dünyaydık sanki, sense büyük kapının önünde bir çalılık. Beyazdır ölümün güneşleri, çocuklarımızın saçları gibi: O, yükselen sularla gelmişti, sen kumlukta bir çadır kurduğunda. Sönmüş gözleriyle, başımızın üzerinde mutluluğun hançerini kaldırmıştı. Paul Celan

Bademlerden Say Beni

Say bademleri,  say acı olanı, uyanık tutanı say, beni de onlara kat: Gözünü arardım hep, gözünü açtığında, sana kimselerin bakmadığı bir anda, örerdim ya o saklı, o gizli ipliği ben, ki onun üzerinde tasarladığın çiy'in testilere doğru kaydığı bir zamanda, yüreğe varamamış öz bir sözle korunan. Ancak böyle varırdın adına, senin olan, o şaşmaz adımlarla kendine yürüyerek, savrulurdu çekiçler sanki bir çan kulesi boşluğundaymış gibi senin suskunluğunun. Ölmüş olan o şey senin koluna girer ve işittiklerin de seninle birleşirdi, üç olup giderdiniz geceyi katederek. Beni de acı yap, acı yap beni. Bademlerden say beni. Paul Celan Çevirenler: Ahmet Necdet-Gertrude Durusoy

Yanık İzi

Uyumuyorduk artık, çünkü hüznün saatiydi yatağımız ve birer değnek gibi büküyorduk akreple yelkovanı, ve onlar hızla yaylanıp kırbaçlıyorlardı zamanı kan gelene kadar, ve sen, gittikçe bastıran günbatımıyla konuşuyordun, ve ben, on iki kez sen diye seslendim sözcüklerinle ördüğün geceye, ve gece açılıp, öylece kaldı, ve ben, bir gözü onun kucağına bırakırken, ötekini senin saçlarına taktım, ve ikisinin arasından açık damarı uzattım fitil yerine- ve genç bir şimşek, yüzerek yaklaştı. Paul Celan Çeviren: Ahmet Cemal

Zamanın Gözü

Bu gözüdür zamanın. Yedi renkli kaşın altından şaşı bakan. Korla yıkanmış göz kapakları Göz yaşları ise olmuş buhar. Süzülüyor kör yıldız ona doğru eriyor sımsıcak kirpiklerde, ve ölüler gonca verip çiçek açıyorlar. Paul Celan