Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ahmet Murat etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Gelmedin

Sana direndimdi, boşunaymış Ey dünde yiten, ey gömdüğüm tütün, Seni anlamakmış, boşunaymış Sendin kitapların sezmediği bilim. Seni bildiydim yalınlığında gençliğin Ey aşk, ey şaraplardan geçişim, Boşunaydı aramam seni okullarda Sendin boşuna açılmamış yara. Seni kıtaller, seni bayraklar Seni gümüş atlardan yıkan sevişim, Boşunaydı beklemem seni, gelmedin Bir sonbahardın ve kesik bileklerin. Seni unutmak içindi boşuna Geceler, filmler, metafizika Bir yaprak, canıma çizik atarak aşağılara Düştü boşuna, düşecektim aslında. Ahmet Murat İtibar Dergisi / Temmuz 2017

Şeyhe duyulan ihtiyaç

Önce şu cümleyi bir kuruvereyim: Şeyh, Arapça’da yaşlı demek. Başlıktaki şeyhin bir yönüyle bu anlamla ilgisi var, bir yönüyle de tasavvufi anlamıyla. Aslında ikisini birbirinden ayırmaktaki zorlukla daha çok ilgili. Şeyh, tasavvuf söz konusu olduğunda, kalbin der-topunu bilen, düşünce kaldıran, uyuyunca uyaran, sürçünce kayıran bir yol gösterici demek, malum. Ne demek düşünce kaldıran? Dünyaya düşünce, ukbaya kaldıran demek. Sürçünce kayıran? Hatasız kul olmaz, seni hatanla seven, demek. Bu işlemlerse bazen sözle olur, bazen gözle olur. Tasavvufi anlamda böyle bir maceraya katılmak, kritik bir tercih meselesi. Oraya girmeyelim. Ama şuraya girelim: Hayatımızda, görünce bize dünyanın faniliğini talim edecek, konuşunca hayat gailemizi gözümüzden düşürecek, o çok önemli dertlerimizi kıymetsiz kılacak birilerine ihtiyacımız var. Modern toplum düzeni, delileri, sakatları olduğu kadar yaşlıları da görünmez kıldı. Ayak altında dolanmamaları, hayatın akışında bir sekteye yol açmamala...

Fotoğraflardaki yaşlıların elleri niçin dizlerinde

Yaşlı fotoğrafları… Bir süredir karşı koyulmaz biçimde dede-nine fotoğraflarına kaptırmış durumdayım. Nerede karşıma çıksalar, hipnotize olmuş halde, bakakalıyorum. Dede fotoğrafları güzel, nine fotoğrafları daha da güzel. İkisi bir aradaysa bambaşka güzel. Birinde, bir cami önünde, yan yana oturup ezan vaktini bekleyen yaşlılar var mesela. Aksi görünüyorlar ama değiller. Kalın gözlük camları, ifadesiz bakan gözlerini daha da derine gömmüş gibi. Bir diğerinde, eğreti bir sobanın yanına diz çökmüş bir yaşlı çift. Önlerinde, mevsimine göre bir tabak nar, belki bir çaydanlık ya da yumuk bir emektar tekir. Aralarında manidar bir mesafe hep kalıyor. Birbirlerine sevecen gözlerle bakma çabası yok, “altmış senelik ölümsüz aşk” konsepti yaratma gayreti de. Öylece, masum, el değmemiş, fotojenik olamadan duruyorlar. Bu resimlerde, dikkatimi iki şey çekiyor: Gözler ve eller. Gözler, nedense çok acemiler. Bakışlarında, fotoğraf makinesiyle yeni tanışmışlar gibi bir tutukluk, bir merak am...

Muhayyer Münacat

Allahım biraz konuşabilir miyim bağışla Konuşuyorsun sen, duymuyorum ben ah bağışla Ben de konuştum çok, çoğu boş, boşlukları doldurdum Yarım kalmış bir çay gibi soğuttum kendimi, İçime şeker attın, tatlanmadım yine Seni anlayamadım, tişört yazıları, sokak isimleri, Plaka harfleri, medet umdum tümünden, bir tıkız idrakle tıkandım, Yağmurları anlamadım, karlarda üşüdüm, bilirsin Şemsiyeseverim, o uçarı, o gizemli şiirseverler aksine Lodosta başım ağrır, malum sinüzit, alerjim de var yağmura iyi mi Benden şair yaptın ya, bu senin kudretin, memnun musun desem Sana seslenmeye yarıyor, memnunum bense. Kelimeleri sevdim, yabancı kelimeleri de, düşman olanlarını bile Bazılarında bir tarçın kokusu, bazıları hurma gibi ezildi dilimde, kimi bir kasımpatı patladı Onları tuttum içimde, bazılarını salsam da hindiba gibi göğe Göğe o bedevi gibi baktım, Allah gökte diyen, ümmi, müsterih Göğü sen yazdın, okuyamadım ben, dillerimde bir reçine Aklımda kalp fikirler, kalbimde bir yer k...

Neyi Kaybettiğini Hatırla

Oturma odamdaki koltuktan, otururken de görebildiğim iki ağaç var: Biri orta yaşlı bir yenidünya ağacı. Mevsimi gelince meyvesini esirgemeyen, yağlı yaprakları soğuğa, kışa epey kafa tutan bir ağaç. Hemen yanında bulunan diğeri ise, güngörmüş bir cennet meyvesi ağacı. Üç-dört hafta olmuştur; sanki okul kırmış gibi şakrak bir serçe topluluğu, kalan üç-beş meyveyi şamatayla üleştiler. Bu iki ağacın ikisi de İstanbul’a yakışan ağaçlardır. İstanbul’un iklimine de, florasına da yakışırlar. Dahası, tıpkı İstanbul’un Anadolu için egzotik olması gibi, bu iki meyve de Anadolu ölçeğinde egzotik meyveler sayılır. Eski Anadolu, meyve niyetine kurtlu alma ile, etsiz alıçla, yaban armuduyla idare ederken, bu renkli, afili, esanslı iki meyve, eh egzotik sayılmalılar. Ama bu ağaçlardan artık İstanbul’da pek kalmamış, eskiden daha bi çokmuş. Eski konaklarda, ellili yıllardan kalma apartımanların bahçelerinde varsa, o da tek tük. Bizim bu komşuları muhafaza edip bu günlere getiren, Üsküdar’daki (belk...

Ormandaki Vaaz

kendime diyorum bazen seni buldum çekerken ağları sudan suyu bulursun öyle oldum sana baktım bir bulutlar, davullar şiirlerde gezdirdiğin çocuklar ve öğleler atlar için sular soğuttuğum orman büyük ve karanlıkmış, böcekler ateşliymiş, olsun güç verir bana seni aramak için uzaklaşmak orman yolu mutluluk veriyor’u çalarım ıslıkla içinden geçerken dikenlerin gövdemi dinlerim yaban meyvalarını burnuyla iten ceylanları bir mısrada severim bunda ne var ki seni bulurum defne yaprağı çiğniyorsundur ya da bir şey onu andıran bir yağmur bitiyorsa başlıyorsundur yenisine güzelsindir, iyisindir ve yaratılmış çamurdan Ahmet Murat

Bir Şey Kalır

toprağı ve suyu seyredişini öveceğim son cemrelerin dansa kaldırdığı ablaların için uzaktan sevinişini bir portakal trenini alkışlar bir çocuk bunu hatırlar şimdi görenler seni bunu hatırlar görenler şimdi seni bende hatırlarım ama usul usul tok atlar otlakta gibi, akşama daha çok var gibi sonra unuturum bunu, başka şeyleri unuturum anılar gömülüdür zaten ben bir daha gömerim çocuk olmuşum, hasta olmuşum, deniz olmuşum yalnız bir sincabım belki gömdüğü cevizlerine küsen biz ayrılalım: sen kuzeye git atımı seninle paylaşırım eğer istersen meyve al yanına biraz su ve kibrit bir şarkı için beklettiğimiz kanı, yıkadığımız sesi ama unutma. Ahmet Murat

Kalbin Kararı

Önce sola, sonra sağa, yine sola Bakan akıldır, kalp uzatmaz Akıl iki kere ikiyi iyice bilir Kalp ikiyi inkar edecektir. İnsan uykudadır, ölünce uyanır Günün adamıdır ve karşılanır Can uyanır ve karar anıdır kalp için Allah sürprizdir, Rabbül âlemin Kalbin kararını akıl tartar Bu şuna benzer: akıl esnaftır Şuna da: akıl yaralanır Kalp yaralanmaz çünkü yaradır Ahmet Murat

İlk Oruç

bir yudumda içilir akşam ezanı sezer yolunu bir dua iç denizlerde: ‘kabul et lütfen ilk oruçlar hatrına’ bir yudumda içilir akşam ezanı hilal göründü, kara göründü, kurtulduk ilk orucuyla süsleniyor kızım aynada bir ümmet anlaşıyor ışık hızıyla hilal göründü, kara göründü, kurtulduk ekmek sıcak, Allah güzel, sen iyi bu marşla aksın e-beş trafiği eve erken gelen babanın yuva yapar yüzüne ekmek sıcak, Allah güzel, sen iyi Ahmet Murat

bir şair bisikletle

yeşil otlar tartarken ovadaki rüzgarı bir yağmur otobüsünden bakıyorduk dışarı tepeyi irkiltti geçti biri gencecik biz sandık ki o tepe değişti ya da biz sandık ki o tepe değişti bir şey oldu ilk aşkın gözleriyle bakılan kahveler soğudu yorgun bir kuş bitti bir çömlek kurutuldu bir tırtıl küçümsendi herkes dirseğiyle yanındakini: neydi o neydi içlerimiz büyük bir yudumla susturulmuştu sanki yeşil otları diyorum, o tepeyi boyluca bir yağmuru, bir şiiri ve ikindiyi sağına soluna çarparak bir şair bisikletle çarpacak bir şey de yoktu, aşıyordu sanki ahmet murat

Bir Tereddüdün Şiiri

bir pazar yorgunuyum sevgili günce yazılı olmuşum dün gece sosyalden ve dinden sahici sanat çalışmışım, dolmuşum ta boğazıma büyük müzik, uzun roman, mutlak kibirle deri değiştirmişim beşiktaş’a geçerken alelacele bugün pazar, bugünpazar gazeteleri alıp basıyorum yaralara ekleriyle küçükkentsoyluya bir kalıp ezine balkonda begonya güzeldir vesaire vapurların biteviye geçtiğini bilmek hem şu yönde mutlupazar dondurmaları eriyor balıkları büyüyor duyuyor musun ey günce lirikler şarlayarak iniyorum ilk durakta patates baskı kızlar da iniyor usta rimeller, sivilceler, pozitif enerjiler iniyor başımda beğendiğim dizelerimden bir ayla çıkarken geçirivermişim üstüme kentli bir sıkıntı büyüğünden üstelik, dökümlü duruyor çekirdek aileler hafta içini çitiliyor bungunluğu, taksitleri, ortanca kızın karasevdasını sahile götürmeli çocukları, insanlar benzemeli birbirine uzaktan geçen gemiler ilk gençlik yıllarım demeli baba sigara dumanından bir mask suratında yaşlanıyorum,...