Ana içeriğe atla

Kayıtlar

arthur rimbaud etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Esrik Gemi

Çığırtkan Kızılderililer çarmıha germiş, Çakmış kanlı direklere yedekçilerimi, Kendimi özgür ırmaklara kapıp koyvermiş Gidiyorum sular alıp götürüyor beni. Ne İngiliz pamuğu, ne de Felemenk unu Ne tayfa patırtısı, ne başka derdim kaldı, Bitirdi yedekçiler ahret yolculuğunu, Özlediğim yerlere yelkenlerim açıldı. Geçen kış, öfke ile çalkalanırken sular, Çocuk beyinlerinden daha dilsiz, sağır, ben Öyle koştum durdum ki, uğradığım adalar Yıldılar şamatadan, görkemli gürültüden. Sabah, uyanışımı fırtınalar kutsadı, Mantar gibi, on gece dalgalarda oynadım, Ölüm kervanı sular beni durduramadı, Fenerlerin budala gözlerine bakmadım. Çocuklar nasıl hazla elmayı ısırırsa Öyle iştahla doldu çam tekneme yeşil su, Üstüm başım, dümen, kanca, gemide, ne varsa Baştan başa kusmuk ve mavi şarap tortusu. Sütbeyazım, yıldızlar akıyor her yanımdan, Denizin Şiirinde yumduğum günden beri. Kemirdiğim yeşil maviliğin solgun, hayran Boşluğuna bazen dalgın bir ölü inerdi. Orada mavil...

Susuzluk Güldürüsü

I BÜYÜKLER Senin dedelerin, nineleriniz, Büyükleriniz! Soğuk terler tenimizi Örtmüş ay'la, yeşillikle... Yamandı sert şarabımız! Yalan dolansız güneşte Ne gerekir bize? içmek. BEN. - Barbar ırmaklarda göçmek. Dedelerin, nineleriniz      Çiftçileriz Sorgunların dibinde su: Islak şatonun yöresinde Kazılmış hendeklerdeki Akıntıyı bir seyreyle. İnelim mahzenlerimize Elma şarabı var, süt var. BEN.-İnekler ile su içmek. Dedeleriniz, nineleriniz;    Buyruğunda içecekler Buyruğunda tüm dolaplar, Enfes çaylar, kahveler var ibriklerde titriyorlar. - Bak, ikonalar, çiçekler, Mezarlıktan yeni döndük. BEN.-Tüm kovalan tüketmek. II TİN Su Perileri, ölümsüz, İncecik suyu bölünüz. Venüs, göğün bacısı, coştur Annmış dalgayı, koştur. Yahudileri Norveç'in, Bana karlan söyleyin. Siz, eski dost sürgünler, siz Denizlerden söz ediniz. BEN.- Paydos bu saf içeceklere Paydos su çiçeklerine; Ne destanlar, ne insanlar Kandırır susuzluğ...

Çalınmış Yürek

üzgün yüreğim akıyor gemiye, bir gevişlik tütün salyası gibi; çorba artıkları yüzümde, niye? üzgün yüreğim akıyor gemiye; ya bu kaba saba sözler ne diye? adamların bu zevzek gülüşleri? üzgün yüreğim akıyor gemiye bir gevişlik tütün salyası gibi. hep belden aşağı edepsiz laflar onu nasıl baştan çıkardı, bakın! dümende de o biçim resimler var, sevişmeler, kalkmış cinsel organlar... siz ey beni büyüleyen dalgalar, alın kirli yüreğimi, arıtın hep belden aşağı edepsiz laflar o'nu nasıl baştan çıkardı, bakın! tütünün posası çıktı çıkacak ey çalınmış yürek n'eyleyeceğim? ayyaş hıçkırıkları başlayacak, tütünün posası çıktı çıkacak; midem boşalıp boşalıp dolacak, ben ki, yenmiş yutulmuşsa yüreğim, - tütünün posası çıktı çıkacak - ey çalınmış yürek n'eyleyeceğim? Arthur Rimbaud

Tufan Sonrası

Tufan anısı yatışır yatışmaz, Bir tavşan, evliya otları, kıpır kıpır çan çiçekleri içinde durdu, gökkuşağına yakardı örümceğin ağları arasından. O güzelim taşlar, saklanan – bakıp duran çiçekleri daha şimdiden. Pis ana sokakta kasap tezgâhları kuruldu; bakır oymaları gibi yukarıya kat kat yığılmış denize çektiler kayıkları. Kan aktı. Mavi Sakal’ın orda, – Tanrının mührüyle camları sararttığı cambazhanelerde, mezbahalarda, Süt ve kan aktılar. Kunduzlar yuva kurdu hep. “Fincanlar” tüttü kahvehanelerde. Daha suları damlayan büyük cam evde eşsiz görüntülere baktı yaslı çocuklar. Bir kapı çarptı; köy alanında çocuk savurdu kollarını şakır şakır sağanak altında, – fırıldaklar ve çan kuleleri tepesinde bütün yel horozları oyunu anladılar. Bayan Alplere bir piyano yerleştirdi. Ayin ve ilk “bağlaşım”lar yüz binlerce sunağında kutlandı katedral’in. Kervanlar yola düzüldü. Allak bullak olmuş kutup gecesiyle buzlar içinde kuruldu Splandid- Otel. O günden beri, keki çöllerinde cıv...

SARHOŞ GEMİ

Ölü sularından iniyordum nehirlerin Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış, Cırlak kızıl derililer, nişan atmak için Hepsini soyup alaca direklere çakmış. Bana ne tayfalardan; umurumda değildi Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve İngiltere; Bordamda gürültüler, patırdılar kesildi; Sular aldı gitti beni can attığım yere. Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde, Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış Adaların karalardan çözüldüğü günde Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış. Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim; Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme; Bir mantardan hafif, tam on gece, hora teptim: Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.. Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan Tatlıydı çam tekneme işliyen yeşil sular; Ne şarap lekesi kaldı, ne kusmuk, yıkanan Güvertemde, demir, dümen, ne varsa târümâr O zaman gömüldüm artık denizin şiirine, İçim dışım süt beyaz köpükten, yıldızlardan; Yardığım yeşil maviliğin derinlerine Bazan bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayra...

Cehennemde Bir Mevsim

Aldanmıyorsam bir zamanlar hayatım,önüne bütün gönüllerin açıldığı, yoluna bütün şarapların döküldüğü bir şölendi. Bir akşamdı dizimi oturttum Güzelliği-Terslik edecek oldu-İler tutar yerini bırakmadım ben de. Bayrak açtım adalete karşı. Aldım başımı kaçtım. Ey büyücüler, size ey bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet. Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım üzerlerine boğayım diye cümle sevinci. Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara, boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara. Cürümün ayazında kurundum. Hop oturup hop kaldırdım çılgınlığı. Bana baharın getirdiği iğrenç bir budala kahkahasıydı. Derken az önce işte, bir de baktım ki kıkırdamak üzereyim; aklıma eski şölenin anahtarlarını aramak geldi, dedim belki de yeniden heveslenirim. Hayırmış meğer o anahtarın adı-Anlaşıldı ben bir düşt...

Duyum

Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın, Gideceğim sürtüne sürtüne buğdaylara. Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların Yıkasın, bırakacağım başımı rüzgara. Ne bir şey düşünecek, ne bir laf edeceğim; Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi; Göçebeler gibi uzaklara gideceğim; Mes'ut sanki yanımda bir kadın varmış gibi. Arthur Rimbaud Çeviri: Orhan Veli