Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ülkü tamer etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Sevginin Ardından

Sevginin ardından yürüyen uyku Sevişmeyi değil, seni bütünler Yüzünün ülkesi sınır tanımaz Bırakır geceyi o ince keder Bütün tarihini sırtına vurup Denizi üç günde geçen serçenin Bir seher vaktinde soluk soluğa Tünediği dalda şenlik gibisin Ülkü Tamer

Bruegel

Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor. Köpeklerin bakışlarında birer keman tadı. Avcılar ve kuşlar avdan dönüyor. Zaten her yanda hüzün görülür Uzakta çocuklar kayıyorsa, Kızaklar tahtadan yapılmışsa, Kar dinmişse,avdan dönüyorsa avcılar, İnsan anlamışsa ansızın, başladığını Gökyüzünün, ayaklarının ucunda. Kuş tüyleriyle kaplıdır burunları Birer sirk emeklisine benzeyen avcıların; Soluk alır, tüy verirler yorulunca, Yürekleri birleşir, geniş bir av ülkesi olur, İçinde tazılar yaban ördeklerini, Çantalı okullular kar tanelerini avlar. Norveç'in nüfusunu bilir de okullular Karın nüfusunu bilmezler nedense. Zaten her zaman hüzün bulunur biraz. Norveç'ten söz açan şiirlerde. Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor. Ağzımın kemiğinde dağınık bir şiir tadı. Gürgenler ve kayınlar avdan dönüyor. Sırtsız atmacalar çizerdim şimdi Bir kayığın yelkeni geçseydi elime; Unutmazdım, yelkenin bir köşesine Tabut başlı bir avcı yerleştirirdim. İçime çektiğim hava değil, g...

O Eski Bir Güvercindi

O eski bir güvercindi gittikçe hatırlanan, O eski bir güvercindi, uçması da iyiydi bana kalırsa O eski bir güvercindi, çünkü tenhaydı şehirler, Benim saçlarıma saklanırdı, benim saçlarım çalılara; Onu görürdüm göllere girdiğimde, bıldırcın avladığımda akşama, Gelir ateşime sokulurdu, o eski bir güvercindi, Başka kimsecikler de yoktu galiba. Bir başıma sevişen adam mıydım, ben neydim? Silâhlarımı da severdim, güvercini de, İnsanları da severdim, hiç görmemiştim oysa, Ama ben insandım ya, o eski bir güvercindi, O eski bir güvercindi her şeyi anlamaya. Nasıl olduysa oldu, sardılar beni birden: Kadınlar ve erkekler, kemikleri de ortada, Anlamadım bir türlü, durmadan yürüdüler, Durmadan toprak kazdılar, şapka giydiler; Hürlük vardı, verdiler onu, istemek için yeniden, Belki aldılar geri, beni bağladılar ama; O eski bir güvercindi, şaşırdı olanlara. O eski bir güvercindi, bıraktı beni onlara, Götürmedi kanatlarından bir başka yalnız suya, Geçti çocuk gölgelerinden, dö...

Bir Adın Yolculuktu

1 Kavaklık neresiydi, İthaka neresi Belki Kırkayak bahçesinden başlamıştı yolculuğun senin Belki Nurgana'dan Başpınar'da konaklar mıydı Odysseus Penelope kurar mıydı tezgâhını Kayacık'ta Troya neresiydi Agamemnon Bir dağ-yüreğinin sesiydi Meyan şerbetçileri dolduruyor sokakları Sebil sarıp sarmalıyor ikindiyi Alçalan güneşin altında Kyklops Birecik yolunu gösteriyor tek gözüyle Dağ yeli, dağın yüreği, söyle Kimdi Odysseus Antep'e gelenlerin delisi miydi 2 Berberlerin artık yorulma saatinde Düşlerin bitip bitip başladığı bu saatte Eşekleriyle yola koyuluyor pazarcılar Bu adam Mazmahor'a yakın oturur Bir adı İbrahim'dir, bir adı başka Turuncu güvercinler yetiştirmeyi koymuş aklına Güneş doğdu muydu üzülür Olmayan kılıcını takıp beline Hüyüklerde bir Aias aranmaya başlar hemen O gelen kim Sorma bana Adını hiç söylemez Sirenlerin diliyle konuşur sadece Şu gelen Humanızlıdır Güvercin değil, evler büyütür içinde Boş vakitlerinde t...

Mart Öncesi

Martının görüntüsüyle martı Suda birleşirler Bütün gün bunu düşündüm Birşey kalmadı o yıldan artık (Soluk otlar var Tuz renkli) Tuzla çürüttüğümüz Yalnız yapraklar kaldı o günlerden Gerisini hep temizledik güz akşamlarında Birşey kalmadı o yıldan artık yaşayışlarımızdan yapraklardan başka Birşey olmamış gibi sanki Sanki sevgilerimiz sevgilerimiz yaşayışlarımız hep değişmiş Kendimiz bile yabancıyız o anılara Neden ağlayayım bunlar için ona ne verdim ki Acılardan acılardan acılardan başka Martı Görüntüsüyle birleşir kış sularında Archibald Macleish Çevire: Ülkü Tamer

Bir Mektup

bir mektup “… İki fotoğraf gönderiyorum sana. Birini bir dergiden kestim, 1919’da Amerika’da çekilmiş, Nebraska’da Bir zenciyi linç edenlerin, yakanların yüzlerini göreceksin, Ama seni bilirim dostum, O yüzlerin arkasında gizlenen filigranlı hışırtıyı hemen duyarsın ve geceye nefretin beyaz karıncalarını dağıtan kutsal alevi hemen hatırlarsın. Bizim kelimemiz sevgidir, ama sözlükte nefret daha önce gelir; elinde çiçeklerle fotoğrafçıya poz verenlerden bu eşsiz fırsatı kaçırmamak için başını uzatanlardan, plajda resim çektirir gibi kasılanlardan nefret et, bunlar zavallı kuklalardır diye düşünme, zavallılar bir zenciyi yakabilir belki, ama tarihin sayfalarına et kokularıyla burun buruna geçmez. Bu alçakların köpekliği yüreklendiriyor ustalarını, nefretimiz onların arasından süzülüp sevgiye dönüşecek. İkinci fotoğraftaki katillerle biraz daha acıyarak bakabilirsin. Vietnam. 1965. Bir Amerikan müzikalini seyreden askerler. Akıtılmış kanları su diye kullanan ...

Bir Soyguncunun Yüzü

Artık yüzün Yaşlı bir adamın yaşlanmaya başlamış yüzü, Uzun süredir yolcuların inmediği Bir hanı andırıyor gözlerin. Kanlı, akıtan bir sevgiyle örtmüştük yeraltını, Durgun bir sevgiyle açacağız gökyüzünü, Senin yüzün Durgun bir sevginin yıktığı gökyüzü. Bir boğa getirdim sana, Soluyan bir boğa değil bu, Soluk alan bir boğa getirdim sana, Şiirin, güvenin, aşkların, Sahi, aşkların boğasını, Çekimser, bekleyen boğasını, Bu çeşit sıfatların boğasını getirdim. Aynı boğa, kolunun altında geçen Tek başına yaşadığın süreyi Bir bıçağın ucuyla Olympos arasında. Hades’ten kaçırdım onu, bak, Biraz yaralanmış, biraz zincire vurulmuş, Senin zincire vurulmuş yüzün Durgun bir sevginin yıktığı gökyüzü. Elinin perdeleri iniktir bu akşam, İki martı kuşunun yerleştirdiği Senin sigarayı ürkekçe tutan, Gittikçe titremeye alışan, Üstünde dövmeler belirmeye başlayan Ellerine, iki kuşun yerleştirdiği Akla gelen her çeşit perdeler İniktir, solmaktadır bu akşam. Boğanı geri getirdim sana. Hades’ten, içimin evind...

Yazın Bittiği

Yazın bittiği her yerde söylenir, Böyle kırmızı kalkan görülmemiştir, Ölüleri örten yapraklardan başka. Çünkü sahiden yaz bitmiştir, Göle bakmaktan usanır insan, Koru tutmaktan, yol gözlemekten; Çadırlar toplanır, yaralar sarılır; Durgun bir yolculuk, uzun bir şapka, Artık yaprakları beklemektedir. Aşk mıdır kış gelince başlayan, Beyaz bir kılıçla yürüyen aşka... Bırakmaz olur kuşlarını ülkeler, Yazın her yerde bittiği söylenir; Yorgunluklar çoğalır silâhlardan sonra; Kardan mezarları görülür ıssızlığın, Ölü öpüşlerin koyuluğuyla... Aşk kalmıştır otlarda yılı götüren, Cesur savaşçıları taşıyan kışa. Her yerde yazın bittiği söylenir, Çürür çiçeklere yapışan kanlar; Belki uzaktan iki atlı yaklaşır, Belki yakından iki yaprak kalkar; Akşamın örtüsü derelerde yıkanır, Gökyüzünü görünce gecenin devi, Çıkarıp şapkasından yıldızlar saçar, Cüceler bunu bilir, gürgenler bilir, Aşkın uyumadığı her yerde söylenir. Ülkü Tamer

Yenidoğan

1 Mektupsuz koma beni. Bir daha, bir daha yaz adını mektubun sonuna. Bana güler yüzünü gönder. Yenidoğan’ı anlat. 2 Günün hangi saatte battığını görememiştik, tepelerin arasındaydık çünkü, sen evlere bakıyordun, yüzündeki o çocuksu cesareti inceliyordum ben. Evler dağları sırtlanmıştı korumak için kendilerini çaresizlikten, ocaklar yeryüzünün çamurunu yakıyordu. Klarnetçiler, matbaa işçileri, bakkal karıları dolaşıyordu günün battığı saatten sonra sokaklarda. 3 Saçlarının her teli bir dinamit fitilidir yokuşları çıkıp yorgunluğa bıraktığın an gövdeni. 4 Mektupsuz koma beni, denizi deniz yapan sensin, ormanı orman yapan sensin, sensin tezgâhta kan dokuyan, gözlerinde serçeler yanan, bir aşktan bir dünya kuran sensin. Samanyoluna karışır gün ortasında attığın çığlık, hafta sonlarında yaktığın ağıt, tabutların ardında yürüdüğün yol, koparıp yüzüne attığın başak. Mektupsuz koma beni, yılların sana öğrettiğini sen bana öğret, parmaklarının gölges...

Düello

Yenilirsem yenilirim, ne çıkar yenilmekten? Seninle çarpışmak kişiliğimi pekiştirir benim. Ayak bileklerime kadar bu deredeyim işte, Yerin yassı taşları tabanımın altında, Alnımda birleşmekte güneşin raylarından Hışırtıyla geçen kartalların sesleri. Unuttuğum bir bitkinin yaprakları gibi Göğsüme değerse kurşunların, ne çıkar? Bilmem nişancılığı, tabanca kullanmadım; Ama karşıma alıp seni horoz düşürmek de, Seni vuramamak da yüreğimi pekiştirir benim. Ölürsem güzel bir ölü olurum, Saçlarıma yuva kurar bir anda kirpiler, Kar, örtemeye kalkışır gökkuşağını, Ve onurlu, yoksul böceklerin gazetecisi Ben gülümserken resmimi çeker. Ülkü Tamer

Issız bir adaya düşseydiniz... Düşemezdiniz. Dünyada ıssız ada mı var şimdi?...

Düşemezdiniz. Dünyada ıssız ada mı var şimdi? Ama klasik soru öyle düzenlenmiş bir kere: "Issız bir adaya düşseydiniz, yanınızda hangi kitaplar, hangi plaklar, hangi insanlar, vb. olsun isterdiniz?" Biliyorum, bıkkınlık yaratan bir soru bu. İnsana "hangi kitapları, filmleri, tabloları, yemekleri seviyorsunuz?" demenin dolambaçlı yolu. İlk sapıldığında belki bir tad taşıyordu, ama o kadar çok geçen oldu ki bu yoldan, tadı tuzu kalmadı. Olsun. Bir de ben sapayım bu yola. Bakalım neler göreceğim... * * * Konumuz kitap madem, ben de kitaplardan söz edeyim. Diyelim bir gemiye bindim, gemi batacak, ben de kurtulup ıssız bir adaya çıkacağım. Yanıma ona göre kitap almalıyım. Ama çok olmamalı. Kolay değil, dalgalarla boğuşurken hem kendi canımı, hem de kitapları kurtarmam gerek. Issız adada ne kadar kalacağım belli değil. Onun için, bir kitabı belki yüz kere okumam gerekecek. Bavulumu hazırlarken de yüz kere düşünmeliyim. Kitaplığımın karşısına geçeyim. Hangilerini a...

Nesli'yle Konuşmalar

avlu. ikindinin anayurdu. önce avluya gelirdi ikindi, sonra çatıya çekilirdi gölgelerin sessizliğine takılarak. kumru kuşlarım akşama hazırlardı. denizi düşünürdüm zerdali ağacının altında, dergilerde resimlerini gördüğüm denizi. ikindi nasıl sarmalardı o büyük suyu? ya okyanusu? sökün ederdi sorular okuduğum sözcüklerden süzülerek: denizin tuzu nereden gelir, gözyaşlarından mı denizkızlarının? yakamoz anıları mıdır balıkların? dere okyanusun ipekböceği midir? güneşin oğlu kime kılıç sallar gündüzleri, kızı geceleri kime gülümser? ayın ardında da uçar mı kartal? ağaçkakan kimin şiirini yazar ağacın defterine? neden toprağın altında arar yıldızları salkımsöğüt? cırcırböceği neden yaprağın sesine sarmaz uykusunu? bütün bu soruların yanıtlarını yıllar sonra sende buldum. nesli. sende buldum dergilerde resimlerini gördüğüm denizi. Ülkü Tamer

Üşür Ölüm Bile

Bir ormanda tutup onu Bağladılar ağaca Yumdu sanki uyur gibi Gözlerini usulca      Bir soğuk yel eser      Üşür ölüm bile      Anlatır akan kanı      Beyaz sesiyle Diz çöktüler karşısında Sonra ateş ettiler Parçalanan yüreğine Yuva kurdu mermiler     Bir soğuk yel eser     Üşür ölüm bile     Anlatır akan kanı     Beyaz sesiyle Gelip kondu bir güvercin Ellerine o gece Kırmızı bir çelenk oldu Bileğinde kelepçe     Bir soğuk yel eser     Üşür ölüm bile     Anlatır akan kanı     Beyaz sesiyle Ülkü Tamer

Uyku

Bana çiçek gönderme Bir kuş ağacı gönder  Dallarında gezinsin  Kül rengi güvercinler   Konsunlar yastığıma  Uyutmak için beni  Sırtlarında kuş tüyü  Gagalarında ninni   Kaldırıp yatağımı  Uçursunlar göklere  Kendimi yıldızlarda  Bulayım birdenbire  Bana çiçek gönderme  Bir kuş ağacı gönder  Alnıma dokunanlar  İyileşmiş desinler Ülkü Tamer

Bir Yolculuktan

Kar, ufkumuzu genişletiyor. Adresler arasında Şubat ayının adresine rastlıyoruz, Böcekler arasında uykunun sesine. Yıl, sıcak ağılına bir tipi olarak çekiliyor şimdi. Anmamak olmaz Osip Mandelştam’ın mısralarını: “Petersburg’da buluşacağız yine Güneşi oraya gömmüşüz gibi.” Bir kızakla taşıyoruz acılarımızı, Yamaçlardan hız kazanarak iniyoruz kendi içimize, Kurt izleri arasında bir çılgınlığın yıkıntılarına rastlıyoruz. Anmamak olmaz yazılmış güzel şiirleri, Bağışlayan edebiyatı, Dorukları okyanus yapan yağmuru. Şiiri gömdük ama yürekte buluşuruz Kazmalarımızın çarpacağı kristal harflerin umuduyla, Issız bir adaya inmenin sevinciyle. Acılar, kızağımızı götürüyor. Derelerin, madenlerin arasında dolaşıyoruz Alın taşımızda kırmızı bir lekeyle. Omuzlarımıza yeraltı kuşları tünemiş Bir kafes sanarak dışımızı, Kendilerine usta birer avcı aranıyorlar. Ovalarda buluşuruz. Bir şiir kitabının beşinci sayfasında. Ülkü Tamer

Ben Sana Teşekkür Ederim

Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün, Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün; Serinlik vurdu korulara, canlandı serçelerim; Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata, Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta. Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da. Ülkü Tamer

Sıragöller

Haşhaş tarlaları arasından geçeceksin. Beyaz ve mor haşhaşları havaya savurarak Yeni bir afyon bulacaksın kendine. İşte o zaman beni unutma, Şairini, onun şiir yazan ellerini, İçine dizilen sıra gölleri, Kendi kendine konuştuğun seni, Her şeyi, hiçbir şeyi unutma. Zakkumların arasından bir şehre gireceksin, Aşk şiirleri, tabiat şiirleri, tarih şiirleri düşünerek Bir dinamit yapacaksın kendine. Korkma, ateşle onu. Öldürecek nice balıklar vardır sularında, Patlamayla dirilecek nice balıklar vardır. İşte o zaman an beni, yaşa beni, İşte o zaman unutma beni. Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın, Onların tohumunu havaya savurarak Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine, Her şeyin, hiçbir şeyin yolculuğu. İşte o zaman an beni, yaşa beni, Kıyılarda bile boğulan seni, Bir saz kuşu olarak gezinen hayaletini, Çeliğinden kemik oyan gövdeni. İçinde bir kaçakçı yaşar senin, Kayıkla dolaşır göllerinde, Beynine tabanca ve şiir satar, O kaçakçının bakışını sakın unutma. ...