Ana içeriğe atla

Kayıtlar

nilgün marmara etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Mezar

tükenirdi monolog kaçarken içine düştüğüm kara toplum big bang sonrası büyük yalnızlık bilinmeyeni saçlarında titreyen iblisler karartırken güneşi üstüste gömülürken saydam yaşamlar bir yankı duyulurdu hiç'likten bütün yalnızlıklarınızın ilenci korusun çoğulluklarınızı cinnet koyun erdemin adını maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın hepiniz mezarısınız kendinizin... Nilgün Marmara

Menekşe Alanı

Geçmişe doğru bir yükselmeyle elde edilen herhangi bir menekşe alanı, düşlerin kurulduğu ve orada tutsaklandığı bölge; kendini ancak bizim imgelememizde var kılan ve hep orada yinelenen mor şenlik türküsü. Nilgün Marmara Kağıtlar / Everest Yayınları / 2016

kağıt (hamur) anneyse kalem de babadır

Defterler eski elbise dolabında, gündüzleri açık artırmada! Geceyse uzun yollar giyinir           ve uyur, Göksüz küçük yıldızımız! Kızları boyladı. (Levh-i Mahfuz) Saklı Kitap Akaşa -akaşik kayıt- dünta belleği. * Eğer kağıt (hamur) anneyse kalem de babadır ve her sözcük içindeki herflerin diziliş bağlantılarıyla avlularda, bahçelerde, kumda oynayan kardeşlerin kendilerine ördükleri zarif ilmeklerdir. Beyaz perde gergin bir çarşafsa (duvar) sinemada onu örten kıvrımlı ağır kumaş da annenin eteğidir, yavaş kalkınca duvardaki gölgeler göze geri döner. Nilgün Marmara

Safir Dilek

Ey dilek koşulu aşkın; beyaz gül ve incelen oklar. Bir güz ağacı gövdesinde kapalı gerçekleşmenin kaynağı . Güneşe uyarlanamıyor dilek. Güz, kırmızı gülün düşmanı, el alıyor donuk karadan kalın oklara karşı. Barışsızlık sürüyor. Bu çılgın eğlentinin karşıtı bir yürek hangi kuşun sesinde dinlensin? Yinelenen bırakılmalarda ararken serin tınısını el, bir sınırı hatırlıyor, sonsuz ! Ey, olmayan bir yalımı bekleyen devinim, susuyor öteye varolurken kıydığı çığlıklarını. Durum diyor bu üstelemenin sarı uzantısı, yaratının ürkünç arılığı ve donuk izleği yaşamanın... Nasıl geceler eli açıklığında üzüm tanelerinin sesine tanıklık kaçınılmazsa, öyle yükselen servilerle göğe daha yakın olmak. Mavinin doruğunda diz çöküşü biricik varlığın, öyle süren aşk çok katlı bir çiçeğin yalnızlığı kadar, bir safir alana doğrulan çocuksu dilegelişte; karanlık dinletiden uzak şiirin açılabileceği öte uzam! Nilgün Marmara

sen kokuyor yüzeyi bedenimin her gözeneği

Bundan böyle baktığımda gömütsü ince boşluğa bilemem martılar neye göre toplanırlar bilemem dizlerim neden çözülür böylesine güçsüzleşir dolaşımı kanımın uyuşurum bunca değişken mavinin görümünde uçarım ve karşı kıyı tehdit okunu kırdıkça sunağım orasıdır pek sık çiçeklerle ve cesetlerle giderim iyice daha sunmaya... Ödünç aldım kokunu kendi tenimde, sen kokuyor yüzeyi bedenimin her gözeneği. Açar açmaz arkı daldı bir bir kelebek içeri, Döndün sandım beyazı görünce, Birleştirerek tenimden yayılan koku ile uçanın sonsuzluk imgesini. Tutuyorum sevi çanını ellerimde, Vurgusu ben’e dönük, yankısı çocukluğa. Kendi ışıltısı deviniyor kendinde katlanarak doyumu töze doğru yayılıyor başkayla aramızdaki kimsesizliğe. Şimdi hayır derken sevişiyorum seviyle ben. Nilgün Marmara

Cam Kelepçeye Evet

Ilık bir süzülüşle Geri dön hayat, Bırakma yeryüzü salına tünemiş pek kara kuşlar Örtsün bakışımı, Görmek acısı sürsün pencere tutsağının Düşsün hayatı suya... Nilgün Marmara

Nilgün Marmara

Nilgün Marmara – “Hayatın Neresinden Dönülse Kârdır” Emine Gürbüz “Azımsanamayacak kadar ölmüşüm / Azımsanamayacak denli ölüyüm... Geliyorlar, bu evde doğan yeni bir ölümü görmeye; koşarak, düşe kalka yuvarlanarak, sürünerek... Nasıl olursa olsun; görmek için bu eski dostlarının yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kıvılcımlarını geliyorlar. Ölüm sessizliği, toz ve küf kokan evden ayrıldıktan sonra seviniyorlar canlıyız diye." 1958’de İstanbul’da doğdu Nilgün Marmara. Kendini büyütmeye çalışan küçük bir çocuktu ki elleri büyüdü. Ortaokul, lise derken geçen zamanın acıyı içine sindirmek istercesine ağır ağır ilerliyor oluşu boğmaya başlamıştı belki onu. Boğaziçi Üniversitesi Sanat ve Bilim Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde başladığı yüksek öğrenimini tamamlamak için yaptığı bitirme tezi ona kırgınlıklarından kurtulmak için yol gösterici oldu. Başka seçenek var mı diye sormadı ölümü seçen Sylvia’ya… Bitirme tezinde intiharı seçen ünlü şâir S...

Daktiloya Çekilmiş Şiirler

hiç kullanılmamış bir zamanın gözkapaklarını açıyorum dünyamsın benim, zorbam, düzenim bundan gözlerim göğe çevrili ellerim denizde hiç katılmadan sende yaşıyorum dirimimsin benim doğarken öldüğüm aşağılık belirtileri sahipliğin, birleştirdi ne geceyi ne gündüzü kölelik yetişemedi aralık paylarına sevincin üşümüşüm bu yaklaşan kışla değil deniz ürpertisi, göğün alacasıyla değil ellerimin soğukluğu hep bir kalabalıkta kaçışının gizini gönlünde tuttuğun bilisiz aşkı/nı ver bana üşümeyeyim kendimizle oynayan güçsüz mahluklarız biz, yaptırımla ödülü gönlümüzde barışık tutan. mesafemiz kuyruğumuzla başımız arasında gider gelir, dehşetli sevincimiz bulunca ayrılmazlığını yengimizle yenilgimizin. devimimiz: felcimizin kaynağından fışkıran. güçsüzlüğümüz: kıvrak istemimizin yatağı. böylece doldururuz biz her kaygının, her doyumun kucağını. az ışıkları yaşamın kabulümüzdür kururken damarlarımızın son solukları kalabalıktan arta kalan biricik ay ışığını katmalı öyleyse ...

Gökkuşağından Darağacı

Şimdi'nin bedeni yok, Yontuyor geçmiş bilgisiyle gelecek belki olur diye taşı, taşını kokluyor yontu dağılıyor... Şimdi'si yitik bundan boyuyor boyuyor evine aldığı ağacın üzerine tüneyip duvarını, tavanını, geçmişi ve geleceği ve her yanını; dal kırılıyor... Şimdi'si yitik diziyor diziyor notalarını, göğe ışık üzerine boncuklarını, ucuza getiriyor varlığını sonsuzun sessizliğiyle sonlunun gürültüsü arasında, O bitirince kıyısında gezindiği yol çöküyor... Şimdi'si yitik bundan yazıyor yazıyor enine boyuna içini ve dışını ve yeri ve göğü ve suyu, bindiği kadırga o inince batıyor Nilgün Marmara

Kan Atlası

emel'e "ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım." çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk her gün her gece eğer adasında,gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar sarmış bedenini çığlıklarken bunu su içinde... karada, hançer suratlı abinin rüzgarın uçar adımları. geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu içinden karanlık, tekrar ve ilenç sızdıran hayret taşında. ''soruyor hatırasında, sırtımda ve sırtında gezinen bu ürperti kim,bir damla süt yerine bu ağu kim?" ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara -boy atmış da salgıları, cücelmiş sezgileri- bir yanılgı rehavetinde debelenenlere... ey, yüzleri bir babakuş gölgesine çakılmış olanlar, üzgün adım, ileri marş! Nilgün Marmara

Kuğu Ezgisi

Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim, Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı bekçi gizleri. Ne zamandır ertelediğim her acı, Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi, -bu şiir - Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim, Dost kalmak zorunda bana ve sizlere! Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o, uykusunu bölen derin arzudan. Büyüsünü bir içtenlikten alırsa Kendi saf şiddetini yaşar artık, -bu şiir - Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü, ulaşılamayanın boyun eğen yansısı, Sevda ile seslenir sizlere! Nilgün Marmara

Kuş Koysunlar Yoluna

Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu? Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer.'.. Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimselerizin vermez yollarıma kuş konmasına? "Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş. Nilgün Marmara

üşümüştüm...

üşümüştüm... düşlerimin üzeri açıktı, bendim, arzularımsa çıplak, onlardım, ufacıktı dileğim mavi suya; örtük bakışının dolaysız ısısı o kadarcıktı! üşümüştüm... ölülerimi taşıyordum, öyle sağır, kaç kez dokundum soğuk dudaklara. bilemedim nasıl dönmez o göz ayrıldığı kaynağına, direnir o kadar! üşümüştüm bu yaklaşan kışla değil, deniz ürpertisi, göğün alacasıyla değil, ellerimin soğukluğu hep bir kalabalıkta. kaçışının gizini gönlünde tuttuğun bilisiz aşkı .................(nı) ver bana! üşümeyeyim... Nilgün Marmara

Yürek: Kutup Tan Vakti

su ılık burada. yine göç kendiliğindendi, yine gözlerim açık. bu gizli alanda ne görürüm, böylesine mavi ve saf, tek başına? ah! Bir oluk geceden acuna yönelmiş, bir ağaç, yeşil çığlığını aya vuran yapraklarıyla. ben, buhar resitalini ya da buzulun çağrısını düşlerim. göz gözü görmesin, irisler donsun ya da! ses boğulsun, boyum bu boy kalsın! yüreğim bu çifte olurlukta, ılığın en karşıtı, deli düşmanı, kutup tanının kendisi olmaya ant içerek, dilerse kardan, buzdan bir igloo olsun, dilerse eritsin bu vücudu kendi iç şafağında, yunsun gök taşında! su, şimdi aydınlık ve hafiftir, yüzeyi çok karanlıkla solmuş olsa da. Nilgün Marmara

Düşü Ne Biliyorum

Kimdi o kedi, zamanın eşyayı örseleyen korkusunda eğerek kuşları yemlerine, bana ve suçlarıma dolanan? Gök kaçınca üzerimizden ve yıldız dengi çözüldüğünde neydi yaklaşan yanan yatağından aslanlar geçirmiş ve gömütünün kapağı hep açık olana? Yedi tül ardında yazgı uşağı, görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o ve bağlanmıştır körler örümcek salyası kablolarla birbirine sevişirken, iskeletin sevincini aklın yangınına döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla. Yine de, o, zaman kedisi pençesi ensemde, üzünç kemiğimden çekerken beni kendi göğüne, bir kahkaha bölüyor dokusunu düşler maketinin, uyanıyorum küstah sözcüklerle: Ey, iki adımlık yerküre Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben! Nilgün Marmara

Nilgün ölmüş

Nilgün ölmüş. Beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış. Ece Ayhan söyledi. Çok değişik bir insandı Zelda. Akşamları belli saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. Yüzü alarır bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. Çok da gençti. Sanırım otuzuna değmemişti daha. Ece ile gergedan için yaptığımız aylık söyleşide ondan söyle söz ettim: bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar görememişim. Bugün ortaya çıkıyor. Cemal Süreya

Burada daha ne kadar öleceğim

Burada daha ne kadar öleceğim? Yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak bulutu haraca kestiğiniz yerde? Ben size alışamam. gözüme saldıran güneş ışınlarında yüzünüzün yokoluşu. "Ağlıyordum, onu gönlümde isterdim ve sadece orada." Öylesine yoksulluk, bir aşk düşünün sihirli hiç karşılıksız... Ağlıyorduk. Ben bu ıslaklığı tanıyordum, düşümde böyle düşünüyordum size dokunurken. Siz bu ıslaklığı tanıyordunuz, düşümde böyle düşünüyordunuz. Nasıl biliyorduk, nasıl? bu gözyaşlarının susulmuş her çığlık, beklenmiş her sevinç için, onun için bu kadar akıcı, saran ve parlak... WET: SORROW- Delilik sevgilim, bir sözcük üzerine kurulmuyor, varolanı dürtüyor, eşeliyor, o bölgede yer ediniyor. Bir sabah, bedenimin tüm hücrelerini ele geçirmiş bir acıyla uyanıyorum, bundan böyle, nereye baktığı bilinmeyen gözlerinizle her karşılaştığımda katlanacak bir acıyla. Onu sürükleyeceğim. Sürükleyeceğim ki, açığa çıkarılamayacak, tanımlanabilir gün ve gecelere maledilemeyecek bir a...

Yabancıların en yakınıydın sen!

yaşadığımın farkında olmadığım gibi dökülüyor yaşlar gözümden.. ben böyle hep amansız ve zamansız ağlıyorum ya bu acı mağaramdan geliyor. ağlıyorum gene farkında olmadan bir yıldıza çarpmış da yere düşmüş parçacıklar gibi dağılıyorum. bu kadar mı çok sevdalandın ay’a da bu tutulma gündönümleri bitmiyor. bak gördün mü gene koca yürekli adam, yüreğinin ertesinde kaldım.. bitip bitip yeniden yaşama başlama sevdan bulaştı tırnaklarımın arasına. oysa her saat başı tırnaklarımın arasına saplanan yaşamı kökünden kesip duruyordum.. iç sızın iç mağaramı böyle ayyuka çıkardı. ve ben sana artık ‘iç sızım’ adını verdim. çünkü ben ne zaman ki gökten yeryüzüne savurduğun parçacıkların üzerinde yürüsem, topuklarıma batıp yüreğimi acıtıyordu. yüreğimi acıttıkça mağaram acıyor ve iç sızım oluyordun. bitap düştüm yaşamın kucağında bu kadar yaşama ve ölüme sevdalıyken. yorgunluktan beni bile taşımaz oldu şiirler. niye bu kadar mutsuzum, niye bu kadar acıya batmışım da çıkamıyorum bu mağaradan.. b...

Sizi Sevmekte Ölüyorum

… burada daha ne kadar öleceğim? yeryüzüyle gökyüzün aracısı olarak bulutu haraca kestiğiniz yerde? ben size alışamam.. tehdit : koltuğunuzun bedeninizle dolmaması.. tehdit: bir merdivenin uygunsuz konumu, gözüme saldıran güneş ışınlarında yüzün yokoluşu.. ‘ağlıyordum, onu gönlümde isterdim ve sadece orada..’ öylesine yoksulluk, bir sevi düşünün bu kadar yayılması günlere hiç karşılıksız… ağlıyorduk.. ben bu ıslaklığı tanıyordum, düşümde böyle düşünüyordum size dokunurken.. siz bu ıslaklığı tanıyordunuz, düşümde böyle düşünüyordunuz.. nasıl biliyorduk, nasıl? her ışıltı anının acı yükünü, ülkemizin sonsuzca yumuşayarak kuraklıktan kurtulduğunu; bu gözyaşlarının susulmuş her çığlık, beklenmiş her sevinç için, onun için bu kadar akıcı, saran ve parlak… WET : SORROW- delilik sevgilim, bir sözcük üzerine kurulmuyor, varolanı dürtüyor, eşeliyor, o bölgede yer ediniyor.. bir sabah, bedenimin tüm hücrelerini ele geçirmiş bir acıyla uyanıyorum, bundan böyle, nereye baktığı bilinm...

Yalnızlık

çok yalnızım, mutsuzum göründüğüm gibi degilim aslında karanlıklarda kaybolmuşum ...bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır aradıkça batıyorum karanlik kuyulara kimse duymuyor çığlıklarımı duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor bense insanların bu ilgisizligi karşısında ilgiye susamışım ümidimi yitirmişim biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim herşeye veda edeceğim -------------------- "en yakın yabancı sendin, daha sürülmemişken ışığın biberi yaramıza, yaslanırken boşlukta duran bir merdivene henüz. ... güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız, ilkyaz derken -kışı gözden kaçıran yüzlerce eller yukarı, saygı duruşlarımız en güçsüz kollarla- çözüldü aşkın zarif ilmeği bulandı aynalar duruluğu. çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık olduğunu... yabancıların en yakınıydın sen!" ------------------- ey iki adımlık yerküre senin bütün arka bahç...