Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Oktay Rifat etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Çağrı

gel dört gözle bekliyorum kayıklarla pencereden gir sedire kurul odada yelken aç yapış sulyenli dubalarıma zehirli midyelerinle gel de nasıl gelirsen gel Oktay Rifat

Niko'nun Kahvesi

Niko rakı içer sandalı boyamazsa. Niko susar. Onun sessizliği bürümüş Masaları. Onun yalnızlığıdır, kireç Badanalı, yamrı yumru, bu ak duvarlar. Semaverin hemen yanıbaşında durur Köstence’de bir dükkândan aldığı gemi. Bu resim Pire’nin, bu böcekler Batum’un, Bu ağlar tonla balık akıttı karaya. Niko, eski yazlarda çığrışan martılar, Zıpkından kurtulmuş kılıçlar, ahtapotlar Ve en sıcak güneşlerle karmış harcını Kahvesinin. Lipsoslar yine derindedir. Orfos, beygir gibi kısar kulaklarını Kefalos’taki sivri taşın kovuğunda. Morumsu işkineler, oynatarak ağır Ağır kanatlarını, bakarlar Niko’ya. Boz bulutlar gibi çatısında denizin Uskumru sürüleri devinir yukarda. Gölgesi vurur tırandilin ışıltılı, Yosunların, kara süngerlerin üstüne Ey kancık ve oynak deniz dibi burdasın, Burdasın sen! Şu tüten dumandasın! Çayda, Tabakta, dolaptasın! Seni verir Niko Liranın üstünü uzatırken, seni yer, Seni içer cıgarasında, seni uyur, Seni bilir, seninle yatar geceleri. Bir yelkenli ...

Mısır Dönüşü

Doldur kadehimi Hasan Can! Güneşe Tutsam derimi, ısıtmıyor. Bu mintan Kefenden daha soğuk! Versem ateşe Girit ve Rodos’u, kızoğlankız, civan Kırk Macarlı odalık, bel, kasık, meme, Dizsem karşıma, nafile! Ne Çaldıran, Ne Şam, Mısır, su serpmez yavuz gönlüme, Bir çeki taşı gibi üstümde Zaman Ve soyulmuş etimde bin sırtlan anı. Varın gidin cellata, vurulsun boynu Yunus vezirimin! Hasan Can, şarap koy Ki dönsün fırıl fırıl yer gök ve saray, Arap, acem mülkü bütün, diyar-ı Rum! Ayna tut, yüzümü görmek istiyorum! Oktay Rifat

Pembe Yalı

Kızlar vardır kıvırcık salata gibi Ağızları burunları kıvır kıvır Bacak bacak üstüne vapurlarda Rüzgâr eser oraları buraları görünür Baktıkça fık fık eder adamın içi Vay canına tükürdüğümün İstanbul’u Bir oynak olur Fındıklı önlerinde Elimde yüz iğnelik çapari Poyraz gibi dalarım palamutlara Altımda Turgut Reis motoru Rumelihisarı’nda Orhan’ın mezarı Ne gittim ne gördüm gitmek de istemem Taze ekmek bir parça beyaz peynir Şimdi olsa şuracıkta rakı içer Denize mi bakar kim bilir Ben rıhtımdan suya atlarım Altımda balıklar Üstümde bulutlar Ağzımın kenarında çırpıntılı Boğaz suyu Pembe yalıya doğru yüzerim Oktay Rifat

Karıma

Sofalar seninle serin Odalar seninle ferah Günüm sevinçle uzun Yatağında kalktığım sabah Elmanın yarısı sen yarısı ben Günümüz gecemiz evimiz barkımız bir Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter Yalnızlık gittiğin yoldan gelir Oktay Rifat

Ihlamurlar

Unutmaya başladım oralarını denize inen yol siliniyor yokuşun başındaki ev yoğurtçunun üstündeki top ağaç balıkçı tezgahları çarşıda soluyor önce sonra siliniyor hızla giden bir araçtan bakıyormuşum gibi görünüm uzaklaşıyor önce sonra siliniyor uçuyor gün geçtikçe resim eksilmeyen bitmeyen sadece gittikçe daha baygın daha dirençli kokusu mayısta ıhlamurların. Oktay Rıfat

Nara Benzerdin

Nara benzerdin bir zamanlar, çoktun! N'oldu Sana! Kırk atlı çıkardın dağa, yüz atlı İnerdin dağdan. Kurşun bitmez tabancanda, Atın şahlanır, kırbacın ıslık çalardı. Miçoydun isteyince, kaptandın, korsandın; Martıydı, buluttu, engindi yamacında. Şarap fıçılarına yaslanır limanda, Doğudan batıya usulca kayıp giden Mavna dizilerine bakardın Zaman'ın. Avcıydın, eski taşlara sinmiş günleri, Tavşan yakalar gibi, çeker çıkarırdın Kulağından. Bizans surları doruğundan Bir Osmanlı vakti düşerdi ellerine. Aşınmış tahtalara sürerdin yüzünü. Hani paslı kancalarla çiviler! N'oldu Damında kediler sevişen ev, rüzgârın Tuzlu tüylerini döktüğü arka sokak! Yitirdi çoktan düşlerindeki çocuklar, Kumsala çekilmiş ölü kayıklar gibi, Gecesiz gözlerinde yeşil ya da mavi Bir güneşe benzer o öfkeyi! Kırıldı İnce belli bardaklar. Küpeçiçekleri Kavruldu gitti tozlu camların ardında. Kenar semtleri İstanbul'un! Sisli, ılık İlkyaz günleri! Cumbalar, şahnişler! Kızın Yüzü, at...

Aracı

Bağlı kollarımı çözmek kimin aklına gelir Kelepçeli o zamanlar Bir kız kaşıkla su içirir Başımı çevirince -yeter demekti bu- Kaybolurdu Büyük ağaçların gölgesiyle Geldiği çok oldu Arada bir geceleri yarı çıplak Ve daha çok Saçları uzadıkça Denize inerdik Ben yüzerdim o girmez Rıhtımdan suya bakardı Denizden çıkardım Yok Şaşırmazdım Ben onun doğumunu bilirim Doğmadan öncesini Yokluğunu Oktay Rıfat

Kadeh

Burası dalyan kahvesi Ortalık süt mavisi Apostol bu ne biçim meyhane Tabağımda bir bulut Kadehimde gökyüzü Oktay Rıfat Horozcu

Tecelli

Nedir bu benim çilem Hesap bilmem Muhasebede memurum En sevdiğim yemek imam bayıldı Dokunur Bir kız tanırım çilli Ben onu severim O beni sevmez Oktay Rıfat Horozcu

Gün Sonu Konuşması

                        Nurullah Ataç’a Ağaçların evlerin üstünde başım Aydınlık içinde Kuşlar ötüşerek geçiyor civarımdan Akşam oluyor uykudan kolay Oktay diye sesleniyor Gökyüzündeki küçük yıldız Sizler de akrabasınız Benden neden kaçarsınız Kurtlar sincap tilki Ağaç konuşuyor Ben ağacım bilgim de ona göre Rüzgârlı havalarda konuşabilirim Bilmem gurbet sıla farkı Ayaklarım olmadığından Köklerim toprakla kardeş Zamana alışık yapraklarım Acımaz kırsanız dallarımı Korkmuyorum sizler gibi ölümden Çünkü toprağa karışınca Tekrar ağaç olmanın çaresini bilirim Ben konuşuyorum Hep yaşadığımı hatırlatıyorum kendime Diyorum ki işin acele Bir gün ne el kalacak tutmak için Ne yürümek için bacak Ne bulutların seyri Ne de bir hatıra dünyamızdan Çünkü hatıralar kuşlar gibi Dal ister konacak Bir gün yaslanmak istesen pencereye Diz çökmek istesen nafile İş işten geçmiş olacak Kuş konuşuyor Elinde tuttuğ...

Sen ve Başkaları

Bir sen yürürsün sokakta, yürürken; Oturursun koltuğa, oturunca. Su, bir senin bardağında en çok su. Bir senin kolların bileziklidir . Bir senin ağzın dudaklı ve sıcak. Bir sen memelisin, ince bellisin Başkaları gitmiş olur, gidince; Bir sen yakınsın, uzakta kalınca Oktay Rifat

Bir Şehri Bırakmak

I Senin için aldığım menekşeleri Çalgıcılara dağıttım Son gece Son defa başlıyan sabah Yatağımı yine sen düzelt Küçük balıkçı çocuğu Sen denizden Yaramaz ve çapkın balıkları tutabilirsin Çok uzaklara gittiğimi Sana söylemek isterdim Güzel satıcı kızı II Ağaca söyle Gölgesini getirsin bana yolluk Sokağı ve denizi isterim pencereden Senden çörekler isterim Ay biçiminde III Ellerin yetişir vedalaşmaya Niçin ağlıyorsun Oktay Rifat

Perçemli Sokak'tan

Köşe başını tutan leylak kokusu Yakamı bırak da gideyim Oktay Rifat

Eski Zaman Âşığı

Ben eski zaman âşığıyım Sevda çeker düşünürüm ağlarım Bazen tilki kadar kurnaz bazen akılsız Bazen çocuk gibiyim bazen bakakalırım. Herkes âşık olur sevdalanır Bir yolu var gönül çekmenin de Benimki sevda değil ateşten gömlek Bir kor düşmüş ışıl ışıl yanar içimde Ama ben eski zaman âşığıyım Sevmek kadar kanatlanmak da gelir elimden Gece hayalimde gündüz fikrimde Ela gözlü o yâr çıkmaz gönülden. Oktay Rifat

Anış

Her dakikasını ayrı hatırlarım Erenköy'de geçen zamanımın Rüyama girer bir arada İstanbul bahar ve Türkân'ım Bir odamız vardı etrafı sarmaşık Bostanlara bakan penceremiz O güller kadar taze Ben ona deli gibi âşık Bir yastıkta dinlenir başlarımız Saçlarım saçlarına karışırdı O güzel bir kızdı ince alımlı Ne giyse yaraşırdı Yeter ki gönüller şen olsun Şarkılar söylerdik yolda Hep karşıma otururdu ellerini tutardım Akşam üstü eve dönerken paraşolda Ağaçlar çiçekteydi Türkân'ım sağ beraberimde Kalbim sevda içindeydi İstanbul bahar içinde Oktay Rıfat Horozcu

Sandalda

Şu havaya bak reis şu suya bak Deniz kadın gibiymiş hadi be Marika’dan da güzel bu mübarek Tövbeler olsun katil olur insan Sağımız adalar solumuz dalyan Ben kürekteydim Mehmet karşıda Mavi beynime vurmuş Mehmet dedim Mehmet yahu Ateşle dinamiti fırlat gitsin Yüze vursun karagözü izmariti istavriti Hiç unutmam yine böyle bir gün Ada’da Hıristos tepesinde Deniz tabak gibi önümüzde Sedef adası Medef adası Maden Böyle şey görmedim ömrümde Bir hışırtı insanı ürperten Binlerce on binlerce leylek İstanbul’a döndüler üstümüzden Bir daha anladım denize karşı Uzandım sandala yumdum gözlerimi Yaşamak mademki bunca güzel Dövüşülür uğrunda ölünür Anladım ki hürriyet aşkı barış aşkı Yaşama sevincinden ayrı değil Günümüz bu inançla böyle taze Mavilik bu yüzden pırıl pırıl Oktay Rifat

Mahzun Tarafım

Benim mahzun bir tarafım vardır. Bakmayın neşeli olduğuma; Sanki bir başkası içimde; Pişman dünyaya geldiğine. Bağ, bahçe ,deniz kenarı, Güzel manzara faydasız; Ben hazdan bitiyorum, O daima neşesiz Alışamadım yıllardır. Bu ikinci varlığıma Bakmayın neşeli olduğuma Benim mahzun bir tarafım vardır. Oktay Rıfat Horozcu

Yedi Dağın Ardındaki

1. Bir yıldızla biçilmiş incecik yine, yine sazlarla örtülü, yine en uzak yerinde kandili; Sarılınca titriyor, resimlere benziyor yine, yine yosuna değmeden basmıyor ayakları; Yazıları tutuşuyor avucunda açtıkça ellerini, yine yarım yüzüyle koşuyor düşe ve ağlıyor, Bir ışınla deliniyor en çabuk yerinden, göksel sofalarda gezinerek topluyor günlük çiçeklerini; Büyük aynalarda dolaşıyor yine, bulutlara bakıyor ağaçlı yolda, baktıkça kendi oluyor yine; Yine zamansız türküsüyle başlıyor akşam, başlıyor dalgalı bayraklarla deniz çizgisinde camlar İstanbul yine. 2. Sensiz yaşanmıyor, geçilmiyor köprüden. Köprüsüz ve ırmaksız durulmuyor, durulmuyor silahsız. Sensiz durulmuyor. Aşılmıyor yürüsek, boşalmıyor konuştukça, içmekle tükenmiyor. Ağrıyor ne varsa senden uzakta, sensiz durulmuyor. Yaşanmıyor gecesiz, gece de gündüz gibi. Geçilmiyor başlayınca büyük deprem, kanlı meydandan, o solugan atla, topal ve kör. Gezilmiyor, sensiz yatılmıyor. Sen ki yatay ve dik, uzat bize durmadan, kolayca yat ...

Sessiz Kıyıda

Şiirler biter bir gün denizkestaneleri kalır ahtapotlar fesleğenler camların ardında umutlar biter bir gün bir at arabası gölgede kısrak tayını emzirir bütün buları gördüm ben kısrağı da kahveyi de asmayı da sen kısa entarinin anlaşılmasından habersiz bana bakıyordun bense yetişilmez hızla başkanmış geceyi ikiye biçiyordum baktım denizler bitmiş kumsal kan içinde kapılar gıcırtılı yollar ince yollar çakıllı yollar cansız parmakları gibi bir ölü elin gözümle gördüm bunları sessiz kıyıda mavi martı sesleri düşerken üstüme Oktay Rıfat