"Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka..."(Cemal Süreya) Eylül Furuğ Ferruhzad’a Saatlerce masanın üstündeki telefona baktı. Elleri koynunda... düşündü... düşündü... ve nihayet düş/ürdü... koynundan... ellerini... Bir de sıkı sıkıya tuttuğu yeşillerini. “Olması gereken'', dedi... ''Çünkü güz geldi.” Tüm sabahlara gölge düş-tü... ''Eylül düştü... Düş-tüüüüüüü!'' diye bağırdı Güneş ardından. Eylül de anladı... Hiçbir şey artık aynı kalmayacaktı. Düş-enleri toplasa, düşmemiş gibi yapabilir miydi? Boşluk... Kendisine sarılan her şeyi sımsıkı tutardı. Bitti. O ana kadar başlamış olan her şey bitmişti. Başlayacaklar henüz düşmemişti ellerine. Bundan böyle yalnız yüreğin hükmü geçerdi gözlerine... Eylül! Ona düşen susmaktı bundan böyle. Susmak; söylenmemiş sözcükler diyarı... — Pencereye bak, Eylül! Gazel rengi gökyüzüne bak, dedi Güneş. “Düştüğüm yerden hiçbir şey göremiyorum Güneş! Sesini duyuyorum yalnızca. Pencereyle gör...
"Çiçeğin açması da bir tür şiir belki - Bilmiyorum"